BU ŞERDEN DE HAYIR ÇIKAR İNŞALLAH
Mit eski müsteşarı Emre Taner, eski müsteşar yardımcısı Afet Güneş ve şimdiki başkanı Hakan Fidan OSLO görüşmeleri kapsamında şüpheli sıfatı ile İstanbul Özel yetkili C. Savcısı tarafından soruşturmaya çağrıldı.
Aynı gün İstanbul Emniyet Müdürlüğünde 2009 yılından beri KCK operasyonlarını yöneten iki Emniyet Müdür yardımcısı görevden alındılar.
İki Emniyet Müdür yardımcısının Hükümet tarafından görevden alınarak bir başka göreve atanmaları, İstanbul C.Savcısının üç MİT mensubunu şüpheli sıfatı ile ifade vermeye çağırması aynı güne rastlayınca, her iki işlemin biri biri ile irtibatlı olduğu hemen zihinlerdeki yerine doğal olarak aldı.
Olaya düz bir mantık ile bakıldığında; KCK operasyonlarını yöneten iki Emniyet Müdür Yardımcısının görevden alınmaları bir hükümet icraatı olması hasebiyle, bu kişilerin görevlerini doğru düzgün yapmadıkları ve bir takım yanlışlıklara sebebiyet verdikleri, MİT mensuplarının da aynı mantık ile görevlerini yapmada ihmale sebebiyet verdikleri, hatta bunun da ötesinde örgüte bilerek ve isteyerek destek oldukları düşünüldü.
Amma MİT Başkanı Hakan Fidan’ın İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade vermeye çağrılmasını Hükümet olumlu bulmadı ve Hakan Fidan’ın arkasında durmaya devam ettiğini ifade etti.
İstanbul C.Savcısının Hakan Fidan’ı ifade vermeye çağıracağından Hükümetin haberi olduktan sonra iki emniyet müdür yardımcısı görevden alındılar ise, hiç kuşku yok Emniyet Müdür Yardımcılarının bu konuda yapmış oldukları hazırlıktan hükümet rahatsız oldu.
Emniyet Müdür yardımcılarının MİT’ İN şimdiki müsteşarı ile eski müsteşarı ve yardımcısı hakkında hazırlamış oldukları bir fezleke var mıdır?
Böyle bir fezleke varsa, bunun hazırlanışından Savcı haberdar edilmiş midir?
Savcının bilgisi olmadan Emniyet Müdür yardımcıları böyle bir işe kalkışabilirler mi? Bu soruların cevapları aşağıda maddeler halinde değil ama global olarak verilecektir.
Oslo sürecinin başlamasına ve devam etmesine hükümetin rızası olduğu biliniyor.
Hatta Oslo toplantılarında Hakan Fidan ile ilgili olarak ortaya çıkan ses kayıtlarında,
PKK nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile yaptığı görüşmede çok samimi bir tutum takınması,
Abdullah Öcalan’ın ismi geçerken Sayın diye anması, müsteşar yardımcısının muhataplarına, Anadolu şehirlerini patlayıcı ambarı haline getirdiniz sözleri, çeşitli çevrelerde başlangıçta çok tartışma yarattı.
Ama Sayın Başbakanın Hakan Fidan’a sahip çıkması ve “onun yanlış bir iş yapacağını düşünmüyorum, varsa işin içerisinde bir hata gereği yapılır” biçiminde değerlendirmesi bu tartışmaların bıçak gibi kesilmesine sebep oldu.
Çünkü insanımız “tabii başka ne yapacaklardı, karşıdaki düşman da olsa siz sorunu çözmek için bir araya geldiğinizde biri birinizin boğazına yapışacak haliniz yok, elbette işi mülayemetle götürmek mecburiyeti var” noktasına geldi ve yapılan görüşmeler eğer sadra şifa olacak ise, bundan sonra da devam etmesi gerektiğinde hemfikir oldu.
KCK operasyonu kapsamında şimdi ele geçirilen bir sürü belge var ve bu belgeler içerisinde Oslo sürecine yönelik bilgilerin de ele geçirildiği söyleniyor.
Bu bilgiler içerisinde, güya Kürtlerin özerklik taleplerinin kabul edildiği, f
Federasyon sürecinin bile başlatılmasının mümkün olduğu,
Aponun ev hapsine alınması, örgüt mensuplarının Türkiye topraklarını terk edişleri sırasında Asker ile görüşme yapılarak herhangi bir saldırının olmayacağının garanti edilmesi,
Kürtçe eğitimin sağlanması, genel bir affın ilan edilmesinden sonra dağdan inecek olan PKK mensuplarının bölgede Polis/Milis gücü olarak görevlendirilecekleri,
Aponun tümden serbest kalmasının sağlanacağını, görüşmecilerin kabul ettiği belirtiliyor.
Ben ne şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ve ne de bundan önceki müsteşar Emre Taner’in böyle bir sözü verebileceklerine asla ihtimal vermiyorum.
