İRTİCA KAZANI
Yahudi dindarları Şabat/Cumartesi/günü hayvansal gıdalar yemezler, yağlı ve hamur işlerinden uzak dururlar,iş yapmazlar, mümkün olduğu kadar günü ibadet ve istirahatle geçirirler. Çünkü Allah kainat ile birlikte dünyayı yaratırken 6 gün çalışmış, çabalamış, 7.gün istirahate çekilmiş!!! Şimdi kainat dediğiniz şey öylesine büyük, öylesine meçhul,öylesine keşfi imkansız bir yapıya sahip ki, bugünün en gelişmiş teknik imkanları ile,hala keşfedilmeyen yıldızlar, kehkeşanlar, seyyareler var. Hadi bilemediklerimizi bir tarafa bırakalım şu her gün çaylarımıza attığımız bir kesme şekerini atomlarına , elektron ve protonlarına ayırsaydık/ayırabilseydik/ dünyamızın üzerini tamamen kapatacak ve yarım metre kalınlık oluşturacak bir kum tabakasının oluştuğunu görmüş olurduk. Böylesine bir gücün sahibinin 6 gün çalışıp, yedinci gün istirahete çekildiğini/yani yorulduğunu/düşünmek bizim gibi aciz kulların işidir işte.
Buna benzer bir fetişizm bizde de var. Özellikle Atatürk ile ilgili olanlar, akıllara durgunluk verecek bir İrticayı yansıtıyor. Her halükarda onu dokunulmaz kılmak, direkt olarak onunla ilgili olmayan konularda bile, bir münasebetini bulup ilişki sağlamak, tabir caiz ise onu put haline getirmek ve buradan ilk fırsatta siyasi rant devşirmek veya siyasi rakiplerini bu yolla dar ağacına çekmek gerçek bir bağnazlığı yansıtıyor. Böylesine kurnazlıklar, dünyanın başka hangi ülkesinde var/mı? bilmiyorum.
Hükümetin yapmayı düşündüğü demokratik açılım paketi ile ilgili olarak TBMM sinde 10 Kasım günü bir genel görüşme yapılacak. Hükümetin bu genel görüşme talebine ilişkin olarak Meclise sunulan önergede hepimizin çok duymak istediği hususlar, çözümünü beklediğimiz problemlerin altından nasıl kalkılacağına dair çabalar var.
Şu cümleler o önergeden "Milli birlik ve beraberliğimize kasteden, milletimizi iyrıştırmayı amaçlayayan teröre karış yıllardır taviz verilmeden yürütülen mücadele sonuunda ve bugün gelinen noktada sorunun çözümü konusunda uygun bir ortam oluşmuştur. Terör sorununun çözümüne ve bu konuda toplumsal mutabakat sürecinin oluşturulmasına yönelik olarak başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere siyasi parti liderlerinden, sivil toplum kuruluşlarına va vatandaşlarımıza kadar herkes tarafından çok olumlu bir yaklaşım sergilenmiş ve toplumsal beklenti oluşmuştur. Demokratik açılım çerçevesinde atılmış ,atılmakta ve atılacak olan tüm adımlar, ülkemizdeki huzur ve güvenin, kardeşli v dayanışmanın, birlik ve bütünlğün bir arada yaşama iradesinin pekiştirilmesine , en önemlisi bu iradenin bizden sonraki nesillere miras bırakılmasına yöneliktir"
Şöyle bir çevremize baktığımızda son 30 yılda çektiğimiz acıları, bizden başka bu kadar çeken/yaşayan/ başka ülke yok. Biz de biraz akıllandık, biraz iz’an sahibi olduk. Başımızdaki büyük sıkıntıyı gidermeye çalışıyoruz. Uygun bir ortamda oluşmuş durumda. Herkes çok ama çok yoruldu. Kuzey Irak Kandil Dağlarında bulunanlar da bu iş bitsin diyor. Bu yönlü irade hiçbir zaman bu kadar açık ve net bir şekilde kendisini belli etmemişti. Hep barış isteniyor havaları veriliyor, fakat "karşı taraf bunu istemedi" argümanları ileri sürülerek, bir şekilde geri adımlar atılıyordu. Fakat şimdi gerçekten öyle değil. Hem hükümet kanadında, hem Devlet Katında ve hem de karşı tarafta ciddi manada "artık gerçek bir barış olsun" iradesi, niyeti, arzusu var. Çünkü hiç kimse bir bütünselik içerisinde "ben istiyorum, ama diğeri istemiyor"diyecek bir durumda değil.Hükümet önümüzdeki haftayı zaten bu işe ayıracağını uzun zamandan beri ilan etmişti.
Salı günü Meclisin normal çalışma zamanı. O gün konunun mecliste görüşülmesi önerilmiş.
