KAN KATRANLAŞIRSA

Bizde bir laf var, kan kan ile yıkanmaz.

Bu cümleleri nazara alıp, zihnen kısa bir yorum yaparsanız, zaten ne dediğimizi anlarsınız.

Kanlı bir elbiseyi, kanlı bir yüzü, kanlı bir eli bir başka kan ile yıkamaya kalkarsanız, neticede elinize, yüzünüze yine kan bulaşır ve tabii ki, o kan zamanla hiç kimsenin kuşkusu olmasın katranlaşır.

Ülkemizin yaşadığı Kürt sorunu sebebiyle kan akmaya devam ediyor.

Taraflar hak ve adalet noktasında bir araya gelmedikleri takdirde akmaya da devam edecek gibi görünüyor.

Peşin peşin Rabbim hiç olmaz ise bundan sonra, bu ülkenin bütün evlatlarının bir damlacık kanının bile akmasına fırsat vermesin duasıyla yazıya başlayayım.

Cumhuriyet Türkiyesinin insanları olarak bizler, ancak 1920 den sonrasını doğru dürüst biliyoruz veya yaşananları fehmedebiliyoruz.

Cumhuriyet öncesinde de bizler bu topraklarda yaşıyorduk. Bir İmparatorluğumuz/Sultanlığımız vardı.

Osmanlı ordularının kimi hainlerin tuzakları ile yenilgiye mahkum oldu. Aslında yenilen Osmanlı değil, batının inkar havuzunda durup dinlenmeksizin banyo yapan İttihat Terakkicilerin ülkeyi bölen, parçalayan politikaları idi.

Gelişmeler, yenilginin baş mimarlarını yeni yönetimin tepesine oturttu ve bu kişiler biz yapmadık, onlar yaptı diyerek yenilgiyi bile onurla üstlenmediler, ardından böyle gitmiyor inancını yayıp batılı efendilerinin önerdiği her adımı, yeniden doğuş olarak halka yutturdular.

Geçmişimizi tümden red ve inkar etmeyi kabul etme şartı ile Anadolu topraklarında yaşayanlara hayat hakkı tanındı, Cumhuriyet kuruldu.

Red ve inkar o boyutlardadır ki, bizler zihni formatlarda da olsa, 1920 öncesine bir türlü geçemiyoruz.

Sanki hiçbir geçmişimiz yokmuş gibi, 1920 ile hayata ancak adım atabiliyoruz.

Hal böyle olunca Osmanlıda güneydoğuya/Irak ve Suriye topraklarında Kürtlerin yoğun biçimde yaşadığı topraklara/ Kürdistan denildiğini de kabullenemiyoruz. 20 Milyon oldukları söylenen insanların avuçlarını açarak bizden yaptıkları bazı talepleri, hadi oradan deyip göz ardı ediyoruz.

1920 öncesinde Güneydoğuda eğitim Medreseler üzerinden yürüyordu ve medreselerde Kürtçe, verilen eğitimin anlaşılmasında/ilmin öğrenilmesinde/ en önemli dil olarak kullanılıyordu.

Cumhuriyetle birlikte Anadolu’da yeni bir ulusun oluşturulmasına başlandı.

Eski büyük birlikteliğin temelleri bir bir yıkıldı. Medreseler kapatıldı.

Eğitim kurumlarında Kur’an Alfabesi yerini Latin alfabesine terk etti.

Din diyanet ile irtibatın kesilmesi için ne gerekiyor ise yapıldı.

Batının hayat tarzının gerekli kıldığı bütün müesseseler/melanet yuvaları/ hiçbir engelle karşılaşmaksızın ülke içerisine ithal edildi.

Dinin haram kıldığı iş ve işlemlerin icra edildiği bütün kurumlar Devletin denetimi altında görev yapmaya başladılar.

Medreseler kapalıdır, Tekke ve Zaviyeler kapalıdır, ama umumhaneler polis denetiminde sabaha kadar açıktır.

Devletin ürettiği veya devlet desteği ile üretilen bütün müskirat her köşe başında isteyen herkese satılmaktadır. İhalelerden % 10 almayanlara ahmak deniliyor.

İşte bu devletin yetiştirdiği “Ulus”un evlatlarının fikri açılımı bir başka Ulusun çocuklarının ortaya çıkmasına sebep oldu, Ve,

Senin benden üstünlüğün nedir ki söylemi kavgayı beraberinde getirdi.