Karşı tarafın dile getirmiş olduğu bu konuların belki müzakere edilebileceği yolunda fikirler ortaya atılmış ise, siz bunu kalkıp ta Hakan Fidan Hükümet adına bu sözleri PKK ya verdi, o halde bölücülük yaptı diyemezsiniz.
Hele Savcının önüne getirilmiş olan fezlekede karşı tarafın talepleri ile ilgili olarak Hakan Fidan ve yanındakilerin savaşın durması halinde her türlü fikir müzakere edilebilir biçiminde formüle edebileceğimiz konuşmalar varsa, bunun bir soruşturma biçimine dönüştürülmesi ve onlara bu imkanı veren Sayın Başbakanın esas hedef haline getirilmesi çok yanlıştır ve bunun da ötesinde Savcının girişimi çok tehlikelidir.
Zira Hakan Fidan’ın Oslo görüşmelerine katılmasına Sayın Başbakanın yol verdiğini artık herkes biliyor.
Siz bu görüşmelerin içeriği ortaya çıktıktan sonra Hakan Fidan’ı soruşturmaya çağırmakla aslında Hakan Fidan’ı değil, desteğini kesmeden devam ettiren Sayın Başbakanı sorguya çağırmış oluyorsunuz.
Bu durumda da Sayın Savcının üzerine giymiş olduğu cübbenin her iki kolunun politika kazanına ulaşmış olduğunu, hatta battığını görüyorsunuz.
Politik niteliği soruşturma konusunu solda sıfır bırakacak kadar önemli bir konuda Savcının kendi üstü olan İstanbul Başsavcısının haberi olmadan bu işi patlatma gereği duyacak kadar Hukuk aşığı, haktan, adaletten zerre kadar sapacak insan olduğunu söyleme noktasında değiliz.
Zira siz ucu Sayın Başbakana kadar uzanacak bir karar verdiğinizde kılı kırk yararak hareket etmek mecburiyetinde ve sorumluluğunda olduğunuzu bilmek durumundasınız.
Ben hiçbir etki altında kalmadan Mit Müsteşarlarını ve yardımcısını şüpheli sıfatı ile soruşturmaya çağırdım dediğinizde karşımıza üç şey çıkıyor.
1- Türkiye Başbakanının politik gayretini sorgulayan Savcı, bir başka çevreye dayanmadan, böylesine büyük bir harekete kalkışabilir mi?
2- Savcının bu girişimi sonuç verir de Mit müsteşarı bir şekilde ifade vermeye gider ise, bundan sonra ülkenin 30 yıllık sorunu daha fazla kan dökülmeden nasıl çözülecektir veya daha fazla kan dökülür ise bu sorun çözülecek midir?
3- 30 yıl değil, ister ise 300 yıl sürsün, tüm savaşların eninde sonunda çözüm yeri bir masanın etrafında oturmak ve konuşmak değil midir?
Biz tabii ki nalıncı keserini hep kendimizden yana vuracak değiliz. Bir de işin Emniyet ayağında çalışan insanlar bakımından bakılması gereken yönler var.
Diyeceğimiz şey şu:
1-Şu MİT gerçekten sütten çıkmış ak kaşık mı?
2- MİT, PKK nın, Hizbullah’ın kuruluşunda görev aldı mı? Abdullah Öcalan ve Hüseyin Velioğlu’nu daha önce istihbarat elemanı olarak kullandı mı?
3-PKK yı veya Hizbullah’ı kurdurmak onun istihbari görevleri arasında mıdır?
4-KCK nın kuruluşunda istihbari görev almanın ötesinde kurucu sıfatı ile gayret gösterdi mi?
5-Abdullah Öcalan’a PKK yı, Hüseyin Velioğlu’na Hizbullahı kurdurdu mu?
6-Onlara silahlanma ve adam vurma eylemlerinde her türlü desteği verdi mi? veya en azından lojistik destek sağladı mı?
7-Örgüt içerisine salmış olduğu istihbarat elemanlarının verdiği bilgiler doğrultusunda operasyon yaptı mı veya operasyon için Emniyet yetkilileri ile gerekli bilgi paylaşımında bulundu mu?
8-Yalan yanlış bilgilerle bir sürü mağduriyetin hazırlanmasına sebebiyet verdi mi? Yani MİT kendisine kanunla verilen görevleri aşarak, fitne kazanına odun taşıdı mı?
Aslında meramımı anladınız.
Bugün Sayın Başbakan MİT Müsteşarına/bakın sadece müsteşar diyorum, kuruluşun diğer unsurlarını buraya katmıyorum/ sahip çıkıyor ise, bu aynı zamanda bu kuruluşun yapmış olduğu bütün çalışmalara sahip çıkıyor anlamı çıkarılmasın.
Bu gelişme MİT içerisinde ve teşkilatın yapısı ile ilgili olarak yeni bir çalışma yapma fırsatı verdi.
Her şeyi şer olarak görmeyelim.