BÜŞRA HANIMIN BİR GÖREVİ DAHA YOK MU?
Ben 35 senedir bu manzarayı seyrediyorum.
Türkiye’de sürekli olarak tutuklanmalarına karar verilen Kürt, Türk ve İslam siyasetçilerinin cezaevlerine girişleri çok hüzünlü oluyor.
Aradan bir süre geçiyor bunların büyük çoğunluğunun enti püften sebeplerle tutuklanmış olduğu ortaya çıkınca, tahliyeler gerçekleşiyor.
Siyasetin halk katmanlarının vermiş oldukları oylarla dizayn edilmesi yeterli görülmediğinden, hemen her dönemde Yargı kurumu imdada çağrılıyor, onlar da kendilerine biçilen vazifeyi ellerinden geldiğince yerine getirmeye çalışıyorlar.
Ona rağmen açılan davaların yüzde 70-80 nin beraatle neticelendiği istatistiki olarak tespit edilmiş bulunuyor.
BDP nin kurmuş olduğu siyaset akademisinde ders verdiği için, Prof Dr Büşra Ersanlı, KCK davası sanığı olarak tutuklanmıştı.
Büşra Ersanlı’nın tutuklanması hem Türkiye içerisinde ve hem de yurt dışında çok ses getirdi. O bir Türktü ve Kürtlerin hakkını savunuyordu.
Bu garip dünyada, Sağduyu sahipleri imdada yetişmez ise, insanların hiçbirisi hemcinslerinin kendilerine reva gördükleri zulümlerden kurtulamaz.
Büşra Ersanlı tutuklanırken, siyaset akademisinde verdiği derslerin notları delil olarak gösterildi ve onun bu sebeple KCK nın, yani PKK nın şehir yapılanmasının üyesi olduğu ileri sürüldü.
Türkiye televizyonlarının hemen her akşam düzenlemiş olduğu açık oturumlarda katılımcılardan, Siyaset Akademisinde ders verir iken Büşra Ersanlı’nın söylediği, Kürt dilinin eğitim dili olarak kullanılması, Kürtçenin bu bağlamda üzerindeki baskıların sona erdirilmesi, insanların kendilerini en iyi biçimde hangi lisanla ifade ediyorlar ise, bunu kullanmalarının önündeki engellerin sonlandırılması konusunu, şimdi absürd bir istek olarak gören nerede ise kalmadı.
Bunları bir bilim insanı haysiyeti ile ifade eden Büşra Ersanlının ders notları KCK iddianamesinde delil olarak kullanılması herkes tarafından garip karşılandı. Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu “ben Büşra Ersanlı’nın bir terörist olduğuna inanmıyorum” dedi.
9 ay gibi uzunca bir süre cezaevinde kalan Büşra Ersanlı’nın Cuma günü tahliyesine karar verildi.
Büşra Ersanlı’nın tutuklanmış olduğu andaki deliller ile tahliyesine karar verildiğinde toplanan deliller arasında bir fark olmadığı her türlü şüpheden uzaktır.
Zaten o da tahliye kararından sonra cezaevinden çıkarken, hakkında hazırlanmış olan iddianameye göndermede bulundu ve 9 ay önce niçin tutuklandığını, şimdi niçin tahliye edildiğini anlamadığını, iddianamenin nefret birikimini ifade eden bir metin olduğunu, tahliye edilmiş olmaktan ötürü mutlu olmakla birlikte, cezaevinde kendileri ile aynı konumda olan kişilerin tutuk hallerinin devam etmesinden ötürü, büyük üzüntü duyduğunu ifade etti.
Kendisi bir Türk olan Büşra Ersanlı tahliye olurken üç cümle üzerine önemli vurgularda bulundu.
1- Hepimiz BDP liyiz,
2- İnsanların her yerde kendilerini istedikleri lisan ile ifade etme hakları vardır,
3- Kürtçe’nin eğitim dili olarak kullanılması, “GÜVENLİĞİMİZİN SİGORTASI” dır, dedi.
Büşra Hanımın bu değerlendirmelerini teker teker ele alacak olur isek, tabii ki hepimiz BDP li değiliz.
BDP şu anda bir Türkiye partisi hüviyetinde değil. Toplumu kucaklama adına çok doğru şeyler yaptıkları söylenemez. Onlar işçinin, köylünün, fakirin, fukaranın, garibin gurebanın, varoşlarda yaşayan milyonların, dar gelirlilerin, dini hüviyeti ağır basan vatandaşların, dindarlık olarak algılanır diye Alevilerin, Türklerin, Kürtlerin, Abazaların, Lazların, Çerkezlerin partisi olma konusunda bir çabaya, bir söyleme, bir parti programına sahip değiller.
