İŞİN DİYARBAKIR AYAĞI NE OLACAK

28 Şubat sürecinde bir çok kişi gibi bendeniz de nasibimi aldım. Öylesine rezil bir süreçti ki, mensubu olduğumuz Baroya bile başımıza gelenleri anlatamadık. Zira kimin eli kimin cebinde, olan biteni anlatır isek, başımıza başka neler gelir bilmiyorduk.

O süreçte bir iş için İstanbul’a gitmiştim.

Evden aradılar, ellerinde telsiz olan üç zebellah gibi herif geldi. Biz bir hırsızlık olayı için geldik. Burada 20 li yaşlarda Çermikli birisi oturuyor mu, olayı araştırıyoruz da deyince, hanım, Evet burada bir Çermikli oturuyor, 20 li yaşlarda değil 40 na merdiven dayadı, hırsız değil Avukat deyince, özür dileriz tamam anladık deyip gerisin geri dönmüşler.

Ama istediklerini elde ederek.

Yani adamlar o zamanki görevlilerin yer tespiti yaptırma işini başarı ile neticelendirmişler ve meramlarına ulaşmışlardı.

Bunun üzerine ben hanıma “bundan böyle tanımadığın kişilere kapını açma ve cevap da verme, geliyorum” dedim.

Diyarbakır’a dönünce bir Avukat ağabey “Cavit hadi geçmiş olsun, ev ve işyeri araması yapılması konusunda Savcı Nihat Çakar’ın girişimi Mahkemeden geri döndü. 1 Nolu DGM onun talebini reddetti, 2 nolu Mahkemeye itiraz etti, onlar da red talebini yerinde gördüler. Ancak 4 nolu DGM telefonlarımızın dinlenmesine karar verdi,haberin olsun” dedi.

Tamam ağabey sen merak etme, ben gereğini yaparım dedim.

Ondan sonra ev ve işleri telefonlarım çalınca veya ben açtığımda, önce bir sessizlik ve cevapsızlık olur, sonra görüşme başlardı. Ben de o sessizlikten istifade ederek, beni dinleyenin, dinleme kararı verenin, bundan sonra da sonuna kadar dinlemekten vazgeçmeyenin derdim.

Bir ara iş çok sıkıntıya ulaşmaya başladı. Bir gece yarısı saat 23.30 da yine evimin telefonu çaldı. Açtım. Ben polis memuru falankes. Avukat Cavit senmisin dedi. Ne var benim dedim. Sizi Bağlar Emniyet Müdürlüğüne bekliyoruz, bir ifadeniz var alınacak.

Hala hallah dedim. Ne ifadesiymiş, ben Avukatım, her gün Mahkemelerdeyim, ifademin alınması için gecenin bu saatini mi seçtiniz, suçlama nedir dedim.

Gelince anlarsınız dedi.

Yarın gelsem olmaz mı.

Olmaz dediler, ya sen gelirsin veya biz gelir alırız dediler.

Doğrusu içime bir havf çökmedi değil, ama dur dedim, ben yiğitlik yapayım, sonunda olacak ölüm mü, bunu da mı yaparlar, yookkk. O halde çekip gideyim dedim.

Gittim, arabamla bağlar Emniyet Müdürlüğü binasına girdim.

Arabamı park ettim. Soran eden yok.

Üçüncü kata çıktım.

Birisi beni gördü. Siz kimsiniz dedi.

Kendimi tanıttım, beni çağırdınız geldim dedim.

Ya avukat bey siz buraya kadar nasıl çıktınız, sizi kapıdan arkadaşlar alacaktı dedi.

Valla bilmem o benim işte ve geldim dedim.

Tamam dediler, beni bir odaya aldılar.

Ne oluyor dedim.

Ya fazla bir şey yok, Mehmet Eryavuz olayından ötürü sizin sanık olarak ifadenizi alacağız dedi.

Mehmet Eryavuz kuyumculuk ve döviz işi yapan birisi.

Biz de faizde falan işimiz yok ya, yakınlarımızın tavsiyesi üzerine üç beş kuruşumuzu bu insana vermişiz, o da paraları batırmış. Eee bu adam senin paranı niye batırdı diye benim sanık olarak Savcı Nihat Çakar ifademin alınmasını istemiş.

