GÖZ YAŞINDAN FAZLASI
30 Yıl süren kardeş kavgasının sonuna yaklaşıyormuyuz, kesin olarak belli değil.
Alınan haberlere bakılırsa Abdullah Öcalan’ın yeniden inisiyatif aldığı ve Kandil’in de bu inisiyatife her zaman sıcak baktığı anlaşılıyor.
Ama hemen belirtelim Abdulah Öcalan’ın olayın tek hakimi değil(mi)
İçeride olması sebebiyle eli kolu bağlı.
Eski ihtişamlı günlerinde olayın tek hakimi durumunda idi. Verdiği her karar anında yerine getiriliyordu. İstişare metodu pek geçerli olmadığından elbette büyük hatalar, büyük yanlışlar yapıyordu.
Tutuklanmasından sonra örgüt ile ilişkisinde büyük kesintiler yaşadı. Hele uçakta gözlerini ilk açtığı sırada "ben devletime her türlü yardımı yapmaya hazırırm, üzerime düşeni yaparım" cümleleri belli bir can korkusunun işareti olarak algılandı.Mahkemedeki savunmalarında da bu korkunun izleri vardı. Fakat üzerinden İdam edilme korkusunun kalkmasından sonra olaylara daha bir özgürce yaklaşma imkanı buldu.
Misyonunu hatırladı.
Kürt Milletinin ve haklarının bir can korkusuna feda edilemeyecek kadar büyük ve önemli olduğunun yeniden farkına vardı.
Bu sürede sürekli olarak okudu. Masasının üzerinde Bediüzzaman Hazretlerinin Asayı Musa Kitabının olduğunu biliyorum.
İşin içerisinde silah olmadan olaylara bakma ve düşünebilme yeteneğini oldukça geliştirmiştir sanırım.
Bu çok , ama çok önemlidir.
Silahız düşünebilme, bunun gereklerini yerine getirme, olaylara serinkanlı bakabilmeyi sağlar. Aklınız üstün bildiğiniz fikirlerinizi, düşüncelerinizi kabul ettirme beceresinin gelişmesine imkan verir.
Abdullah Öcalan bunu başardı,Kandilde ve Türkiye dağlarında silahlı elemanlarına bir çok kez dur diyebildi.
Aslında Kandildekilerin de böyle "salim" bir akla ihtiyaçları vardı. Evet silahlar konuşacaktı, ama nereye kadar. Çünkü hiçbir silahın "barışa" imza atma yeteneği yoktu. Eni konu birisinin konuşması gerekirdi. Bu konuda en önemli kişi örgütün başı olan Öcalan’dı. Bu konumunu koruması için azami özen gösterilmesi gerekirdi. Yapıldı da.
Öcalan şimdi sorunun çözümü için DTP yi adres gösteriyor(mu). Bu arada hükümete,Cumhurbaşkanına da bazı göndermelerde bulunuyor. Ergenekona şunu yapın,bunu yapın, onların temizliği için daha çok gayret gösterin , gerçek bir barışın sağlanması için daha önemli adımlar atın , yoksa benim yapacağım bir şey kalmaz, günah benden gider v.s gibi şeyler söylüyor.
Ben bu cümlelerin tehlikeli olduğu kadar, kışkırtıcı olduğunu da düşünüyorum.
Sanki 40 bin insanın ölümünden Ergenekoncular sorumlu imiş ve onlar bütün bu olaylara sebebiyet vermişler gibi anlamlar çıkarttım.
Bu düşüncelerde haklılık payı yok mu? Elbette var.
Faili mechul binlerce olay, onbinlerce ölüm.
Çok fazla ilerilere gitmeye gerek yok. Uğur Mumcu Cinayeti, Turan Dursun K cinayeti,Hablemitoğlu cinayeti,Rahip Santaro, Malatya Zirve yayınevi katliamı,Danıştay saldırısı,darbe ve suikast planları, yer altından, yer üstünden , deniz kıyılarından Türkiye tarihinde olmadığı kadar toplanan silahlar , bu düşüncelerdeki haklılığı ortaya koyuyor.
