EĞİTİME DAİR(1)
1970 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü Türkiye 15.ncisi olarak kazanmıştım. O yıllarda İmam Hatip Okulu mezunları sadece ve sadece Yüksek İslam Enstitüsüne gidebiliyorlardı. Ankara’da bir de İlahiyat Fakültesi vardı. Fakat bu Fakülte Üniversite bünyesinde olduğundan Üniversite giriş sınavı ile öğrenci alıyordu. İmam Hatip Okulu mezunlarının bu Fakülteye bile girme imkanı yoktu.
Ben Elazığ Lisesinin 6 fark dersini verip bu okuldan da mezun olmuştum.
Bir taraftan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünü okuyor, diğer taraftan Üniversite İmtihanlarına girmek istiyordum.
O zaman İstanbul Bayezid Meydanının hemen karşısında Gökşen Dershanesi vardı. Dershane ücreti 1200 lira ve peşindi.
Dershaneye kaydoldum, ücretini de peşin ödedim. Dersler akşam saat 19.00 da başlıyor 22.00 de sona eriyordu. Bir iki gün dershaneye gittim. İşin benim için çok zor olduğunu gördüm. İstanbul Bağlarbaşında Yüksek İslam Enstitüsünün yatılı yurdunda kalıyordum. Gündüz okula git, akşam dershaneye iki üç vasıta ile ulaş, yine en az üç vasıta ile Bağlarbaşına dön. Yorgunluktan başım, beynim patlayacak hale geliyordu.
Baktım dershane öğretmenleri de anlatıp geçiyor ve nerede ise soru sarmamıza bile imkan vermeyecek bir yapıdalar. Bizden sadece iyi çalışmamızı istiyorlar. Şu notlara şöyle çalışacaksınız, bu konulara şöyle bakacaksınız.
Nerede ise her gün bizden en az 4-5 saat çalışmamızı istiyorlar. Baktım hem Yüksek İslam Enstitüsünü okumak, hem bu okulun derslerine çalışmak, hem kurslara gitmek, hem kurs derslerine vakit ayırmak imkansız.
Dershane yöneticilerine gittim, paramı verin ayrılmak istiyorum dedim. Parayı veremeyiz dediler. Araya birilerini soktum, rica minnet 1000 liramı aldım. İki yüz lirasının üstüne yattılar. Ben o kadarı da kurtarmış olmaktan ötürü mutlu oldum.
Oturdum Lise 1-2-3 ncü sınıfların bütün kitaplarını temin ettim. Hemen hepsinin özetlerini çıkardım.
Bir defterim vardı ki, görenler hayran oluyordu.
Hemen herkes bu bilgileri öğrenen Üniversite sınavlarını kesin kazanır diyorlardı.
Ben de o 500 sayfalık defterimdeki özet bilgileri adeta ezberlemiştim. Sınavlara girdik ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini çok rahat bir şekilde kazandım.
İki Fakülteyi böylece birlikte okumaya başladım. Hemen belirteyim, Allah kimsenin başına böyle güzel bir bela!!! Vermesin.
İki Fakülteyi birlikte okumak nasıl bir dertmiş o zaman anladım. Her iki fakültenin derslerine yetiş, okul çıkışı otur bunlara çalış, Haziran ayında birlikte başlayan sınavlara gir.
Her şey tamam da Haziran ayında başlayan iki fakültenin sınavlarına nasıl yetiştin diye soranlara, cevabım tabii ki yetişemedim. Birisine girdim, diğerine giremedim.
Çakışan sınavlar sebebiyle adeta kahrolduğum zamanlar oldu. Düşünün bir kere yüzde yüz geçeceğimi bildiğim sınava imkansızlık sebebiyle giremiyorum. Ama insan oğlu işte her türlü zorluğun üstesinden geliyor. Sanki böyle durumda bir ben mi oldum. Hayır. O günlerde İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde okuyan Diyarbakırlı öğrencilerin büyük çoğunluğu ikinci bir fakülteyi bu şekilde bitirdi.
