GEORGE SABRA’NIN BEŞŞAR ESED’DEN ÜSTÜNLÜĞÜ NEDİR
Suriye konusunda Türkiye, hiç kendinden beklenmeyen(…….. o kelime yazılmadı) bir tavırla ortaya çıktı. Libya, Tunus, Cezayir, Mısır derken Suriye’ye doğru da esmesi beklenen Arap Baharının meltemi, bir anda burada rüzgara, daha da ötesi fırtınaya dönüştü.
Hemen belirtelim, Arap Baharıyla esen hava, Suriye dışında bir tek Libya’da çok sert esti. Onun sebebi Libya lideri Kaddafi’nin beslenmiş olduğu sert iklimdi. Kaddafinin sahip olduğu bu sert mizaç aynı zamanda batılılar ile kurulan ittifaklar sebebiyle, bunlar asla bir daha akla ziyan kötülük yapmazlar düşüncesinin meydana gelmesine ve adeta Kaddafi’de sarsılmaz bir güvenin oluşmasına sebebiyet verdi.
Bir ABD uçağının kaza kırıma uğranmasında hayatını kaybedenlerle ilgili olarak sorumlu tutulan Libyalılar Kaddafi tarafından batılı güçlere teslim edildi, onlar tarafından yargılanmasına imkan verildi, dahası Libya ABD lilere yüklü tazminatlar ödeyerek sulh ortamı oluşturdu.
Kaddafinin ABD ile kurduğu diyaloğun meyvelerinden istifadede geri kalmak istemeyen Avrupa ülkeleri, başta Fransa, sırf petrol ve onun en büyük getirisi olan Petro Dolarlardan nemalanmak için, onunla sarmaş dolaş olmuş, İtalya Başbakanı Berlusconi Kaddafinin el eteği öpmüştü. Onun bu yaptıkları herhalde kimsenin hatırından çıkmamıştır. Kaddafi ülkesindeki hareketlenmelere çok sert direniş gösterdi. Ama batılı emperyalist güçler, adeta biri birleri ile yarışırcasına Libyaya savaş uçakları ile saldırdılar ve Kaddafi çölün ortasında acımasızca katledildi. Kaddafi katliama maruz kalırken, evlatlarım söyleyin bakalım, ben size ne yaptım diyordu.
Katliamda görev alanları yönlendirenlerin kimler olduğu ve gerçekten sulh sükun içerisindeki Libya’nın neler yaşadığını tarih ve zaman bize veya gelecek nesillere açıklıkla gösterecektir.
Suriye’de hareketlenmeler başlayınca, en kötü ihtimal ile akıllı bir insan olarak Esed’in Kaddafinin prototipi olmayacağı, Kaddafinin başına gelenlerden ders çıkartacağı ve en kısa sürede ülkesini terk edeceği varsayımları yapıldı.
Ama Suriye bir Libya değildi, ülke insanları çöllerle kaplı yüzbinlerce kilometre kare miktarındaki arazilerle biri birlerinden ayrılmamışlardı.
Bu itibarla Suriye’ye düşen ateş topundan sadece Esed’in adamlarının değil, herkesin payına düşeni alacağı bir anda düşünülemedi.
Ve dünya coğrafyasının nerede ise yarısını oluşturan Rusya, Çin ve İran’ın bu oranda Esede arka çıkacakları varsayılmadı.
Bir de Suriye halkının ve özellikle Suriyeli Sünni Din alimlerinin Esede yapılanları haksızlık olarak yorumlayabilecekleri hiç kimsenin aklına gelmedi. Bizler olaya dışarıdan baktığımızda, özellikle basın kuruluşlarının yönlendirmesi ile sanki Suriye’de bir mezhepler savaşı varmış gibi algılıyoruz.
Oysa Suriye Ulusal Konseyinin başında şimdi eski bir Komünist olan George Sabra var.
Baba Esed’in uygulamalarından kaçan ve Golan tepelerindeki köyünde yerleşerek kendisini ilim ve irfan mücadelesine veren büyük mütefekkir Cevdet Said’in Suriye olayları ile ilgili görüşlerini geçen hafta iki makalemde ayrıntılı olarak yazdım.
