GÜNAHTIR

İki yaşında iken Çermikten babamın işi sebebiyle Elazığ’a gitmişiz. Diyarbakır Garajı ve Otelini işletmiş babam.
Elazığlıların meydan dedikleri yerin alt tarafındaydı evimiz.
Komşularımızdan birisinin Deli Memet isminde bir oğulları vardı. Deli mi, Veli mi idi bilmiyorum.
Sabah erkenden sokak içerisinden Nimet, Cavit, Suna, Nursine, Kozet, Ayla diye bağırır, işte simidiniz burada derdi.
Ben bu sese çok alışmıştım. Hatta sanki aşık olmuştum.
Deli Memed’in sesini duyar, tamam geliyorum der, o güvenle yeniden uykuya dalardım. O ses sanki ilaç gibi gelirdi.
Çünkü hemen inmesen, Deli Memed’in elinden simidimi almasam bile, onun oturmaktan yorulup, kalkıp giderken, simitlerimizi evimizin "taka"sına bıkartığını bilirdim.
Uyanıp aşağı indiğimde anam elime bir şeyler tutuşturur, Deli Memed’e ver derdi. Bunların para olduğunu daha sonraları idrak ettim.
Hemen her gün sokakta Ermeni Komşumuz ,Anamın en iyi arkadaşı Aznif Abla’nın çocukları Kozet, Ayla ve diğer komşularımızın kızları Suna , Nursine ile simit yemek bugün bile özlediğim bir şeydir.
Ben 5 yaşımda iken yeniden Çermik’e döndük.
Kader bu ya, bir süre sonra ablamı Elazığ’a gelin verdik. Gidiş gelişler yine hızladı ve Aznif Abla ile anamın görüşmeleri hiç kesilmedi.
Sonra onlar İstanbul’a göç ettiler.
Bizden de ağabeyim İstanbula tayinen gitti.Feriköy semtinde oturmaya başladı. Annem de onunla beraber.
Aznif Hanımlar da Feriköy’te otururlarmış. Yine bir birlerini buldular. Ve her ikisi de vefat edinceye kadar biri birleri ile iki kardeş gibi geçindiler.
Annem okula gitmemiş, Çüngüş’te Mahalle hocasından ve anasından Kur’an öğrenmişti. Allah rahmet etsin en fazla 10 günde bir hatim indirirdi.
Aznif hanımın da okuma yazması yoktu. Yani o da okula gitmemişti.
Ben bu olayı çok düşündüm.
Biri Ermeni/Hırıstiyan/ , diğeri 10 günde bir hatim indiren bir Müslüman. Nasıl böyle biribirleri ile kardeşten öte samimi oldular ve vefat edinceye kadar biri birlerinden hiç kopmadılar.
Ulaştığım sonuç şu oldu.
Bu iki hanım, eğer bu sistemin eğitiminden geçmiş olsalardı, biri birlerine kesinlikle "düşman" olurlardı.
Bu aile ile olan dostluğumuzun benim ruh dünyamda, meselelere bakış açımda ve kültürel dokumun oluşmasında büyük tesiri vardır.
Yaratılanı Yaradandan ötürü hoş görmek ve öylece kabul etmek.
Dün Nevroz’du.
Kutlamaların en görkemlisi Diyarbakır’da yapıldı.
Kutlamalar sırasında hemen hemen hiçbir taşkınlığın yaşanmaması, düzenleyenler adına büyük bir artı puan oldu.
Bu arada eski, yeni vekillerle her hafta yaptığımız mutad toplantıda, göreceksiniz Diyarbakır kutlamalarında en küçük bir olumsuzluk cereyan etmeyecek, yeter ki ilgililer tarafından yersiz müdahaleler söz konusu olmasın düşüncemin gerçekleşmesinden ötürü de büyük mutluluk duyduğumu belirtmek istiyorum.
Diyarbakır Nevroz kutmalarında iki çok önemli cümle, iki kıymetli siyasetçiden geldi.
Diyarbakır Belediye Başkanı Sayın Osman Baydemir "Kürtlerin Türklere, Türklerin Kürtlere kurşun sıkması Günahtır" dedi.
Bu kavram üzerinde hem Kürt’lerin , hem de Türk’lerin özenle durması gerekir.
İdeallerinizi, ülkülerinizi, eylemlerinizi, hayata bakış açınızı "günah" kavramı üzerinden şekillendirmek bizim müşterek kültürümüze ait bir şeydir.
Ve bu güne kadar oluşturduğumuz birlikteliğimizin ana harcı budur.
Sayın Başkanın bu harca vurgu yapması, gelinen noktada çaremizin, ümidimizin tükenmediğini  ortaya koyuyor.
Gerçekten Kürd’ün Türk’e, Türk’ün Kürd’e kurşun sıkmasının sebebi, her iki taraf aktörlerinin "o müşterek ve aynı zamanda ebediyetimizin tükenmez değerine" olan yabancılıkları idi.
Bir taraf Marksist Leninist düşünce ,diğer taraf Kemalist Nasyonal Sosyalist inanç/kısmi iman/tarzının olaylara yaklaşım biçimi, 40 bine yakın insanımızın ölümüne, 300 Milyar doları aşkın paramızın kaybına yol açtı.
Burada hiç kuşkusuz gerçek Müslüman Kürtlerle, gerçek Müslüman Türkler  kavga etmediler.
Bu ülkede marksist-leninist düşünce ile nasyonal sosyalist/militer-milliyetçi/ inancın kavgasına şahit olduk.
Eğer biz "günah" kavramından yola çıkarak hareketlerimizi dizayn etmiş olsa idik, Kürtlerin ve sahip oldukları değerlerin de Allah’ın bir "ayeti" olduğunu düşünecek ,gelişmelerini sağlamak için her türlü çabayı gösterecektik ve Müslüman Türk kardeşlerimize kurşun sıkmanın ne büyük aymazlık olduğunu farkedecektik.
Ama maalesef bu yapılmadı, çok büyük kayba, hatta hüsrana uğradık.
Şimdi bu ülkede kim ne kazandı diye sorduğumuzda, vereceğimiz tek bir cevap var.
Herkesin kazandığı kendi hesabına "büyük günah" tır.
Nevroz’da diğer çok önemli bir cümle de Sayın Selahattin Demirtaş’tan geldi.
Selahattin Bey "Sayın Başbakana sesleniyorum, milliyetçi söylemleri bir tarafa bırakalım ve 2011 nevzorunda bu meydanda Asker Anneleri ile Gerilla annelerini el ele tutuşturalım, bayramamızı kutlayalım" dedi.
Sevgili Selahattin Bey , siz de gayet iyi biliyorsunuz ki, Ordunun silah bırakması gibi bir şey mümkün değil. Detayına girmeyeyim, işin içinden çıkamam, dolayısı ile altından kalkamam. Ama örgüt silah bırakır ve karşılığında Devlet de bir "umumi affa" benzer adım atarsa, niye olmasın. Çok güzel olur.
Hayatımızda gördüğümüz göreceğimiz en büyük baryam bu olur.
Seküler laizsizmle bir ilgisi olmayan alt katmanlardaki halk kesimleri bu bayramı inanın her sene Ramazan ve Kurban Bayramlarında olsun,doya doya yaşıyor.
Şimdi sıra çatıdakilerin "nevrozu" aynı bilinçle kutlamaya hazır olduklarını gösterecek adımları atmalarında.
Anahtar Osman beyin söylediği o kavramda gizli. Ayıptır, "Günah"tır.