1974 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden mezun oldum. Haydi ver elini Kars.
Kars İmam Hatip Okuluna öğretmen olarak tayin olduğumda henüz 22 yaşında idim.
Ama öyle bir öğretmenlik yaptım ki, o dönem öğrencilerim hala beni hayırla yad ederler.
Özellikle Kur’anı Kerim, Arapça ve İngilizce derslerine giriyordum. Benim ders yaptığım sınıfların yanındaki sınıflardaki öğretmenler çoğu zaman gelip beni uyarmak zorunda kalırlardı.
Zira her bir kelimeyi ben okur, öğrencilerimin toplu olarak tekrar etmelerini isterdim. Tabii ki gürültü olur ve arkadaşlarımız rahat ders yapamazlardı. Ama ben bu metodumdan vazgeçmedim.
Diyeceğim Öğretmenlik gönül işi, medrese usulü ders anlatma, öğrencileri işin içine katma metodumdan ötürü çok yorulurdum.
Akşam evime gittiğimde adeta pestilim çıkmış olurdu. Sadece uykum vardı. Onun dışındaki tüm saatlerimi öğrencilerime ayırırdım.
Bingöl İmam Hatip Okulu ve Diyarbakırın Ali Emiri ortaokulu olmak üzere çeşitli okullarında yaptığım öğretmenlik hayatım, hep bu minval üzere geçti.
Siz canı gönülden öğretmenlik yapmazsanız, insana hakikaten zor gelen eğitim hayatında başarılı olması çok zor.
Yeri gelmiş iken Çermik de okuduğum ilk okuluma döneyim. Öğretmenimiz dışarıdan gelen, yani memur çocuklarına çok itibar ederdi. O psikolojik ortam acaip bir şekilde canımı sıkardı.
Öğretmenimiz bize niye ilgi göstermiyor,bizi niye sevmiyor diye.
Canımın sıkkın olduğu bir günde Allah rahmet etsin babam, niye üzgünsün dedi. Hiç dedim. Tarih dersini anlamıyorum, Baba tarih ne ya dedim.
Babam önce tarihin ne demek olduğunu izah etti. Sonra bana bir Osmanlı tarihi anlattı ki, adeta kanım dondu. Babam tarih dersini bana birkaç gün verdi.
Ben bir cengaver olmuş çıkmıştım… sonra okula gittim. Tarih dersinde konuyu anlatmak için parmak kaldırdım. Öğretmenim sen sus, ne yapacaksın, nereden bileceksin dedi. Öğretmen işte. Perenk Perenk oldum. Hayır ben de biliyorum dedim. Adeta isyan etmiştim. Öğretmen daha fazla dayanamadı, hadi kalk anlat dedi. Anlattım. Sınıfımız buz kesti. Benden başka konuşan yok, ben de coşmuşum, sanki orduları Viyana önlerine taşıyorum. Kimsenin söyleyecek bir sözü kalmamıştı. Öğretmenimiz sen nereden öğrendin bunları dedi.
Babam dedim.
Avukatlığıma Diyarbakır’ın önde gelen bir Avukatının yanında başladım. Çocukları Liseyi bitirmiş veya bitirmek üzereler. Okul durumları itibariyle bir çocukları Üniversiteye girememiş, diğerleri de arkadan geliyor ve aynı sıkıntıyı yaşayacaklarını ifade etti bir gün. Merak etme ağabey dedim. Tanıdığım çok iyi bir Matematik öğretmeni var, onlara kurs aldıralım, inşallah başarılı olurlar. Tamam dedi. Biz çocuklara kurslar aldırdık. Her üç gencimiz Türkiye Üniversitelerinin en iyilerini kazanma imkanı buldular.
Bütün bunlar birer tecrübe.
Ülkede iyi öğretmenler olsun, iyi okullar olsun, iyi yöneticiler olsun, ilim, ahlak, terbiye bazında hiçbir eksik gedik bırakmasınlar, hangi aile götürür de çocuğunu özel bir dershaneye yazdırır, cebinden binlerce lira para verir? Yarın devam ederiz inşallah.