İMAM HATİPLİ OLMAK(2)

18 Şubat 2013 tarihinde Gazeteniz SÖZ de Diyarbakır İmam Hatipliler İslam/Kürt sorununu konuştu bir makale yazmıştım. O makaleyi okuyanlardan birisi olan Ramazan Yeşil beni aradı, daha sonra da ziyaret etti.

Ya ağabey hem yazı hoşuma gitti ve hem de Ankara’da yaşayan Diyarbakır İmam Hatip Okulu mezunlarından tespit edebildiklerimizi bir araya getirsek, yeni bir tanışma olsa ve bunu sürekli hale getirsek nasıl olur diye fikrimi sordu.

Ben de böyle bir toplantının yapılmasının iyi olacağını, ancak tecrübelerle sabit ki, devam ettirilmesinin güç olacağını söyledim.

Ramazan bey “gelin yola çıkmış, ya nasip demiş” anlamında bir şeyler söyledi.

Ve nihayet uzun hazırlıklar sonrasında 09. Kasım.2013 günü TBMM sinin yazlık lokanta kısmında 50 ye yakın arkadaş ile toplandık.

Toplantımızda pek tabii tanımadıklarımız, tanıdıklarımızdan fazla.

Aradan nerede ise 45 sene geçmiş.

İnsan kendi dönemlerinde okuyanları bile tanımakta zorluk çekiyor.

Ama tanımasak, tanışmasak da herkesin üzerinde öyle manevi bir hava var ki, Diyarbakır’ın, İmam Hatip Okulunun hatemi yüzlerde parıl parıl parıldıyor.

Simalar güleç, bir araya gelmekten oldukça mutlu, memnun.

Birçok insan Kemal Gündoğdu Hocaya geliyor, kendisini tanıtıyor, elini öpmek istiyorlar. Kemal Hoca el öpmek isteyen arkadaşlara büyük bir nezaketle karşı çıkıyor, elini çekiyor, onlar da hocanın elini.

Hoca zayıf, hoca nahif.             

O güçlü çekiştirme ve el öpme seramonilerinin bir kısmına karşı koyamıyor.

El dudaklarda, ardından başlarda.

Ne güzel bir tablo.

İnsanlara bir şeyler verebilmiş olmak, hele bu İslami bilgi ve terbiyeye ilişkin ise, hiç ama hiç özelliğini yitirmiyor. İlk günün edep ve adabı içerisinde saygıyı hakkediyor.

Kemal Hoca bizim mezun olduğumuz yıl, Diyarbakır İmam Hatip Okuluna yeniden bu defa Müdür olarak tayin edildi. Benim 1963 yılında okumaya başladığım yıldan önce de okulumuzda öğretmen olarak görev yapmış.

Benim kendisini tanımadığım arkadaşlardan birisi, hemen Kemal hoca ile ilgili bir anısını anlattı.

Hoca öğrencileri, yeni okulun öğrenci giriş kapısının bulunduğu alanda toplarmış ve saç kesme merasimi ile ilgili görüşünü açıklarmış.

“Çocuklar biliyorsunuz, okulumuzun bir takım kuralları vardır. Öğrenciler bu kurallara harfiyen uymak zorundadır. Saçlar kesilecek, o kadar. Şunu söyleyeyim, üç çeşit insan vardır. Birisi bizim bu uyarılarımızı dikkate alarak söz dinleyenler, hemen okul bitiminde berbere koşarlar saçlarını kestirirler. İkinci kısım söz dinlemeye meyyal olanlar. Onlar arkadaşlarının saçlarını kesmesinden sonra, sıranın kendilerine geldiğini kabul ederler, ikinci uyarı sonrasında gidip saçlarını kestirirler. Bir sonraki döneme söz dinlemeyen ve saçını kestirmeyen çok az insan kalır, onların da akibeti bellidir, buraya çıkarlar yanaklarını nurdan ellerimize uzatırlar. Bu sonuç değişmez” dermiş.

Hocanın yüzüne karşı bunu anlattı ve hepimiz çocukluk günlerimizin o bitip tükenmeyen saç kesme merasimlerini tebessümle andık.

O esnada anlatmadım ama bizim sınıfımızda da çok kereler makaslarla sınıfa girip kısmi traş yapma eylemleri gerçekleştirilirdi. Bizden büyük yaşta olan ve her ikisi de şimdi rahmete kavuşmuş Hamit Eker ve Ömer Yıldız isimli arkadaşlarımız vardı. Biz aynı sınıfta okumamıza rağmen, yaşları büyük olduğundan onlara ağabey derdik. Hocalar saç kesme işinde çoğu kez onları görmezden gelirlerdi. Fakat kimi hocalar da onlara gıcık olurdu. Bir keresinde onların da saçları tam ortadan kesildi, dolunay gibi ikiye ayrıldı. Çok gülmüştük. Onlar da sanki hayatlarının en büyük utancını yaşamışlardı.

