EN GÜZEL ANLAR DOSTLARLA GEÇEN ANLARDIR…

İran Büyükelçilik Müsteşarı “En güzel anlar dostlarla geçen anlardır, diğerleri boş anlardır” diye söze başladı. Dostlarla geçen zamanın önemine işaret etti. Konuşmasını bu minval üzere devam ettirdi.

                                                

Daha sonra bizim Şanlıurfa eski Milletvekilimiz “Aney” Şiirinin yazarı diyeyim daha iyi tanıyasınız, Mehmet Atilla Maraş bir giriş konuşması yaptı. İnsan şair olunca, mensur konuşmaları da şiir gibi oluyor.

İran’ın önde gelen şair ve yazarları, Kültür alışverişi çerçevesinde önümüzdeki günlerin Mevlana haftası olması münasebetiyle Türkiye’yi ziyarete gelmişler.

Dil ve Edebiyat Dergisinin Ankara yönetiminde bulunmam sebebiyle beni de davet ettiler. Daha doğru bir deyim ile Dil ve Edebiyat alanında sözü olan çoğu Parlamenter arkadaşım ile bu toplantıya iştirak etmemizi rica ettiler.

Toplantımız İranlıların Ankara Kızılay Semtinde bulunan Fars Dil ve Edebiyat kurslarının verildiği binada gerçekleşti.

Mehmet Atilla Maraş sunuş konuşmasından sonra sözü bana verdi.

Dost meclisinde bulunmamız münasebeti ile zihnime Dostlarla ilgili dizeler hücum etti. Ancak vah zihnim vah diyecek günlere gelmişiz de haberimiz yok. Aşağıdaki dizeler aklımdan geçti, ancak tümünü anımsadığım için, yarım yamalak şiiri okumak da hoşuma gitmedi. Şimdi yeri gelmiş iken o dizeleri yazayım, siz de “O BİRİSİNİ” çağırmak isterseniz bu dizelerden yararlanabilesiniz.

Ey benim Sultanım özüm,

Hicranım çok gülmez yüzüm,

Yakup oldum ağlar gözüm,

Çağırırım Ey dost seni,

Şimdi cismimden cüdayım,

Kurban canım ben fedayım,

Yusuf gibi kuyudayım,

Çağırırım Ey dost seni.

Gezinirim otağında,

Ateş yanar şu bağrımda,

Musa ile Tur dağında,

Çağırırım Ey dost seni.

Yüzüm gülmez bu dünyada

Kaldım artık ben sılada,

Hüseyinimle Kerbelada

Çağırırım Ey dost seni.

Sözlerime Mevlana Halid’in Farsça yazdığı,

Ya Resulellah çi başed çüvn segi eshabı kehf,

Dahili Cennet şeved der zümrei ashabı to,

O reved der cennet men der cehennem key revast,

O segi eshabı kehf ben segi eshabı to.

Beyti aklıma geldi ve onunla devam ettim.

Anlamı şu.

Ya resulallah, Eshabı Kehfin köpeği,sırf Eshabı Kehfin köpeği olmak haysiyetiyle cennete girsin, ben cehenneme gireyim, hiç uygun olur mu. Eğer o eshabı kehfin köpeği ise, ben de senin köpeğinim. Dizelerini farsça olarak okudum. Bu bağlamda da olsa Resulullahla dostluğa göndermede bulundum. Rabbimizin rahmetini, Efendimizin şefaatini murad ettim.

İran’ın önde gelen şair,yazar ve ediplerinin farsça olarak okuduğum bu dizeler çok hoşlarına gitti. Benden tekrar etmemi istediler.

Ben konuşman esnasında İran edebiyatının büyüklüğüne,nesir ve nazmının o büyüleyici özelliğine kısa değinimlerde bulundum. Ve İranlı büyük edip Firdevsi’nin 50 bin beyitlik Şehname isimli eserini nasıl yazdığına dair bir olayı hikaye ettim.

İran’ın baş veziri bir gün Firdevsiyi çağırır ve ona 50 bin beyitlik bir İran şiiri yazmasını, içerisinde yabancı tek bir kelime olmamasını, bunu yaparsa kendisine büyük atiyelerde, ihsanlarda bulunacağını belirtir.

Firdevsi böyle bir şey yapmanın zorluğunu dile getirir ve görevi kabul etmez.

Olay Şah’ın hoşuna gitmez ve Firdevsinin bir Edip olarak Devletten almış olduğu maaşın kesilmesini, böylece onu istediği eseri yazmaya icbar etmek ister.