Cevdet Said’in, büyük İslam Mütefekkiri Bediüzzaman Saidi Nursinin görüşlerine de atıf yapan düşüncelerini size aktarmaya çalışmıştım. Cevdet Said’in Esedler döneminde atılan bir bombanın patlaması sonucu kardeşinin hayatını kaybettiğini ve kendisinin yıllarca hapislerde kaldığını da belirtmiştim. Bütün bunlara rağmen Cevdet Saidín katışıksız Sünni bir Müslüman olduğunda kimsenin şüphesi olmadığını düşünüyorum. Zira onu dinleyip te, yok canım bu da satılmış bir insandır diyenin imanından şüphe ederim. Üstelik Cevdet Said bu son fitne ortamında daha fazla kalamadığı için, Suriye’deki köyünü terk edip, Türkiye’ye geldi. Cevdet Said Suriye olayı ile ilgili olarak “bu büyük bir operasyon, halkımız kan ağlıyor ve insanlar sadece güç mücadelesi yapıyorlar, 60 bin insanımız öldü, bunların manevi sorumluluğunu kim üstlenecek” diye soruyor, silah necistir, kim eline alırsa kirlenir diye de ilave ediyor.
Beşşar Esed zamanında Suriye’de evet demokrasi yoktu, fakat baba Hafız Esed zamanındaki gibi de bir totalirizmden kimse söz edemez.
Ve zaten Batılılar Beşşar Esed zamanının Suriye’ni “terörizime destek veren ülkeler sınıfından” çıkartmışlardı. Bu sebeple değil mi ki, Sayın Başbakan Suriye ile hiç kimsenin tahmin etmeyeceği yakınlık kurdu ve nerede ise yüzyıllık sınırlar kalkacak vaziyete geldi.
Hiç kuşku duymuyorum, batılılar Türkiye’nin bu konumunu çekemediler ve İslam Hilalinin doğuşuna tahammül edemediler. Ayağımıza vurmak üzere hazırladıkları baltayı getirip elimize verdiler.
Stratejik derinlikten falan söz ediliyor. O halde soralım, Suriye bizim kayıp ülkemiz mi idi ki, stratejik derinlikle silah haline gelen kol ve bacaklarımızı ülke içerisine uzattık.
12 Bakanla yapılan ziyarette, her türlü siyasi, sosyal, ekonomik, ticari, insani, ahlaki ilişkiler, ülkesinde despotluk yapan bir insanla mı kuruluyordu. Suriye, Sayın Başbakan döneminde Suriye, Türkiye için en görülür, en iyi ilişkiler kurulur, hatta sınırların kaldırılmasına ramak kalınan ülkesi haline geldi.
Eee bu kadar güçlü bir Türkiye, bu kadar güçlü bir Suriye One Minute çekilen İsrail için gerçek bir sorundu. Türkiye ile Suriye’yi düşman haline getirerek sorunu çözdüler.
Öyle veya böyle, evet Esed bir gün gidecektir. Ya vurularak, ya ülke dışına çıkarak, ya da takdir edilen eceli ile. Bunun zamanını Allah bilir. Ama bu işte Suriye çok büyük kayıplara uğradı. Şu anda 60 bin insan öldü. Daha ne kadar ölecek bilmiyoruz. Ülke viran halde. Ancak bırakın 60 bin kişiyi, 600 kişinin bile ölmesini Sayın Başbakan engelleyebilirdi. Ona bu imkanı vermeyenler, aynı zamanda O’nun ortadağudaki büyük yükselişinin önünü kestiler.Liderliğini engellediler. Bugün Abdullah Öcalan ile ilişki kuran ve bir barış ortamı arayan Türkiye, Esed ile yeniden dolaylı da olsa ilişki kuramaz mı? Kur’anı Kerim kardeşleriniz arasında ihtilaf çıktığında, aralarına girin, sorunu gidermeye çalışın diyor.
Batılıların manevi sorumluluk diye bir kaygıları yoktur. Onlar bu tür tabirlerden asla anlamazlar. Varsa yoksa menfaatleri öndedir. Yani kısa deyimi ile Allah korkuları yoktur. Ama biz öyle değiliz. Hep bugünün yarını var deriz, hesap gününden hazer ederiz.
Ya bir de “George Sabra’nın Beşar Esed’den ne üstünlüğü vardı” gibi bir sual zihnimizi kemirmeye başlarsa… ne yaparız.