DEMOKRASİYİ YAŞATIRSAK ANARŞİYİ MAHKUM EDERİZ.

Bugünkü toprakları kendilerinden tevarüs ettiğimiz Osmanlı İmparatorluğu bir Ulus Devlet  değildi. İmparatorluk içerisinde bir çok uluslar, topluluklar, kabileleler, aşiretler vardı. Çok dinli, çok kültürlü, çok medeniyetli idi.

Bunlar kendi iç işlerinin dizaynında tamamen serbesttiler.Ancak Maliye, Adliye, Askeriye , Eğitim ve Dış siyaset kurumu itibariyle merkezi hükümete bağlı idiler.

Bu beş alan zaten devletlerin olmaz ise olmazıdır. Bu alanları tanzim edemeyen hiçbir “örgütlenmenin” Devlet olma şahsı yoktur.

Günümüz Türkiye’sinin 20 misli büyüklüğündeki Osmanlı İmparatorluğu önceleri BALKAN savaşları, sonra Birinci Dünya harbi ile param parça oldu.

16,5 Milyon kilometre kare büyüklüğündeki toprakları 788 bin kilometre kareye düştü.

Yanıbaşımızda komşumuz olan  Rusya Federasyonunun bugünün Türkiye’sinin 22 kat büyüklüğünde olduğunu akleder isek, ne konumda olduğumuzu, nereden nereye geldiğimizi çok daha iyi anlamış oluruz.

Osmanlıya en büyük darbelerden birisi Türkiye Cumhuriyetinin kurucuları vurdular.

Batılı ülkeler Osmanlıyı parçalamakla kalmamışlar, kendi düzenlerini uygulatmak mecburiyetinde bırakmakla, O’nu bir daha derlenip, toparlanamaz bir hale getirmişlerdi. (Halen devam eden iç çelişkilerimizin, çatışmalarımızın ana sebebi budur.)

Yeni yönetici kesim de bu tezgaha çok kolay geldi, kendisini parçalayanlara ne kadar kolay yem olabileceklerini aldıkları kararlarla ortaya koydular.

Bu yöneticiler özellikle İslam’a ait ne varsa yok etmeyi büyük bir marifet olarak gördüler.

Tevhidi tedrisat kanunu ile Kur’an harflerinin yerine, latin alfabesini getirdiler ve bir günde bütün bir milleti okumaz yazmaz cahiller yaptılar.

Aynı şeyi bugün getirin, yani latin alfabesi yerine Çin, Japon veya Uzak doğu ülkelerinin alfabesini koyun, bakın bakalım neler olur? Bütün bir ulus ayaklanır,bunlar kafayı mı yedi derler.

 

Bugünün dünyasında böyle şey olur mu diyorsanız, bilin ki, o günün dünyasında da insanlar böyle şey olmaz dediler ve bir anda  duygu, his, mantık, akıl yıkımına maruz kaldılar.Çünkü o gün despot bir idare hüküm sürüyordu. İstiklal Mahkemeleri günü birlik ihtiyaca göre kuruluyor, istenen kararlar çıkartılıyor, insanlar asılıyor, sonra kapatılıyordu. Bu Mahkemelerde onbinlerce insan yargılandı, binlercesi idam edildi. Bunun bir çok örneğini biz de hayatımızda gördük, yaşadık.

Mirasçısı olduğumuz toprakları bundan daha küçük bir hale getirme çabaları elbette var. Özellikle batı dünyası 21 Yüzyıl ile birlikte bütün komşu ülkelerine güven veren,onlar için korkulu bir rüya olmaktan çıkan,insan hak ve özgürlükleri konusunda geçmişi ile mukayese edilmeyecek adımlar atan, büyük ekonomik atılımları gerçekleştiren, ülkeyi kafatasçılıktan kurtarıp, bugünün batı ülkelerinin bile sahip olmadığı “özgürlük iklimine” kavuşturma çabaları içerisine giren Türkiye’yi yeniden parçalama mücadelesi veriyorlar.

Doğusu, güneydoğusu elinden giden bir Türkiye, Ortadoğudan/Ruh kökünden/ da kopmuş olur.

Ben aslında bunun hiç mümkün olmayacağını biliyor ve görüyorum.

İşte o zaman da karşımıza madem “ölmüyorsun” o halde “olma”mayı dayatıyorlar.

PKK örgütü tarafından karakollara yapılan baskınların müradifi Hatay/İskenderun/Dörtyol ve İnegöl gibi şehir ve ilçelerimizde,  “güya” PKK ya karşıt örgütlerce gerçekleştiriliyor kanaatindeyim.

Neden güya dediğimi sorduğunuzu biliyorum.

Çünkü bu her iki kuruluş, aynı ana damarın çocukları, aynı teknedeki hamurun su taşıyıcılarıdır. Birisi ayaklanmış, diğeri bunları bahane ederek ihtilal yapmış. Şöyle bir dönüp arkamıza bakalım, Türkiye halkının bundan ne yararı olmuş.

Bu her iki “organizasyon”un Türkiye’ye hiçbir faydası yoktur.

Fakat şurası gayet iyi bilinmeli ki ne Ergenekon v.s gibi oluşumlar bu ülkenin İman ve İnancını yok edebilir ve ne de PKK tipi yapılanmalar bu ülkenin biribirine geçmiş dinamiklerini imha edebilir.

Bu her iki kuruluşun “ağabeylerinden” aldıkları talimatlarla, terörü azdırmalarının yegane sebebi, Türkiye’nin önce bölgesine , sonra dünyaya hitap edebilen güçlü yapılanmasının önüne geçmektir.

Ergenekoncuların Türkiye üzerine kafatasçı, “nasyonal sosyalist” bir tavırla eğilerek, ülke bütünlüğünü “faşizan” bir yaklaşım ile koruma gayreti, ayrılıkçılığı teşvik etmek değilse,bu gayenin gerçekleşmesi için, milyonlarca insanın ölümünü göze aldığında zerre kadar şüphe yoktur.

Bu gayenin bir başka versiyonu olan PKK nın, Ergenekon zihniyetinden “batında” bir şikayeti var mıdır, bilmiyorum.

Birisi bu ülkeye Nasyonal Sosyalist/kafatas milliyetçiliğini/ dayatırken, diğeri hala Marksizm ve Leninizmden medet umuyor. Her ikisinin temel referansı, İslam Düşmanlığıdır. Çünkü İslamın birleştiriçi, bütünleştirici, herkesin hakkını teslim edici umdeleri işlerine gelmiyor. Yaşantılarına bakın, ne dediğimi gayet iyi anlarsınız/görürsünüz/.

Bu münasebetle her iki taraf da sebebiyet verdikleri terör eylemleri ile biri birlerinin ekmeğine yağ sürdüklerinin bilincindedirler.

Türkiye’nin gerçek bir “demokrasi” için attığı adımların önüne, şiddetlendirdikleri terör, tehdiş, yıldırma, baskı,ihtilal eylemleri ile çıkanlar, halkın birlik ve bütünlüğünü parçalamada kardeş gibi oldular.

Bu son çırpınışların ana sebebi, 12 Eylül günü yapılacak olan referandumdan Türkiye’nin başarısızlıkla çıkmasını temin etmektir.

DEMOKRASİ KAYBETSİN Kİ, ANARŞİ YAŞAM ORTAMI BULSUN…

BOŞUNA UĞRAŞMAYIN, SU YOLUNDA AKAR.