Toplantımıza bizim de bir süreliğine hocalığımızı yapan Zülfikar Anık, Ortadoğu Teknik Üniversitesinde Felsefe Profesörü olarak görev yapan birlikte mezun olduğumuz Yasin Ceylan, iyi bir Ansiklopedist sınıf arkadaşım İhsan Işık, bizden üç devre sonra okula başlayan Mehmet Burhan, Asım Kızılay, ANAP tan Milletvekilliği yapan Abdulbaki Erdoğmuş, Tarım bakanlığında görevli Cahit Zilan, ANAP tan dört dönem Ankara Milletvekilliği yapan Mehmet Sağdıç, bir ara Diyarbakır Yenişehir Belediye Başkan vekilliği yapan Abdülmenaf Değer, Ak Parti 22.Dönem Bingöl Milletvekilliği yapan Abdurrahman Anık, TBMM sinde Daire Başkanlığı görevi yapmakta olan Ahmet Yıldız, dönemimizde olmamakla birlikte bizim meşhur Ahmet Oğuz’un ismini taşıyan yeğeni Ahmet Oğuz, Aziz Karakaş, okulumuzda güzel Kur’anı Kerim okuduğunu hatırladığım Niğdeli Cemil Güzel, Sincan Belediyesinde Şinkent Genel Müdürü Mehmet Alyüz, okulumuz mezunu olmamakla birlikte nasiyei hali itibariyle hepimizin İmam Hatipli olarak bildiğimiz

Tarım Bakanımızın danışmanı Mahmut Satılış ve toplantıyı organize etmek için olağanüstü çaba harcayan Ramazan Yeşil de vardı. Toplantıya katılıp da isimlerini yazamadıklarım lütfen beni bağışlasın. Bir toplantıda ismen ve cismen herkesi tanımak mümkün olmuyor.

Toplantının açılış konuşmasını Abdurrahman Anık hoca yaptı ve sözü Kemal Gündoğdu hocaya verdi.

Kemal hoca, Diyarbakır’ın bir kültür ve medeniyet şehri olduğunu, birçok kavmin ve kültürün bu şehirde meczolduğunu, kültürel dokusundaki bu çeşitlilik sebebiyle orada yaşayanların, hele İmam Hatip Okulu gibi bir eğitim kurumundan geçenlerin çok bilgili, çok görgülü, çok efendi, çok ince, çok zarif, hatta bilge insanlar olduğunu söyledi. Emekli olmasına rağmen çeşitli alanlarda çalışmalar yaptığını, bir an olsun durmadığını ifade etti. Ayrılır iken ayak üstü sohbet sırasında yazdığı bir kitapla ilgili olarak, Yahudilerin ve Hırıstiyanların kendi kendilerine bu sıfatı taktıklarını ifade etti. Kur’an da bu tabirlerin geçmediğini söyledi.Ben bir tashihat yaptım, Hıristiyanlar için Nasara, Nasrani isimlerinin kullanıldığını, ancak Yahudi tabirinin bir çok yerde aynen geçtiğini, mesela “Ma kane İbrahiymu yahudiyyen vela Nasraniyyen velakin kane hanifen müslima-İbrahim ne Yahudi ve ne de Nasrani idi, o hanif bir Müslümandı- ayetini okudum. Doğru dedi.

Devlet eski Bakanımız Mehmet Kahraman beyin toplantıdan haberi yokmuş. Zülfükar hoca telefon ederek çağırdı. O da koşa koşa geldi. Hepimiz çok mutlu olduk. Ayak üstü sohbet esnasında Yasin Ceylan Zülfükar hocaya, ya hoca siz o zaman kahraman insanlarmışsınız, biz sonradan fark ettik dedi.

Arkadaşlar kısa kısa cümlelerle kendilerini tanıttılar. Bir iki cümle ilavesiyle, hemen herkes Diyarbakır’ın önemine, İmam Hatipli olmanın erdemine işaret eti. Emekli olan arkadaşlar, şunu yaptım, bunu yaptım, şöyle çalıştım,böyle koşturdum, ama şimdi bir şey yapmıyorum deyince, espiriyi patlattım “bütün bu çalışmalar boşta gezmek içindir” dedim. Çok güldük.

Pek tabii bendeniz de bir şeyler söyledim.

Arapça bir deyişte “insan dostları ile olduğu zaman fincan kadar olan yer meydandır. Ama düşmanlar ile meydanlar zindandır” dedim. Biz şimdi dostlarımız ile beraberiz, hava soğuk, fakat öyle bir samimiyet var ki, her şeyin üstesinden gelecek kadar havayı ısıtıyor. Madem bizi buraya getiren Diyarbakır ve madem İmam Hatipliliğin bize kattıkları. O halde ben o günlerde bütün İmam Hatiplilerin şiir yazma konusundaki hevesinden mülhem olarak kaleme aldığım bir iki dörtlüğü size okuyayım

Karaamitmiş bir zamanlar adı bu diyarın,

Hayranıyım dört bir tarafını çevreleyen surların,

İçerisine sokulur dört bir yandan ince yollar,

Çakıllı yollarına ağıtlar yazmış eski ozanlar

Keten pantolon kırmızı gömlekle yolculuk Amidaya,

Araba takır tukur bütün özlemimi bıraktı tozlu yollara,

Zar zor da olsa Dağkapısına ulaştırdı bizi ustamız,

Orda Urfa, Mardin, Siverek, Elaziz naraları hurra.

Ava cemidi ava buuzz.

Çakmak taşı benzin var, sigara kağıdı kimde var.