Ya bakın dedim. Benim bu insanla ilişkim sadece paramı vermekten ibaret, gecenin bir yarısında benim sanık sıfatı ile ifademin alınması da ne demek, böyle bir şey olabilir mi, tamam beni burada yok edebilirsiniz, ama sanık olarak ifademi alamazsınız, zaten akrabalarımın durumdan haberi var dedim.

Şaşırdılar.

Aman yaman dediler ve gittiler.

Bi yarım saat sonra geldiler, Savcı Nihat bey diyor ki bize beyanda bulunmak zorunda dediler.

Tamam Savcı gelsin kendisi ifademi alsın dedim. Benim mesleki ve siyasi geleceğim var, onunla oynanmak isteniyor, bir defa sanık olarak ifade verdin mi, Türkiye’de kıyamete kadar bu böyle devam eder, o yüzden ben ifade vermiyorum dedim.

Sonra yine gittiler,geldiler.

Savcı bey diyor ki, hiç olmaz ise beyanda bulunsun dediler.

Tamam ben zaten çarşı karakoluna gittim, paramın kaybı sebebiyle açıklamada bulundum, aynısını burada da tekrar ederim, ben müşteki konumundayım dedim.

Beyanda bulundum. Çıktım.

Sabah Savcı Abdurrahim bey aradı, gelsin bir beyanını alayım dedi.

Gittim olanı biteni anlattım. Bu bir oyun, inançlı kesimlerin başında boza pişirilmek isteniyor, buna daha fazla prim verilmemesi lazım dedim.

Abdurrahim bey de inançlı bir insandı, duygulandı, ağlayacak hale geldi.

Ben de başımıza gelenlerden ötürü ya sabır çektim.

Ama adam durmadı, dinlenmedi.

Terörün en azgın olduğu dönemlerde televizyonlarını susturmayan, gazetelerini kapatmayan Altındağ ailesinin Ofisteki bürosuna bomba atıldı, Temsan Tesislerinin karşısındaki Altındağ petrolün yazlık bölümü bombalandı, 8 insan hayatını kaybetti. Aile bir taraftan örgütün tasallutundan(ki o eylemleri örgüt mü yaptı, yoksa başka birileri birilerini taşeron olarak mı kullandı, bilmiyoruz) kurtulmak için mücadele verir iken, diğer taraftan örgüte maddi destek sağladınız, Kulp kırsalında ölü olarak ele geçirilen Koçerin kodun üzerinden çıkan para makbuzu bunu doğruluyor diye, aile karakollara çekildi, savcılıklara, Mahkemelere çıkarılma ve tutuklanma olayları ile mücadele etti.

Nihat Çakar’ın haksız davalarına mukabil davalar açıldı. Biz de Avukatlık yaptık. Başımıza gelenlerin ana sebebi bu idi.

Sonra Rahmetli Mehmet Emin Altındağ Ankara’dan geldi. Benimle buluştu. Ağabey bu bizi mahvedecek, her yere yazılar yazdırıyor, bizim örgüt irtibatı içerisinde olduğumuzu ve ihalelerden men edilmemizi istiyor, biz bu adamla anlaşacağız dedi.

Emin bey nasıl bir anlaşma olacak diye sordum.

Ağabey biz buna 6,5 Milyar para vereceğiz, sen de gidip davalardan feragat edeceksin dedi. Peki onun bize açtığı davalar ne olacak dedim.

O da kendi davalarından para karşılığında feragat edecek dedi.

Mehmet Ali bey bu işe ne diyecek diye sordum.

O şimdi Hacda, babamdır, dönemin hassasiyeti bizi sıkıntıya sokuyor, bir şey demez dedi.

Gittik, davalardan feragat ettik.

Ama o da ne,

Adam parayı aldığı halde davalardan vazgeçmiyor.

Hacı bey gördünüz mü, adamın yaptığını, davalardan feragat etmiyor, şimdi ne olacak dedi ve başladı olanı biteni yazmaya.

Hacı beyin benimle de münasebeti kesildi.

Haydaaa o da ne? sen misin bunları yazan. Bu defa Altındağ tesislerinde irticai faaliyet yürütüyorsunuz diye yeniden göz altılar, tutuklamalar.