Ancak.
PKK örgütü bunlarla mücadele etmek için mi kuruldu?
Bu sorunun cevabı elbette hayırdır.
Çünkü şu anda elimizde onlar kötü, senin iyi olduğunu ortaya koyan hiçbir belge ve delil bulunmuyor.
Bu ülkede ŞEHİT ANALARI diye bir kesim var ve bunların sayısı onbinlerle ifade ediliyor maalesef.
Ve onlar hayatını kaybeden evlatları için "iyi oldu" diyecek durumda değiller.
Buradan şu noktaya gelmek istiyorum.
Bu işte hiç kimsenin bencillik yapmasına gerek yok.
Hatta şimdi bencillikten öte büyük fedakarlık yapma zamanı.
İşte o fedakarlığı Hükümet yapıyor.
Sayın Başbakan bu iş neye mal olursa olsun, yeterki akan kan dursun, anaların gözyaşı dinsin diyor.
Ve şu cümleler
"Annenin ideolojisi, annenin sağcılığı, solculuğu yoktur.Her ne sebeple hayatını kaybetmiş olursa olsun Yozgat’taki anneyle , Hakkari’deki anne, oğuları için aynı duaları okuyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa , burada çok ciddi bir yanlış oludğu ortadadır.
Umutlar oluşmuştur, elbette istismar makenizmaları çalışacaktır. Bütün yüreğimle ifade ediyorum,sürecin siyasi riski, siyasi getirisi ve götürüsü her ne olursa olsun, mu meseleyi Türkiye’nin çıkarına, geleceğimiz adına çözmekten başka bir gayemiz yoktur ve olamaz. Bedeli her ne olursa olsun bunu başaracağız.Burada olanlarla, olmayanlarla birlikte başaracağız.
Bizim niyetimiz son derece samimidir.Biz arıtk Botan Çayın’da serinlenmek, Zap suyunda coşmak, Dicle,Fırat, Murat gibi barışa akmak istiyoruz.Cudi dağından yediverenler, Ağrı dağından inşaallah çiğdem toplamak, bu ÇİÇEKLERİ ANNELERİMİZE VERMEK İSTİYORUZ.
Evlat acısından daha büyük acı yoktur.Allah hiç kimseye yaşatmasın"
Evet bu cümleler büyük fedakarlığı ifade ediyor.
Kürtçe kursların açılması, TRT 6(Şeş) in yayına geçmesi, Üniversitelerde Kürdoloji Enstitülerinin kurulmasının yeterli olmadığı ve bunun yanında yeni açılımlar(Mahmur Kampı üzerinden AF) için adımların ardı arkasına atıldığı bir ortamda,
Abdullah Öcalan’ın,
"Şerefli bir barış , onurlu bir birliktelik için, kimse beni düşünmesin. Benim fani vücudumun hayatını kaybedenler yanında hiçbir ehemmiyeti yoktur, ben bu günleri özlüyordum. İşte gerçekleşti. Barış için ardı arkasına adımalar atılır iken "tutukluluğum/hükümlülüğüm" bir engel olarak görülmemelidir. Fikirlerimin serbest olduğu bir ortamda, esaretim fazla sürmez, meraklanmayın" açıklamasını yapması gerekmez mi?
Bu en son ve en büyük çatışmasızlık ortamı , yükselen barış isteklerini taçlandıracak bir sonuca ulaşırsa,
Sayın Başbakana da,
Abdullah Öcalana da,
Alınan haberlere bakılırsa Abdullah Öcalan’ın yeniden inisiyatif aldığı ve Kandil’in de bu inisiyatife her zaman sıcak baktığı anlaşılıyor.
Ama hemen belirtelim Abdulah Öcalan’ın olayın tek hakimi değil(mi)
İçeride olması sebebiyle eli kolu bağlı.