Kürtler dağa çıktılar.

Gerilla savaşlarında olması gerekenin aksine Kürtler çok büyük kayıplar verseler de, teslim olmuyorlar.

30 senedir dağa çıkışlar eksilmeden devam ediyor.

Şehirlerde yaşayan Kürt entellijansı her geçen gün biraz daha politik bir karakter almaya başladı.

Çok istisnai durumlar bir tarafa bırakılacak olur ise, evlatlarının dağa çıkışına insanlar ses çıkartmıyor.

Gültan Kışanak’ın Diyarbakır Cezaevinde yaşadıkları ile iligili hikayesi, Bülent Arınç Beyi isyan ettirmiş.

Onu, yapılanlar karşısında ben de dağa çıkardım “İSYAN” noktasına getirmiş.

Bülent Arınç Ağabey hissi yanı çok ağır basan Müslümanlardan birisidir. O, elbette kendi cenahının insanlarının da ne kadar “maddi ve manevi” işkencelere maruz kaldığını biliyor.

Ancak bu insanlar yapılan bütün kötülüklere rağmen dağa çıkmayı akıllarının ucundan geçirmediler. Çünkü onlar dahilde kardeşlerine silah çekmenin “İslami” bir davranış olmadığını düşünen kültür ikliminden geldiklerinin bilincindedirler.

Yalçın Akdoğanın dediği gibi, hiçbir hak için dağa çıkmak olmaz, Kürtler,  30 yıldan sonra dağdan insinler, gelip şehirde diğer hakkı kayıp olanlar gibi demokratik mücadelelerini versinler, gün gelir kazanırlar.

Bu düşünce doğrudur, fakat sorunludur.

Eğer insanların daha yeni dağa çıkma eğilimi olduğu noktasında olsaydık, aman yapmayın etmeyin, bu gidişat yanlıştır, sizi açmaza sürükler, gelin oturun konuşalım, aksine davranışınız imhanız ile neticelenir diyebilirdik.

Dağa çıkışlar 30 seneyi geçmiş, 50 binlere yaklaşan insan kaybımız olmuş ve Kürtler daha fazla kayıp vermelerine rağmen, dağa çıkışların önü alınamamış.

O yüzden Bülent Arınç beyin açıklamalarını eleştirir iken 30 yıl öncesinden değil, bugünden olaylara bakmak mecburiyeti vardır.

Devlet güçlüdür, dağa çıkanları affetmez, gün gelecek onlara diz çöktürecek ve silahları bıraktıracaktır derseniz,

Kürtlerin bugün için çok ehven görülen taleplerini karşılamak için acilen yapılması gerekenleri, “güç gösterisi” ile ötelemeye çalışırsanız, 2004 te Antalya IC otelde söylediklerim karşınıza çıkar. Bugün iyi noktadayız, yarın sıkıntılı, öbür gün üzüntülü, daha öbür gün altından kalkamayacağımız kadar kötü olabilir.

Şimdi Kürtler Türklere bize şunu verin bize bunu verin diyorlar.

Aslında şu andaki nokta iyi bir şeydir. Bugünkü taleplerin “karşılıklı adımların atılması” ANLAŞMASI ile karşılanması, buna Abdullah Öcalan’ın ev hapsine alınması da dahildir, Türkiye’nin birliğinin sigortasıdır.

Silahları bırak gel, ne verip vermeyeceğimi de bilmiyorum, yoksa sana eninde sonunda diz çöktüreceğim diyorsanız, elbette bir güneydoğulu olarak bizim bilmediğimiz şeyleri siz biliyorsunuzdur.

Ya bir de Kandildekiler, demokratik açılım falan hikayedir, baksanıza Yalçın Akdoğan neler söylüyor deyip, strateji değişikliğine giderlerse, Kürdistan’ın bağımsızlığı olmadan eve dönmek yok kararı alırlarsa…

Beni tanıyanlar bilir, ben asla ölümü gösterip sıtmaya razı etmek isteyenlerden değilim, sadece tepeden bakışların neleri kaybetmemize sebep olabileceğinin izahını yapmaya çalışıyorum.

Osmanlı Sultanları divana çıkarken, vüzera hep birlikte ayağa kalkar, böbürlenme padişahım senden büyük Allah var der, Padişah da boyun bükerdi.