BU NASIL İŞ

Hakan Yaman, bir servis şoförü. İstanbul Sancaktepe’de Gezi Parkı olaylarının protesto edildiği gün Ovacık Sokakta aracın park ediyor, Birsel Sokaktaki evine giderken, bölgede görevli polis memurları ve 63319 numaralı TOMA da görevli polis memurlarının müdahalesi ile karşılaşıyor. Bu TOMA aracından gaz bombası atılıyor, atılan bomba Hakan Yaman’ın karnına isabet ediyor ve yaralanmasına sebebiyet veriyor.

Yere düşen şahsa polislerin yardımcı olması, alıp onu hastaneye falan götürmeleri gerekir iken, hem TOMA’da görev yapan polisler ve hem de o çevrede görevli olan polisler şahsa saldırıyorlar. Sol gözüne sert bir cisim sokuyorlar. Şahsı öldüresiye dövüyorlar, alın, burun ve çene kemiklerini kırıyorlar. Yetmiyor ve hızlarını alamayıp, Hakan Yaman’ı o bölgede yanmakta olan bir ateşin içerisine atıyorlar. Can bu, ateşe de atılsa, eğer bir yol daha kalmış, bir kurtuluş imkanı daha var ise, kendisini kurtarmaya çalışır. Hakan da öyle yapıyor ve kendi imkanları ile ateşin içerisinden çıkıyor ve ölümcül vaziyette hastaneye kaldırılıyor.

Hakan Yaman’ın uzunca süren tedavi sonrasında basına yansıyan resimlerini hemen hepiniz görmüşsünüzdür. Alın bölgesinde büyük bir yara izi, iki göz arasında ve burnun üst kısmında, burun kemiğinin olduğu bölgede sanki yeni bir burun çıkmışçasına derin yara izi, sol göz tamamen kapalı ve nevrotik bir vaziyette. Göz görme hassasının önemli bir bölümünü şuanda kaybetmiş durumda.

Hakan Yaman’ın yaşadıklarını amatör bir kamera başından sonuna kadar kaydetmiş.

Kamera kayıtları, hastane raporları ve Hakan Yaman’ın çeşitli vechelerden çekilmiş resimleri Savcılığa intikal ettirilmiş bulunuyor. Zaten Gazeteler söz konusu haberi ancak + 18 yaşında olanların okuyabileceğini özellikle belirtmişler.

Sultangazi, Sarıgazi gibi bölgelerde Alevi meşrepli vatandaşlarımızın yoğun biçimde yaşadıkları biliniyor. Sayın Başbakanımız gerekli açıklamayı yaptığı için, biz de o yönde değerlendirme yapıyoruz, maalesef toplumsal olaylarda Alevi Yurttaşlarımız bir bütün halinde tedhişin yanında yer alıyorlar. Bunun birçok sebebi olabilir.

Aslında bu son gezi parkı olayları cereyan etmezden önce, yani Mayıs ayı içerisinde bir bakan yardımcısı arkadaşımız ile topluluk halinde sohbetimiz sırasında, alevi meşrepli gençlerimize çok dikkat etmemiz gerekiyor. Bu insanlarımızın toplumun geneline entegrasyonunda sıkıntılar yaşanıyor, bunun çeşitli sebepleri olabilir. Ama esas sorumluluk Devlete aittir. Bu insanlarımız birçok alanda kendilerini dışlanmış hissediyorlar. Kamu kaynaklarından yeteri kadar hak elde edemediklerini düşünüyorlar, Devletin çeşitli kurumlarında görev

almada sıkıntı yaşıyorlar. Bir yere gelmek için herkesten daha çok okumak, herkesten daha çok çalışmak, herkesten daha çok zeki olmak zorundalar. Veya kimliklerini gizlemek mecburiyetindeler. Bunlar kabul edilemez. Madem bu ülkede hep birlikte yaşıyoruz, kaderde, kederde, tasada, kıvançta birliktelik halindeyiz. Nimetin de külfetin de eşit ölçüde paylaştırılması lazım falan demiştim.

Şimdi bu son olaylar esnasında, insanlık onuru ile zerre kadar bağdaşmayan bir saldırıya maruz kalan, atılan gaz bombası ile karnından yaralanan, bu durumda acilen hastaneye kaldırılması gerekirken, başına toplanan onlarca polis tarafından öldüresiye darp edilen, başında kırılmadık kemik bırakılmayan ve üstüne üstlük bir de yanan ateşin içerisine atılarak, geber git denilen Hakan Yaman’ın yaşadıklarına nasıl bir yorum getireceğiz?

Nasıl olsa öldüğünde; elindeki Molotof kokteylini polise fırlatır iken yanarak hayatını kaybetti deyip, dosyayı kapatmak memurlarımızın elindeki bir oyuncak. Şurasını gayet iyi biliyoruz ki, devletimiz bu konuda çok şerbetlidir.

Dünyanın efendisi olarak geçinen batı ülkelerinde, özellikle ABD de çeşitli düşünce kuruluşları, kimi ülkelerin gelecekleri ile ilgili olarak çeşitli kıyamet senaryoları düzenlediklerini biliyoruz.

Şurada, burada bir hata olarak algılanması mümkün olay meydana geliyor. O olaya karşı insanlar “güya” demokratik tepkilerini ortaya koyuyorlar. Hadi diyelim ki, bu esnada biraz işi abartıyorlar, hatta bizim Kars’lıların dedikleri gibi azıtıyorlar.