Eski ihtişamlı günlerinde olayın tek hakimi durumunda idi. Verdiği her karar anında yerine getiriliyordu. İstişare metodu pek geçerli olmadığından elbette büyük hatalar, büyük yanlışlar yapıyordu.
Tutuklanmasından sonra örgüt ile ilişkisinde büyük kesintiler yaşadı. Hele uçakta gözlerini ilk açtığı sırada "ben devletime her türlü yardımı yapmaya hazırırm, üzerime düşeni yaparım" cümleleri belli bir can korkusunun işareti olarak algılandı.Mahkemedeki savunmalarında da bu korkunun izleri vardı. Fakat üzerinden İdam edilme korkusunun kalkmasından sonra olaylara daha bir özgürce yaklaşma imkanı buldu.
Misyonunu hatırladı.
Kürt Milletinin ve haklarının bir can korkusuna feda edilemeyecek kadar büyük ve önemli olduğunun yeniden farkına vardı.
Bu sürede sürekli olarak okudu. Masasının üzerinde Bediüzzaman Hazretlerinin Asayı Musa Kitabının olduğunu biliyorum.
İşin içerisinde silah olmadan olaylara bakma ve düşünebilme yeteneğini oldukça geliştirmiştir sanırım.
Bu çok , ama çok önemlidir.
Silahız düşünebilme, bunun gereklerini yerine getirme, olaylara serinkanlı bakabilmeyi sağlar. Aklınız üstün bildiğiniz fikirlerinizi, düşüncelerinizi kabul ettirme beceresinin gelişmesine imkan verir.
Abdullah Öcalan bunu başardı,Kandilde ve Türkiye dağlarında silahlı elemanlarına bir çok kez dur diyebildi.
Aslında Kandildekilerin de böyle "salim" bir akla ihtiyaçları vardı. Evet silahlar konuşacaktı, ama nereye kadar. Çünkü hiçbir silahın "barışa" imza atma yeteneği yoktu. Eni konu birisinin konuşması gerekirdi. Bu konuda en önemli kişi örgütün başı olan Öcalan’dı. Bu konumunu koruması için azami özen gösterilmesi gerekirdi. Yapıldı da.
Öcalan şimdi sorunun çözümü için DTP yi adres gösteriyor(mu). Bu arada hükümete,Cumhurbaşkanına da bazı göndermelerde bulunuyor. Ergenekona şunu yapın,bunu yapın, onların temizliği için daha çok gayret gösterin , gerçek bir barışın sağlanması için daha önemli adımlar atın , yoksa benim yapacağım bir şey kalmaz, günah benden gider v.s gibi şeyler söylüyor.
Ben bu cümlelerin tehlikeli olduğu kadar, kışkırtıcı olduğunu da düşünüyorum.
Sanki 40 bin insanın ölümünden Ergenekoncular sorumlu imiş ve onlar bütün bu olaylara sebebiyet vermişler gibi anlamlar çıkarttım.
Bu düşüncelerde haklılık payı yok mu? Elbette var.
Faili mechul binlerce olay, onbinlerce ölüm.
Çok fazla ilerilere gitmeye gerek yok. Uğur Mumcu Cinayeti, Turan Dursun K cinayeti,Hablemitoğlu cinayeti,Rahip Santaro, Malatya Zirve yayınevi katliamı,Danıştay saldırısı,darbe ve suikast planları, yer altından, yer üstünden , deniz kıyılarından Türkiye tarihinde olmadığı kadar toplanan silahlar , bu düşüncelerdeki haklılığı ortaya koyuyor.
Ancak.
PKK örgütü bunlarla mücadele etmek için mi kuruldu?
Bu sorunun cevabı elbette hayırdır.
Çünkü şu anda elimizde onlar kötü, senin iyi olduğunu ortaya koyan hiçbir belge ve delil bulunmuyor.
Bu ülkede ŞEHİT ANALARI diye bir kesim var ve bunların sayısı onbinlerle ifade ediliyor maalesef.
