CEMRE/KOR ATEŞ

Mart geliyor dolu dizgin.
Öncesinde cemreler düşecek,
Havaya, Suya, Toprağa.
20 Şubatta havaya, 27 Şubatta Suya ve 6 Martta Toprağa düşecek "kor ateş".
Cemre, kor ateş demek.
Eskiler 365 günlük yılı 'kasım' ve 'hızır' günleri olarak ikiye ayırırlarmış. Kasım(kış) 179, Hızır(yaz) ise 186 günmüş.
Yılın kasım kısmı yani kış devresi 8 Kasım’ da başlar, 6 Mayıs’ a kadar sürermiş.
6 Mayıs’ ta da Hıdrellez ile birlikte yaz devresi yani Hızır günleri başlarmış.
Kasım ayına kasım dememiz oldukça yenidir. Kasım ayına 'teşrinisani' denilirmiş. Kasım, Arapça’ da 'bölen' anlamına gelir. Yılı böldüğü için bu ad verilmiş.
Kasımın kırk altısında, kırk gün anlamına gelen 'erbain',
Seksen altısında da elli gün anlamına gelen 'hamsin' başlar, böylece kışın en soğuk zamanları olan doksan günlük süre geçmiş olurmuş. Kasım günlerinin ortasını geçip yüz gün arkada kalınca halk arasında zorlu kış günlerini arkada bırakmanın bir ifadesi olarak 'Geldik yüze, çıktık düze' denilirmiş.
Bu hesaba göre Kış Mevsimi 6 Mayısta bitmiş olsa da, biz de 15 M         art gelince kışı bitirmenin hazırlıkları başlardı.
Halılar, kilimler toplanır dam üstünde silkelenir, tozları alınırdı.
Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır denilse de insanlar bir an önce uzun geçen kış günlerinin artık bitmesini istercesine, her yeri silip süpürürlerdi.
Güneşin sıcak yüzünü göstermesi hepimizi çok sevindirir, ümitlerimizin yeşermesine sebep olur. Yer yüzü yemyeşil halısına bürünür.
Kor ateşin havaya, suya ve son olarak toprağa düşmesi ile kurt, kuş, bitki, çiçek ne varsa canlanır.
Önceleri badem ağaçları bembeyaz çiçeklerini açar, arkasından bizim Aluca dediğimiz can eriklerinin çiçekleri kendisini gösterir.
Sonra kayısı, elma, armut ağaçları gelinliklerini ardı arkasına giyerler.
Kor ateş düşmeye görsün tabiata, hiçbir şey dur durak bilmez.
Dağlar karlı örtülerini göz yaşına çevirir sel halinde derelere, nehirlere doğru akıtmaya başlar.
Nehirler bir çağıldar ki, insanın aklı durur.
Bu kadar suyu nereden buldun, acelen ne, nereye koşuyorsun?
Ve koyunlar ardı arkasına kuzularını doğurur.
Öylesine beyaz, öylesine güzel, öylesine masum.
Alınları benekli.
Gözleri simsiyah.
Ceylanlar yavrularını salarlar yeşilliklere.
Benekli mırmır 9 yavru birden getirir dünyaya.
Neresinde sakladı ise.
Boyunlarından ısırarak, salar memesine.
Kurt, kuş, kuzu, koyun, börtü, böcek, dağlar, taşlar, nehirler, gökyüzü, yeryüzü hep bir anda, hep bir ağızdan "yaratılış" ezgisi söylerler.
Urfanın etrafı dumanlı dağlar
Ciğerim yanıyor aney, gözlerim ağlar
Benim zalim derdim cihanı dağlar
Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar,
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Urfa dağlarında gezer bir ceylan
Yavrusunu kaybetmiş ağlıyor yaman
Yarimin derdine bulamadım derman
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Ceylan senin gibi yüreğim yara,
Cihanda derdime anam bulamadım çare
Bir Yavru kaybettim gözleri kara
Gezme ceylan bu dağlarda seni avlarlar,
Anandan babandan yardan ayrı koyarlar
Kelebekler hiç ses çıkarmaz.
Sadece uçarlar.
Rengarenk gelinlikleri raks etmeleri içindir.
Sesler karışır,
SEVGİLER KAVUŞUR BİRİBİRİNE.
300 bin, 500 bin varlık, gizlendikleri alemden teşrif ederler yer yüzüne.
Neredeydiler, niçin gizlendiler, neden geldiler?
Kor ateş düşmüştür içlerine, Cemre diye.
Dur durak bilmelerinin imkanı yoktur.
Aceleleri, yarışları, en olgun seviyeye gelme çabaları ne içindir?
Niyedir telaşları.
Mart geliyor dolu dizgin.
İçinde son cemresi/kor ateşi/ Nevrozu var.
Düşsün,suya, havaya,toprağa.
Yeter ki, içimize düşmesin.
Yüreğimiz su kadar, hava kadar, toprak kadar geniş değil.
Kaldıramayız.