Hani bunu biraz örnekleyelim. Diyelim ki siz torun torba sahibi birisisiniz. Yavru kucağınızda sabah kahvaltısı yapıyorsunuz. Bir eliniz ile onu tutarken, diğer elinizle hem kendiniz bir şeyler yemeye, hem de ona bir şeyler yedirmeye çalışıyorsunuz. Bebek bu ya doğru dürüst ne istediğini bilmiyor. Ekmeği gösteriyor veriyorsunuz, ağlıyor, başka bir şeyi işaret ediyor. Onu veriyorsunuz, yine ağlıyor, başka bir şeyi işaret ediyor. Sonsuz ağlama ve işaretler. İşte size o esnada düşen görev, yavruyu daha bir sinenize bastırmak, gülmek, hadi hadi sen de, ne istediğinin farkında değilsin demek, benim yaptığım gibi yanakları pörsümesin diye, boynundan öpmek. Zeynep 15 aylık oldu hala yanağından öpmeye kıyamadım. Olay budur. İşi bitiren yegane çare bundan başka bir şey değildir. Ama siz bebeğin o isteklerine hııın deyip gözünüzü şeşu beş yapar, alnınız da nerede ise burnunuzun ortasına inecek şekilde hareketlendirir, hatta daha da öteye gidip öpülmeye kıyılmayan o yanaklara bir şaplak indirir iseniz, işiniz bitiktir. O çocuğu bir daha olumlu yönde eğitemezsiniz ve sonrasında hiçbir bedel ile ölçülmeyen “sevgisinden” yavaş yavaş mahrum kalırsınız.

Şimdi geziye dönelim. Türkiye her zaman bir provoke olay ile karşı karşıyadır, bundan böyle de kalmaya devam edecektir. Mühim olan sürekli biçimde mütenebbih olmak ve idareciler açısından özellikle atılan her adımın Allah’ın

rızasına uygun olmasını istemek. İnsan zaten bir iş yapmaya kalkıştığı zaman, yalnız aklı ile hareket etmez. Eğer büsbütün iman ve inançtan yoksun kalmamış ise, Vicdanı da hemen harekete geçer. Yapılacak işin doğru veya yanlış olduğu konusunda re’yini belli eder. Hele ki salim vicdan, bunu yapma zarar edersin diye baskın hale geldiğinde, zinhar o işten kaçınmak gerekir.

Gezinin ilk hareketlenmeleri başladığında, maşeri vicdan Gezide yeşilin ortadan kaldırılıp AVM yapılmasını kabullenmedi.

Biz bir şey yaptık, ma’şeri vicdan bir cevap verdi.

İnsanların düşündüklerinin günümüz koşullarında bu kadar kolay öğrenme imkanının olduğu sırada, buna müracaat etmek mümkün iken, icabına tevessül edilmeyerek, siz bildiğinizi okuyun denildiğinde, yani bir sabah üzeri aç sefil uykulu gözlere biber gaza sıkıldığında, zincir kopar, koptu da.

Kıyıda köşede bekleyen hınzır bakışlar tam zamanı diyerek harekete geçtiler. Senaryolarına uygun olarak ortalığı velveleye verdiler. Bir halk ayaklanmasının zamanı geldi dediler. Basit bir hatadan, neleri “DEVŞİRME” YE teşne olduklarını var güçleri ile ortaya koydular.

Allah’a şükür Ruşen Çakır’ın bu son yazısında sözünü ettiği üzere Newroz Meydanı ile Taksim Meydanının yavaş yavaş yakınlaşmaya çalıştığı ve bunun iyi bir haber olduğu yolundaki görüşünün sakat olduğunu, maşeri vicdan daha işin başında gördü ve prim vermedi.

Ruşen BDP eş başkanı Gültan Kışanak’ın Kürt’e demokrasi Türk’e sopa veya Kürde sopa, Türk’e demokrasi olmaz söyleminden hareketle, BDP nin başlangıçta Geziye bigane kalmasında işledikleri hatayı, şimdi bu sözlerle telafi ediyorlar, böylece Newroz meydanı ile Taksim meydanı biri birine yakınlaşıyor, bu iyi bir şey açıklaması, tedhişi, anarşiyi, kanun dışına çıkmayı içermiyor ve demokratik hak talebinin birlikteliğine temanna çakma niyetini taşıyor ise, eyvallah, bir diyeceğimiz yok.

Fakat Ruşen’in Gezi’de olanlara bir istisna getirmeden, yakmaları, yıkmaları, öldürmeleri, kamu malına zarar vermeleri kimden gelirse gelsin, eleştirmeden bir bütünsellik halinde kutsadığı görülüyor ki, bundan Newroz meydanı ile Taksim meydanının artık biri birine yakınlaştığını söylemesi, ülkede bir halk ayaklanması istediğine işaret eder ki, insanlar kalkar seni gidi hınzır derler.

Aramızda dolaşan envai çeşit hınzır var. Sarıgazide Hakan Yaman’ı bu hale getirenlerin ehven kişiler olduğunu söylemek imkansız. Memlekete, millete hainlik yapanlar, yargı önünde yaptığının hesabını vermelidir.

Elimdeki sopa kaydı da adamın gözüne girdi şeklindeki savunmalara asla itibar etmemeliyiz.