Ve onlar hayatını kaybeden evlatları için "iyi oldu" diyecek durumda değiller.
Buradan şu noktaya gelmek istiyorum.
Bu işte hiç kimsenin bencillik yapmasına gerek yok.
Hatta şimdi bencillikten öte büyük fedakarlık yapma zamanı.
İşte o fedakarlığı Hükümet yapıyor.
Sayın Başbakan bu iş neye mal olursa olsun, yeterki akan kan dursun, anaların gözyaşı dinsin diyor.
Ve şu cümleler
"Annenin ideolojisi, annenin sağcılığı, solculuğu yoktur.Her ne sebeple hayatını kaybetmiş olursa olsun Yozgat’taki anneyle , Hakkari’deki anne, oğuları için aynı duaları okuyorsa, cemaat aynı kıbleye dönüyorsa , burada çok ciddi bir yanlış oludğu ortadadır.
Umutlar oluşmuştur, elbette istismar makenizmaları çalışacaktır. Bütün yüreğimle ifade ediyorum,sürecin siyasi riski, siyasi getirisi ve götürüsü her ne olursa olsun, mu meseleyi Türkiye’nin çıkarına, geleceğimiz adına çözmekten başka bir gayemiz yoktur ve olamaz. Bedeli her ne olursa olsun bunu başaracağız.Burada olanlarla, olmayanlarla birlikte başaracağız.
Bizim niyetimiz son derece samimidir.Biz arıtk Botan Çayın’da serinlenmek, Zap suyunda coşmak, Dicle,Fırat, Murat gibi barışa akmak istiyoruz.Cudi dağından yediverenler, Ağrı dağından inşaallah çiğdem toplamak, bu ÇİÇEKLERİ ANNELERİMİZE VERMEK İSTİYORUZ.
Evlat acısından daha büyük acı yoktur.Allah hiç kimseye yaşatmasın"
Evet bu cümleler büyük fedakarlığı ifade ediyor.
Kürtçe kursların açılması, TRT 6(Şeş) in yayına geçmesi, Üniversitelerde Kürdoloji Enstitülerinin kurulmasının yeterli olmadığı ve bunun yanında yeni açılımlar(Mahmur Kampı üzerinden AF) için adımların ardı arkasına atıldığı bir ortamda,
Abdullah Öcalan’ın,
"Şerefli bir barış , onurlu bir birliktelik için, kimse beni düşünmesin. Benim fani vücudumun hayatını kaybedenler yanında hiçbir ehemmiyeti yoktur, ben bu günleri özlüyordum. İşte gerçekleşti. Barış için ardı arkasına adımalar atılır iken "tutukluluğum/hükümlülüğüm" bir engel olarak görülmemelidir. Fikirlerimin serbest olduğu bir ortamda, esaretim fazla sürmez, meraklanmayın" açıklamasını yapması gerekmez mi?
Bu en son ve en büyük çatışmasızlık ortamı , yükselen barış isteklerini taçlandıracak bir sonuca ulaşırsa,
Sayın Başbakana da,
Abdullah Öcalana da,
NOBEL BARIŞ ÖDÜLÜ GELİR
Dün Meclis Ak Parti Gurubunda Sayın Başbakan konuşur iken başta Bülent Abi olmak üzere Milletvekilleri göz yaşlarını tutamadılar.
Haklılar.
Ama bu iş gerçek bir barış ile neticelenebilir ise, inanın göz yaşından fazlasını hakkeder.
Zaten Sayın Başbakan gözyaşından fazlasını ifade eden, neye mal olursa olsun demiyor mu?
TAZİYETİMDİR: Beni her gördüğünde sıkı sıkıya göğsüne bastıran ve kalbini göstererek "aha sen işte buramın vekilisin" iltifatında bulunan Sait Şanlı beyefendi rabbine yürüdü. Allah rahmet etsin, yeri Cennet olsun. Başta ailesinin, sonra Milletimizin başı sağ olsun. El Fatiha.
Yazarın Önceki Yazıları