İSTİKRAR İÇİN BAŞKANLIK (2)
Cumartesi günkü yazımda batılı demokrasilerde idare sistemleri üzerinde durmuş ve sözü Türkiye’ye getirmeye çalışmıştım. Yazı uzadığı için bugün devam ediyoruz.
Doğrusunu söylemek gerekir ise, ben aşure işleri sevmem.
Her şeyin net ve doğru olmasını arzu ederim.
Eğer bizde yönetimde İstikrar isteniyor ise, kesinlikle Tam Başkanlık sistemine gitmede büyük yarar var.
Türkiye insanı biri biri ile münakaşa etmeyi, tartışmayı ve bu arada işleri biri birine karıştırmayı çok seviyor.
Eğer kendisi birisine muhalif ise, o kişi ne söyler ise söylesin asla doğru olabileceğini düşünmüyor.
Mesela dün BDP Gurup Başkan Vekili Hasip Kaplan’a Başbakanın ortaya attığı Başkanlık sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz diye sorulduğunda, ben bekledim ki, “tabii tabii bu konunun gerçek manada tartışılması lazım. Biz de zaten yerel özerklik diye bir talepte bulunuyoruz, yerel özerklik uygulama biçimi ile Federatif bir yapılanmayı içerir. Yerel Parlamentoların Başbakanları olur ve bu doğal olarak Federal Ülke statüsüne kavuşan devletin bir Başkanı olmasını zorunlu olarak beraberinde getirir” desin.
Yok, doğrudan Başbakanın bu isteğine karşı çıktı ve gerekçe olarak ne dedi biliyor musunuz? biz yerel özerklikten söz ediyoruz, onlar bunu tartışmıyor, o halde biz niye başkanlık sistemini tartışalım” demez mi?
Ben ülkede siyasi istikrarın yaşandığı 1964-1969, 1983-1987 yıllarını çok net hatırlıyorum.
Birincisinde Süleyman Demirel gerçekten çok başarılı icraatlara imza attı. Amatörce çalıştı, çalma çırpmayı bilmediklerinden Devletin imkanlarını doğrudan yatırımlara yönelttiler, büyük barajlar, Santraller, köprüler/boğaz köprüsü dahil/ hep bu dönemlerde yapıldı.
Çünkü tek parti iktidarları iş başında idi ve bu sayede Türkiye % 4 enflasyon ve % 7 kalkınma gibi inanılması güç başarı elde etti. Keban, Karakaya barajları bu dönemde yapıldı.
İkincisi Rahmetli Turgut Özal dönemi idi. Türkiye bu dönemde dış dünyaya açıldı. Özel teşebbüsün önemi bu dönemde herkes tarafından çok iyi bir biçimde kavrandı. Devletin borçlanma ihtiyacını önemli ölçüde kısan KDV uygulaması bu dönemde hayata geçti. Türkiye şu anda topladığı vergilerin yüzde yetmişini KDV ve ÖTV yolu ile elde ediyor. İyi de ediyor, zira bu milletin gidip de devlete vergi vermeye hiç de niyeti yok. Hala çalışanların yüzde 50 si vergi vermiyor.
Atatürk, Kral Kızı, Dicle barajları hep bu dönemde hayata geçti. Her birisi üç dört yılda bitirilip enerji üretmeye başladı. Fatih Sultan Mehmet köprüsü bu dönemde yapılıp bitirildi.
Sonra Türkiye yeniden durdu. Kamu maliyesi önemli açıklar verdi. Devlet nerede ise bugünün Yunanistan’ın da olduğu gibi iflas ediyordu.
Kemal Derviş’in temellerini attığı ekonomik paketin istikrarlı bir hükümet tarafından uygulanması şarttı. Koalisyonlar ile işin yürütülmesinin mümkün olmadığını ortaya çıktı ve her taraftan Türkiye’nin istikrarlı bir hükümete ihtiyacı olduğu ifade edilmeye başlandı. İşte bu baskılara daha fazla dayanamayan koalisyon hükümetinin ortağı MHP genel Başkanı Devlet Bahçeli 3 Kasım 2002 de genel seçimlere gidilmesi gerektiğini söyledi.
Dediği de oldu, seçimler yapıldı ve MHP bir anda baraj altında kaldı.
03 Kasım 2002 de yapılan genel seçimlerde Ak Parti tek başına iktidar oldu. Büyük bir tevafuk eseri 363 milletvekili çıkardı.
2002 yılının son ayından itibaren Türkiye yeniden tek Parti iktidarı olan Ak Parti hükümetleri ile idare edilmeye başlandı.
Bu hükümetler zamanında Türkiye son 9 yılda ortalama yüzde 7 oranında bir kalkınmayı yakalamış, enflasyon tek rakama düşmüş, yıllık gayrı safi milli hasıla bir trilyon dolara yaklaşmış, turizm gelirleri on kat artmış, milli gelir kişi başına 10 bin doları geçmiş bulunuyor.
Biz bu durumu hiç kuşkusuz yönetimde İSTİKRARA borçluyuz.
Türkiye insanı hiçbir zaman müsrif bir hayat yaşamadı.
İstikrarın hakim olduğu dönemlerde varını yoğunu yatırıma yöneltti. Böylece dünyanın 16 ncı büyük ekonomisi haline geldi.
Biz son 50 yıl içerisinde ekonomik olarak zor günler yaşamış, 10 sente muhtaç olduğumuz günleri görmüş isek, bunun yegane sebebi yönetimde istikrarı elde edemeyişimizdir.
Şimdi lütfen bu ülkenin koalisyonlar ile idare edildiği günleri bir hatırlayın.