Allah rahmet etsin Mehmet Emin Altındağ Erzurumlardan kalktı, Bingöl’e, oradan da Diyarbakır’a gelirken, bir akşam üstü trafik kazasında!!! hakkın rahmetine kavuştu.

Emin beyin vefatı dalga dalga şehirde yayıldı, herkes olaya şüphe ile bakmaya başladı.

Baba tutuklanmış, evlat trafik kazasında vefat etmiş.

Nihat Çakar beni aradı, git Bağlar Cezaevinde Mehmet Ali beyi al dedi.

Nasıl bırakıldı dedim. Mahkeme bıraktı deyince. Yaaa dedim.

Bak adamların başına neler getirdin diye serzenişte bulundum.

Ben cezaevine gittim, görevliler Mehmet Ali bey çıktı, evine gitti dedi.

Eve gittim, ortalık viran, evlere şivan düşmüş.

Vekil oldum.

4 Nolu DGM Hakimi Ali Çağan bey Meclise geldi.

Sohbet ettik.

Geçmiş günleri biraz andık.

Doğrusu ben onun hakkında da irticacı diye fişleme yaptığını ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna şikayette bulunduğunu bilmiyordum.

Anlattı dinledim.

Hakim Ali Çağan bey gerçekten iyi bir Hakim ve çok dürüst bir insandı.

Mehmet Ali Beyin çocukları hakkında tahliye ve beraat kararı verince, bir kulpunu bulup onun hakkında da irticacı olduğu gerekçesi ile şikayette bulunmuş.

Oysa Ali Çağan bey o davada, Kulp Kırsalında öldürülen Koçerin kod’un üzerinde bulunduğu söylenen yardım makbuzunun sahte olduğunu ve bir Andıç belgesi niteliğinde bulunduğunu hukuken tespit etmişti.

Bizde olay yeri zabıt varakasının büyük ehemmiyeti vardır.

Ben o dönemde Lice Tugay Komutanlığından ölü ele geçirilen Koçerin ile ilgili bütün evrakın celbini istemiştim.

Bu evrak gelince, olay yeri zabıt varakasında Koçerin’in ölü olarak ele geçirildiği yerde hiçbir belgeye, silaha rastlanmadığı yazıyordu. Döndüm Mahkemeye dedim ki, bakın olay yeri zabıt varakasında ele geçirilen bir belge v.s yok. O halde bu yardım makbuzu da nerede çıktı, bu bir andıçlama belgesi dedim. Mahkeme beraat kararı verdi.

Hadi unutmadan söyleyeyim, o dönemde Diyarbakır’da 7. Kolordu Komutanlığını, 27 Nisan 2007 e Muhtırasını yayınlayan ve bunu hiçbir zaman inkar etmeyen yaşar büyükanıt yapıyordu. O andıç belgesi de güya yaşar büyükanıta gelmiş, hiçbir incelemeye tabi tutulmadan DGM Başsavcısı Nihat Çakar’a gönderilmişti.

İltisakları, irtibatları görüyorsunuz.

28 Şubat’ın sivil ve bürokrasi ayağı üzerinde şimdilerde Ankara Savcılığının soruşturma yapmaya başladığını öğreniyoruz. 28 Şubatçı Generaller hakkında hazırlanan iddianamelerde ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezaları isteniyor.

Ben bütün bunları işin Diyarbakır ayağının unutulmaması için yazdım.

Zaten Adalet Bakanlığında, Hakimler ve Savcılar Yüksek kurulunda bu söylediklerimle ilgili yığınla dosya var.

O dosyalar incelenmeyecek mi? Bir araştırmaya tabi tutulmayacak mı?

Resmi ağızların beyanına göre 27 Nisan E muhtırası ile bir gecede 2 Milyar dolar para kaybetmemize sebep olan yaşar büyükanıt hakkında bir işlem yapılmıyor ise (ki bu durumu Zaman Yazarı Şahin Alpay, Ahmet Altan sürekli olarak dile getiriyor ve olaya bir anlam veremiyorlar) ben görevimi yaptım diyecek olan Nihat Çakar hakkında mı işlem yapılacak… bilmiyorum.

Demek ki bizim gördüklerimiz buzdağının denizdeki yüzü.