Ama Firdevsi maaşının kesilmesine, aç bi ilaç kalmasına rağmen böyle bir eseri meydana getirmesinin imkansız olduğunu söyler.

Zamanla Firdevsinin elinden neyi var, neyi yok alınır. Ailesinden uzaklaştırılır ve hapse atılır.

Firdevsi artık hapistedir.

Günlerini Kur’anı Kerim okuyarak geçirmektedir.

Aradan yıllar geçer, yanına bir başka mahpusu verirler.

Firdevsi adeti olduğu üzere Kur’anı Kerim okumaya başladığında, yanındaki mahpusun ağladığına şahit olur.

Firdevsi bir gün ona “ya arkadaş, ben günlerdir Kur’anı Kerim okuyorum, sen ağlıylorsun, oysa benim gözümden tek bir damla yaş gelmiyor, sen ne mü’min bir insansın, Arapça biliyor musun, Kur’anı Kerimden anlıyor musun” diye sorar.

Adam cevap olarak hayır der.

Firdevsi bu defa “yoksa benim sesim güzel de sen ondan mı etkileniyorsun” diye sorusunu tekrarlar.

Adam hayır senin sesin de güzel değil diye cevaplar.

Peki sen, niçin ben Kur’an okuduğumda sürekli ağlıyorsun diye sorar.

Adam cevap olarak şöyle der.

Bak arkadaş. Senin seyrek sakalların var, Kur’an okurken başını öne arkaya doğru sallıyorsun, işte o zaman benim dışarıda kalan KEÇİM aklıma geliyor, üzüntüm büyüyor, ben ona ağlıyorum deyince;

Firdevsi feryat figan ederek, kendisinin buradan çıkarılması halinde Baş Vezirin istediği 50 bin beyitlik bir Fars divanını yazacağını söyler.

Firdevsiyi hapisten salarlar. O da çıktıktan sonra 50 bin beyitlik ŞEHNAME isimli eserini yazar, diye İranlı dostlara hatırlattım.

Tebessümü aşan gülmeler oldu.

İranlı şair yazar Mücahidi 10 Mecmuadan oluşan şiirlerinin olduğunu ve bu şiirlerin daha çok “Ayin” şiiri tarzında yazıldığını ifade etti. Bu arada 8 yıllık Kutsal mukavemetten sonra(iran-Irak savaşını kastediyor) bu alanda da çok büyük eserlerin verildiğini anlattı.

Şair İsmaili, Türkiye-İran münasebetlerine değindiği konuşmasında, aramızda bir çok ortak payda var. Devletlerin inşa ettiği sınırların gönüller arasına sed çekemeyeceğini ifade etti.

Ortak bir çok paydamız var, bu arada Mevlana Celaleddini Ruminin iki dost ülke insanı arasında büyük bağlar kurduğuna değindi. İran’da şiire ve şaire büyük ehemmiyet verildiğini, bu arada Rehber’in huzurunda her yıl yeni İran şiirinin tanıtımının yapıldığını anlattı.

İran’ın Meşhed kentinden Münire Haşimi, genç İran şairlerinin önemli temsilcisi bir hanımefendi. O yaptığı kısa, ama özlü konuşmasında 20 ciltlik çocuk edebiyatı konusunda eserinin olduğunu söyleyince, doğrusu böylesine genç bir insanın bu kadar büyük bir eseri ne zaman meydana getirdiğini düşündük ve anlatımlarını hepimiz gıpta ile dinledik. Münire hanım aslında Kültürümüz bir, Kıblemiz bir, arada sınırlar olsa da ülkelerimiz bir, duygularımız bir, neden bu birlikteliklerimizi pekiştirmek için gerekli adımları atmıyoruz intizarında bulundu haklı olarak. İran’da çok büyük ve sürekli eserler verilir iken, neden hiçbir Türk yazar veya Şairinin eserinin Farsçaya çevrilmediğini sordu. Aslında bu sorunun altında, Türkiye’nin akamete uğrayan his ve kültür! Dünyasındaki kırılmalara ince bir eleştiri vardı.

Karşılıklı ilişkileri geliştirme ve ziyaretlerde bulunma temennisi ile İran Büyükelçiliğinin “PERSEPOLİS” lokantasında verdiği yemeğe katıldık.

Yemekte İranlıların meşhur sebze çorbaları, mevsim salatası, İranlılara ait iştah açan soslar, İran şiş kebabı, Safranlı Pilav, çay ve tatlı vardı.