Hiçbir koalisyon hükümeti 2 yıldan fazla uzun ömürlü olmamış.
Çok fazla ilerilere gitmeye gerek yok, Ecevitin Başbakan Mesut Yılmaz’ın ve Bahçelinin Başbakan yardımcısı olduğu ve Başbakanın başına Cumhurbaşkanı tarafından Anayasa kitapçığının fırlatıldığı günleri hatırlayın.
Ecevitin Başbakanlık binasının girişinde basın mensuplarına ayakta duramayacak vaziyette ve ağlayacak gibi titrek bir sesle basın toplantısı yaptığı ve iki Başbakan yardımcısının bu manzaranın yükü altında ezildikleri günleri aklınıza getirin.
Türk vatandaşı bu görüntüye güvenip de nasıl yatırım yapsın, ülke nasıl kalkınsın, istikrar nasıl temin edilsin?
Ve bu yönetim, tabii ki arkasında onlarca bankanın 50 Milyar dolar batırarak ülkeyi batağa sürüklediği bir keşmekeşlik bıraktı.
Memurlardan kesilen 14 katrliyon ve konut edindirme fonuna kesilip ödenmeyen 6 katrliyon toplam 20 katrliyon borcu Ak Parti iktidarları ödedi.
Ak Partinin üç dönemdir tek başına iktidara gelmesi istisnai bir haldir.
Eğer Türk siyasi sistemi her seçim döneminde bir tek partiyi iktidara getirecek ise, başkanlık sistemine gerek yoktur.
Ammaa güçlü siyasi bir kişilik olan Sayın Başbakanın bu dönem sonunda Ak Parti iç tüzüğü uyarınca seçimlere katılmayışı, onun da ötesinde Genel Başkanlıktan ayrılma mecburiyeti ülke önünde büyük bir “handikap” olarak duruyor.
Eğer Ak Parti tüzüğünde bir değişiklik olmaz ise, ki buna sayın Başbakan kesin olarak karşı çıkıyor, ortaya “göreceli” de olsa bir boşluğun çıkacağını herkes görüyor.
Çok anlamadım amma, insanlar siyaset boşluk kaldırmaz diyorlar.
Bu sözün geçerliğini sekteye uğratan bir yeni gelişme ülkemiz bakımından varit olmadığına ve hayat sürdükçe Türkiye varlığını devam ettireceğine göre, “fena” üzerine “beka” inşa edilmez.
Hani diyorlar ya, İnsana Dayanma Ölür, Ağaca Dayanma Çürür.
Türkiye tam başkanlık sistemine geçer ise, yönetimde istikrarsızlık asla söz konusu olmaz.
Yönetimde sürekli istikrarı sağlayan Türkiye, “moral” güç olarak bir sıkıntıya düşmez.
Bu saatten sonra Türkiye’yi seçim sisteminden kaynaklanan yönetim zaaflarına kurban etmeye( koalisyon hükümetlerinin bizi maruz bıraktıkları acziyeti kast ediyorum) kimsenin hakkı yoktur.
Tam Başkanlık sistemine geçen ülkeyi, şu düşüncenin/orta sağ/ insanları sürekli olarak idare edecek, başka düşünce sahipleri/orta sol/ işbaşına gelme imkanı bulamayacak şeklinde hiç kimse algılamamalıdır.
Bu arada seçim sisteminde yapılacak değişiklik ile “DAR BÖLGELERDEN” kendi bileklerinin hakkı ile seçilerek gelecek olan Milletvekillerinin yasama gücü, başkanların hadi diyelim despot bir yönetim biçimini sürekli canlı tutmasına asla imkan vermeyecektir.
Parti Genel Başkanının iki dudağının arasına sıkışan Milletvekili bu sistemde sanki güç sahibi mi?
Bu şekilde seçilip gelen Milletvekillerinin bir ağırlıkları mı var?
Bu sistemde önlerine getirilen kanun teklifini okuyan, okuduğunu anlayan kaç tane vekil var?
Ziraat Bankası ile Halk Bankasının özelleştirilmesi ile ilgili kanunun süresinin uzatılması görüşülür iken, dönemin bakanına “efendim bu iki bankanın 2002 yılına kadar görev zararı ne kadardı, sonra ne yapıldı, bunlar yapılmasa idi, ne olurdu” sorularıma, Bakan bey Cavit Beyin soruları teferruatlı, yazılı cevap vereceğim demiş, ardından bürokratların önüne koyduğu kağıdı okuyunca, tamam Cavit Beyin soruları önemli cevap veriyorum, 2002 yılına kadar bu iki bankanın görev zararının 23.9 katrliyon lira olduğunu söylemişti de, kanun hemen geçmişti.
Türkiye’nin siyasi istikrarsızlığa düştüğü dönemlerde aklımızın almayacağı biçimde borçlanmaya girmişiz ve doğal olarak ekonomik, sosyal felaketler yaşamışız.
Ben o açıdan ekonomik, sosyal ve psikolojik dejenerasyondan kurtulmanın yolunun siyasi istikrara bağlı olduğunu ve bu bağlamda ülkenin güçlü bir parlamento yapısının yanında güçlü bir başkanlık sistemine sahip olmasının büyük yarar sağlayacağın düşünüyorum.
Cumartesi ve bugün okuduğunuz iki yazı 10.05.2012 ve 11.05.2012 günleri yazıldı. Gazetenizde yayınlandı.
Yeniden yapılması düşünülen Anayasa’ya Ak Parti tam başkanlık sistemini önerisi ile geldi.