CHP ve MHP "Vay siz Atatürk’ün ölüm gününde teröristlere sevinç yaşatmak istiyorsunuz, bakın Cumhuriyetin kurucusunun ölüm gününü bir kabusa çevirmek niyetindesiniz, Atatürk’ün getirmiş olduğu açılımların üzerine açılım mı olurmuş, ulu önderin kemikleri o gün bir daha sızlayacak" biçiminde sözlerle yine milletin zihnini bulundırmaya başladılar.
Şimdi bu düşüncelerin çağrıştırdıklarına bir bakalım.
Madem Atatürk’ün getirdiği açılımlar başımızdan fazla o halde Meclis hiç çalışmasın, kanun çıkartmasın,dünyanın gelişmelerine uzak kalsın deme lüksümüz var mı?
Atatürk’ün öldüğü günü,fetişist bir düşünce ile değerlendiren CHP ve MHP lilere şunları sormamlıyız.
O gün kahvaltı yapıyormusunuz?
Yıkanıyormusunuz?
Günlük rutin işlerinizi takip ediyormusunuz?
Ticaretinize devam ediyormusunuz?
Yeri geldiğinde araziler alıp, apartmanlar satıyormusunuz?
Çoluk çocuğunuzun ihtiyaçlarını giderme konusunda cansiperane çabadan geri duruyormusunuz?
Gülüp , eğleniyormusunuz?
Yoksa karalar bağlayıp,sabahtan akşama miskin ,miskin oturuyormusunuz.
TBMM si bundan önce de 10 Kasım günlerinde rutin çalışmalarına devam etmiştir.
Ben öyle inanıyorum ki, Atatürk yaşasaydı kendisini put haline getirmek isteyenleri sopalarla kovalar, bir daha böyle düşüncelerle karşıma çıkmayın derdi. Bir taraftan Atatürk’ü en büyük devrimci olarak kabul edip, statükonun kırılmasını sağladığını söyleyeceksiniz, ama öbür taraftan da her türlü statükocu düşüneleri hakim kılmak için var gücünüzle Atatürk’ü kullanacaksınız…
Bunun adı Atatürk’ü kullanarak İrtica Kazanına odun taşıyıcılıktan başka bir şey değildir.
CUMHURBAŞKANI’NIN TUNCELİ GEZİSİ.
Düşünsenize 19 yıl aradan sonra ilk defa,ülkemizin bu çok önemli iline,bir Cumhurbaşkanı gidiyor.
Tunceli ili zengin doğası, tabii kaynakları, kültürel dokusunun çeşitliliği ile ülkemizin en renkli illerinden birisi.
Bu ilin insanları biz itilmişiz, biz kakılmışız diyorlarsa, yalan , yanlış mı söylüyorlar. 19 yıl süre ile ülkenin Cumhurbaşkanının buralara gelmemesi,halkın derdini dinlememesi, ilk elden sorunları yerinde teşhis etmeye çalışmaması ne demektir? Sayın Büyüklerimiz bir de yılda kaç kez Antalya’ya gittiklerine baksınlar. Antalya’nın bitmeyen, tükenmeyen sorunları mı var? Yooo. Ya ne var? Antalya’nın denizi var, güzel güzel otelleri var, otellerinin moteli, motellerinin hamamı, fitnesi, saunası var. Sorumluluk mevkiinde bulunan insanlar, sorunsuz yerlere mi giderler, yoksa Devletin ihmali sebebiyle geri kalmış yörelere mi? Hz.Ömer omuzuna vurduğu Un Çuvalı ile zenginlerin kapısını değil, fakir fukaranın eşiğini aşındırıyordu.
Tunceli ili Mahalli seçimler öncesinde kendilerine dağıtılan buzdolabı, çamaşır makinası , bulaşık makinaları ile gündeme gelmişlerdi. Tam o sırada kendisine çamaşır makinası verilen bir kadın, "keşke bizlere teker teker buzdolabı, çamaşır makinası verileceğine, bu paraların toplamı ile iş, aş üretecek fabrikalar yapılması sağlansaydı,daha çok memnun olurduk" demişti. Ne diyelim aklın yolu bir.
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül bey bu açığı gayet güzel gördü ve Tunceli’yi ziyaret etti. İnşallah Mahalli Yöneticilerimiz, ilin Valisi v.s Sayın Cumhurbaşkanımıza bu konudaki açıklarını anlatma imkanı bulmuşlardır. Veya Sayın Cumhurbaşkanımız, geliriniz nedir, gideriniz nedir, ne yer , ne içersiniz, nasıl geçinirsiniz diye sormuştur. Ben öyle inanıyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanımız "köyü görmüş, kılavuzun neler yapması gerektiğini" not etmiştir.
Tunceli’ler Sayın Cumhurbaşkanımızı "duyarlılığı" sebebiyle kelimenin tam deyimi bağırlarına basmışlar. İlk görüntüler bu intibayı fazlası ile verdi. Sayın Cumhurbaşkanımız da bu sıcaklığı bizlere kadar taşıdı. Teşekkür ederiz.