FİRAVUNA GİDİN YUMUŞAK SÖYLEYİN
"Bir tarafta hangi çocuğunun öleceğine karar vermek zorunda kalan kadınlar, diğer tarafta batı dünyasının lüks alışveriş merkezlerinde pırlanta sipariş eden kadınlar. Afrika deyince gözünün önünde pırlanta ışıltısı gelenler, kıtanın bugün yaşadığı sorunların da en önemli müsebbipleridir."
Bu sözler Sayın Başbakana ait.
Osmanlının nerede ise dünya ve siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalması ile batı, hem İslam ülkelerini ve hem de Afrika kıtasını bir bütün halinde tepe tepe kullandı.
Emperyalist batı doğunun maddi, manevi ne kadar değeri varsa sömürdü. Azmanlaştı.
Bu sömürü düzeninin hiç kuşkusuz en az üç yüz yıllık bir tarihi var.
Fakat esas soygun birinci dünya harbinin sonunda gerçekleşmeye başladı.
Hala sürüyor.
Doğunun en büyük zenginlik kaynağı olan petrol için bitip tükenmeyen savaşlar devam ediyor.
Sayın Başbakanın dediği gibi Afrikalı kadın bir evladını kurtarmak için, hangi evladını ölüme terk edeceğinin hesabını yaparken, batılı kadın, Afrika kıtasının zengin topraklarından çıkarılan elmaslar, pırlantalar ile gerdanını süslüyor.
Bumudur hak, bumudur adalet, bumudur insanlık.
Emperyalist batı dünyası doğudan çaldıkları ile gününü gün ederken Somalili kadın her gün bir evladını ölüme kurban vermenin acısını yaşıyor.
Şimdi Muammer Kaddafi için elbette bin bir türlü laf söyleniyor. Yaptığı zulümlerden, ülkesinde insan haklarını yok ettiğinden söz ediliyor. Libyaya aşiretler hakimdi. Her aşiretin kendine has kuralları vardı. Bu kuralları Muammer Kaddafi istese de yok sayamazdı. Bu yönü itibariyle Muammer Kaddafi en büyük diktatörlerdendi, Libya insanına inanılmaz zulümler yaptı diyecek çok büyük kanıtlar yok elimizde. Hatta hiç yok. Ama Arap baharı, Sam yazı derken başta Fransa olmak üzere batı dünyası Libya petrolü için bu ülkeye dur durak bilmeyen bombalar yağdırdılar. Türkiye bu ülkeye bomba falan yağdırmadı, ama Muammer Kaddafi rejiminin yıkılacağını görünce, rotayı batıdan yana kırdı.
Sayın Başbakanın Libya ziyaretini duyan Fransa ve İngiltere liderleri hemen kapağı bu ülkeye attılar. Niçin, Müslümanları çok sevdiklerinden, onların inançlarını yaşamada çektikleri sıkıntıdan kurtulmalarına vesile olmaktan duydukları mutluluk sebebiyle mi?
Bu durum karşısında şaşkınlığını gizlemeyen Libyalı yeni yönetici, kimse eski düzenin süreceğini düşünmesin, kimseye bedava petrol yok, hatta ucuz petrol bile yok, bu arada Türkiye gibi ülkeler de bundan sonra Libyada alacakları ihaleler için gardlarını ona göre alsınlar, onlara da koruma yok gibi şeyler söyledi.
Çok seviniriz, çok mutlu oluruz, eyvallah, inşallah bu dediklerin gerçekleşir. Ama kardaş, yağma yok, Muammerin başına bomba yağdıranlar, sana bir bomba bile atmazlar. Bulunduğun makama giderken arabanın lastiğini patlatmak yeter onlar için. Anlıyorsun değil mi?
Şimdi bu Arap baharı adı altında başlatılan fırtına Suriye semalarına ulaştı. Büyük Ortadoğu Projesi Kuzeyden inkıtaa uğrayınca, şimdi güneyden kendisine yol bulmaya çalışıyor.
Batının doymak bilmeyen iştihası, Suriye Liderliğinin akılsızlığı ile birleşince, vay anam diyeceğimiz günlere doğru yelken açmaya başladık.
Sözü Suriye’ye getirmek istiyorum. Daha 3-5 ay öncesine kadar, Sayın Başbakanın başkanlığında 12 Bakanın katılımı ile Suriye yönetimi ile toplantılar düzenlenirken, yani biz bir aileyiz görüntüleri verilirken, şimdi nerede ise düşman hale geldik.