Türkiye’nin Güneydoğusunda dar bir bölgeye hapsolmuş durumdalar. Bir açılım yapamıyorlar. Bu da onları bölücü örgütün şehir uzantısı olarak nitelendirilmelerine sebep oluyor.
İnsanların her yerde kendilerini istedikleri lisan ile ifade etmeleri konusunu, işte Kürtler istedikleri yerde kendi lisanları ile konuşmuyorlar mı, onların Kürtçe konuşmalarına kim engel oluyor gibi basit ve banal bir değerlendirmeye tabi tutacak değiliz.
Görünen o ki, Kürtler bu saatten sonra Türkiye’nin her yerinde, her mevkiinde, her makamında kendi lisanları ile ortaya çıkmak ve kimlikleri ile görünür olmak istiyorlar.
Bunun ilk denemesini KCK davası sebebiyle Mahkemelerde yapmaya başladılar.
Daha sonraki aşamada tüm kamu kurum ve kuruluşlarında Kürt kimlikleri ile ön plana çıkmak ve muhatap alınmak isteyeceklerdir.
Bu ülkede insanların büyük çoğunluğu Kürtçeyi bilmediklerine göre, onların bu isteği nasıl gerçekleşecek, doğrusunu şimdiden kimse kestiremiyor.
Türkçe’yi iyi konuşamayan Kürt vatandaşlarımız özellikle Mahkemelerde, en kutsal hak olan savunmalarını daha önce Kürtçe olarak yaptılar, siyasi olmamak koşulu ile şimdi de yapıyorlar ve bugüne kadar bu alanda hiçbir sıkıntı yaşanmadı.
Mahkeme tutanaklarına bakılacak olur ise, sanığın iyi Türkçe bilmediği, savunmasını Kürtçe yapmak istediği anlaşıldığından, kendisine bir tercüman tayin edilmesine karar verildiği cümleleri çok sık görülecektir.
Bunca reformdan sonra daha önce özellikle Mahkemelerde serbestçe kullanılabilen Kürtçe’nin, şimdi siyasi nitelikli davalarda sorun haline gelmesi, bize şunu gösteriyor. Bir taraf dayatıyor, diğer taraf direniyor. 35 yıldır bu durum böyle devam ediyor, bizim oğlan bina okuyor, dönüp dönüp yine okuyor ve toplumsal barış adına mesafe almak mümkün olmuyor.
Dünyanın hiçbir ülkesinde bizdekine benzer bir sorun yaşanmıyor.
Ne ABD de, ne Rusyada, ne Çin’de, ne Fransa’da, ne İngiltere’de, ne Suudi Arabistan’da, ne İran’da, ne Malezya’da, ne Taylan’da ve ne de Singapur’da ülkede resmi anlamda kullanılan bir çok dile rastlamak mümkün değil.
İngilizce, Rusça, Çince, Arapça, Farsça resmi dil olarak kullanılır ve bu ülkelerde yaşayan daha az sayıdaki etnik unsurlar, lisanlarının resmiyete intikal etmesini, yazışma dili olarak kullanılmasını isteyemezler, isteseler de fırsat verilmez. O ülkelerde kabul edilen tek bir lisanla iletişim sağlanır. Bunun bir iki istisnası olan ülkeler ana kaideyi bozmaz. Dünyanın genel gidişatı budur.
Büşra Ersanlı Tahliye olur iken son ve çok önemli bir cümle kullandı. Kürtçe’nin eğitim dili olarak kullanılması, GÜVENLİĞİMİZİN SİGORTASI’DIR dedi.
Yani Türkiye’de Türkler, Kürtler ve diğer etnik unsurlar “güvenlik” içerisinde olmak, evlatlarının kör teröre kurban etmek istemiyorlar ise, son ve çok önemli bu adım da atılmalı ve Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılmasına imkân verilmelidir.
Gidişatın bu yöne doğru evrildiği her türlü şüpheden uzaktır.
Zira kervan yola çıkmıştır ve göçün yolda düzüleceği(bir nizama, bir düzene gireceği) anlaşılmıştır.
Yüz yılların ihmalini gidermenin, öğretmeden eğitime geçmenin bu kısa zaman diliminde gerçekleşmesinin mümkün olmadığını, akıl sahibi olanlar görüyor ve biliyor. Leyla hanım bunları gördü ve yapılanları takdir etti.
40 bin insanımız öldü ve halen ölmeye devam ediyor.
Şimdi Büşra hanıma düşen bir görev daha yok mu?
Acaba kaç insanımız daha ölmeli ki, devletin silah bırakması söz konusu olmayacağına göre, örgüte yeter artık silahı bırakın, olanları takdir edin, olmayanlar için, gelin birlikte mücadele edelim desin.