ÇILGINMI ÇILGIN

İstanbul’a ikinci boğazı kazandıracak proje için "Çılgın mı Çılgın" tabiri en uygunu olur sanırım.

Geçenlerde Kadıköy’den İstanbul Yeşilköy havalimanına taksi ile giderken ufaktan şoför ile sohbet ediyoruz. Soruyor, İstanbul da mı oturuyorsunuz, yok İstanbul’da oturulmaz, yaşanır, diye cevaplıyorum.

Ben de İstanbul da yaşadım. İlk gençlik yılları, 1969-1975. Yeni, yepyeni bir dünyaya girmiştim. O günlerin Diyarbakır’ından İstanbul’a gitmek, orada yaşamaya başlamak, dünya değiştirmek gibi gelmişti.

Bugünden 1000 yıl sonrasını yaşamaya başlamak gibi bir şey.

Çermik’te kağıttan yaptığımız gemileri tas içerisinde yüzdürürdük.

Birden bire denizde yüzen gemiler, limanlar, hayalimi aşan nostaljik yapılar, Haydarpaşa İstasyon binası ve hepsinden önemlisi bizim insanımıza benzemediğini düşündüğüm insanlar, cennetten bir köşeye geldiğim hissini uyandırmıştı.

İstanbul böyle bir şehir olmaya devam ediyor. Çok büyüyen binalar şehrin dokusunu, mitolojik yapısını bozsa da, zamanın mührü burada da kendisini göstermek zorunda.

Zamandan geri kalanların altından zeminler kayar.

Şoför arkadaşa biri bana Cenneti tarif et dese, İstanbul’u görmedin mi? diyerek yaşadığı yerin kıymetini hatırlatıyorum.

Şimdi İstanbul’a yeni bir ve anlam katacak Çılgın mı Çılgın bir projeyi Sayın Başbakan hayata geçirmeye başladı.

Bugünün gazetelerinde o projeden şu da söz etmişti, bu da söz etmişti, işte size planı gibi sözler söyleyenler var.

Olabilir.

Bu söylemleri Sayın Başbakanın bir kıskançlık konusu yapacağını zannetmiyorum.

O planlardan haberi de olabilir, ama hiç bilgisi de olmayabilir.

Bunu da herkesin hesaba katması gerekmez mi?

Devletin arşivlerinde hemen her konuda binlerce, on binlerce proje var. 

Mühim olan uyuyan devi harekete geçirmektir. Dev harekete geçmediği sürece, yani oturduğu yerde kaldığı müddetçe, kimse varlığından haberdar olmaz ki.

Sayın Başbakanın diğer liderlerden farkı şu.

Olmayacak duaya amin demiyor.

Yani başkaları esip savuruyor, ama o bir defa esiyor, o esnada 17 Milyon Kamyon toprağın taşınmasına ve arkasında İstanbul’a yeni bir boğaz kazandırılmasına karar veriyor.

Sayın Başbakanı tanıyan insanlardan birisi olarak söyleyeyim, ben bu işi artık olmuş biliyorum.

Kaderin bize armağan ettiği İstanbul Boğazına, Allah’ın takdiri ile yeni bir kardeş geliyor.

Bizde yapılması düşünülen ilk güzel şeylere karşı çıkılmasının bir tek sebebi vardır. Kıskançlık.

1970 in başında İstanbul boğazına köprü yapılmasına karar verildiğinde, yine aynı tepkiler ile karşılanmış, hatta böyle bir projenin başarısızlığa mâhkum olacağı söylenmişti.

Ama onların dediği gibi olmadı, köprü yapıldı, arkasından ikincisi geldi. Şimdi belki üçüncüsü yapılacak.

Fakat en olmayacak gibi düşünülen İstanbul boğazı altından tüp geçit yapılmaya başlanınca, KANAL İSTANBUL’UN yapılması gündeme geldi.

Türkiye, şu anda dünyanın yükselen yıldızıdır.

O açıdan 8-10 Milyar dolara mal olması beklenen Kanal İstanbul’u yapması, ister öz kaynaklarla olsun, isterse yap işlet devret modeli ile olsun sorun teşkil etmiyor.

Ben Kanal İstanbul’un öz kaynaklar ile yapılmasını ve işletme ile elde edilecek gelirlerin milletin kasasında kalmasının çok daha iyi olacağını düşünürüm.

Yapıp özelleştirmek, özelleştirip sahip olmaktan daha karlı.

İstanbul’a, ülkemizin batı bölgelerine yeni, yepyeni bir şeyler yapılınca, fıtri olarak aklıma hemen bölgem geliyor. Bunun ayıplanacak bir yanı yok.

Şimdi, yıllardan beri seslendirdiğim Diyarbakır Üzerinden İran’a, Kafkas dünyasına/Türki Cumhuriyetlere/, Ermenistan, Rusya federasyonuna uzanacak Otoyol yapımını yeniden gündeme taşıma zamanı.

Konuyu ilk defa gündeme taşıdığımda, gidecek olan paranın 1.2 Milyar dolar olacağı konuşulmuş ve bu paranın nasıl bulunacağı ifade edilmişti. Evet o günlerde böyle bir parayı bulmak belki zordu, sıkıntılar büyüktü, ülkenin batan 20 bankasında 48 milyar dolarımız gitmişti. Hükümet milletin batan paralarını ödemeye karar vermişti. O sebeple büyük projeler ilk etapta insanları tabii ki ürkütüyordu. Ama artık Allah’a şükür, o günler geride kaldı.

Türkiye şu anda dünyanın altın yumurtlayan tavuğu durumuna geldi.

Aslında bu yolu yapmaya bir anlamda mecburuz da.

Niye mi?

2004 yılında Asya Pasifik Ülkelerinin Şanghay’da yaptığı toplantıda yeni dünya yol geçiş güzergâhları belirlenir iken, sözünü ettiğim bu yol plana alınmıştı.

Türkiye 2005 yılında bu anlaşmaya taraf oldu.

2006 yılında TBMM sinde Uluslar arası bu anlaşma onaylandı.

Böylece bu yolun yapılması da bir mecburiyet haline geldi.

Çocuk iken ağabeyim babamdan bir lira istediğinde, benim için arkadan, baba 10 kuruş ta bana ver demek kolay olurdu.

NOT. Sajen, Rulin, Beraris ve Raden isimli dört kardeşin geçen hafta intiharları ile ilgili bir yazı yazmış, anneleri Neyran hanım onları doğurdu, yetiştirdi, büyüttü, ama canlarını da o aldı. Neyran hanım çocuklarına bilerek bu isimleri vermiş, bir heykeltıraş gibi yontmuş, adeta onların ilahı olmuştu. Neyranın ölümü, çocukların ilahsız kalmasına neden oldu ve bir an önce ona kavuşmak için intihar ettiler. Düşünün bir kere bizim İlahımız, Rabbimiz olmaz ise, dünya ile irtibatımız biranda kopmuş olmaz mı? Rabbimiz bizi iman ve inançtan ayırmasın demişim. Bugün Vatan gazetesinde konu ile ilgili yorum yapan bir Psikolog, geçen hafta yazdıklarımı ifade etmiş.