Sayın Başbakan bir süreden beri Suriye ile ilgili önemli, açıklamalar yapıyor.
Ordu Hatay’ta tatbikat yapacak, bu tatbikatı Sayın Başbakan izleyeceğini söyledi. Ama işin en önemli yanı Sayın Başbakanın söylediği bu cümleler.
"Suriye'deki gelişmelere çok da fazla seyirci kalamayız. Mağdur, mazlum, savunmasız insanlara karşı burada ciddi ölümler var. Bunlar devam etsin diyemeyiz. Geçmişte Beşşar Esad’ın babasının Hama'da, Humus'ta yaptığı o zamanki ölümler, şimdi aynen yeniden gündeme geliyor."
Onun bu hassasiyetlerine elbette sonuna kadar katılıyoruz ve Suriye’de Esed rejiminin uygulamalarından büyük şikayetlerimiz var.
Beşşar gemi azıya almış, insanlarına yapmadığını bırakmıyor.
Ben daha önce de bu konuda görüşlerimi yazdım ve Türkiye’nin Şam’a bir nevi karargah kurması gerektiğini ve diplomasinin dilini Esed’e kabul ettirinceye kadar bu işten vazgeçmemesi gerektiğini söyledim.
Dışişleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nin Suriye seferleri elbette çok önemli idi. Onun Sayın Cumhurbaşkanımızdan ve Başbakanımızdan Suriye’ye mesajlar götürmesinin büyük ehemmiyeti vardı. Ama Esed, sanıyorum demokrasi ve insan hakları konusunda daha ileri adımlar atmak ve içerisine düştüğü açmazdan bir kurtuluş yolu bulma hususunda Cumhurbaşkanımızı ve Başbakanımızı yanında görmek istedi.
Esed, Türkiye Başbakanı ile kurmuş olduğu bunca yakınlığa rağmen, dar gününde Sayın Başbakanın değil de, Davutoğlunun diplomaside asla örneği olmayan 6 saati varan bir görüşme trafiğine girmesini küçültücü bir hareket olarak algıladı. Sayın Davutoğlu ne söyledi bilmiyoruz, Esed’den en sonunda "Suriye yeni bir Osmanlı tebaası olmayacaktır" çıkışı geldi.
Şimdi bizimkiler bu sözün ipleri gerdiği ve ilişkilerin kopma noktasına geldiğini söylüyorlar.
Doğu kültürünün en özgün özelliği baskıdan ve üstten bakıştan hazzetmemesidir. O sebeple değil mi ki, Cenabı Allah Hz.Musa ve Hz.Harun’a "Firavuna gidin ve yumuşak söyleyin" demiş.
Suriye, Mısır gibi o topraklardan değil mi?
Benim hiçbir zaman hazzetmediğim Esed ailesi, Suriye’li Müslüman kardeşlerimize gerçekten büyük zulümler yapıyor. Hama’da, Humus’ta 20 bin kişinin bir gecede katlini hiç unutmayacağız.
Diplomasinin kuralları içerisinde kalarak bu zulmün sonuçlandırılması lazım. Bunun için Uluslar arası kuruluşların konu ile en çok alakadar olan Türkiye’ye maddi, manevi ve teknik yardımda bulunması gerekiyor.
Bütün bunlar yapılsa bile Türkiye, Suriye ile bir çatışma ortamına asla girmemelidir. Açık ve net söylüyorum, biz bu işin altından hiçbir şekilde kalkamayız.
İşte bakınız BM Güvenlik Konseyinde yapılan Suriye ilgili toplantıda Rusya ve Çin gibi iki büyük dev, Suriye yönetiminin kınanması hususunda bile gerekli oyu vermediler ve kararı veto ettiler.
Allah korusun Türkiye’nin Suriye’ye bir Askeri müdahalesinde karşısına kimlerin çıkacağı belli olmaz. İran bir cephe açarsa, İsrail boş durur mu? İsrail herhalde İran ile birlik olmaz. O zaman da biz İsrail ile birlikte askeri bir operasyonda mı yer alacağız?
Dimyata pirince giderken, bir anda evdeki bulgurdan olma tehlikesini hepimizin görmesi lazım.