KİMSE BİZDEN DAHA FAZLASINI BEKLEMEMELİDİR
Suriye’de yaşananlardan gerçekten midemiz bulanıyor. İnsanların Suriye Ordu birlikleri tarafından yapılan atışlarla, sapır sapır dökülmelerine insanım diyenin dayanması mümkün değil.
Beşşar Esed yönetimi her gün biraz daha kendi insanına kan kusturuyor. Artık günlük olarak hayatını kaybedenlerin sayısının yüzlerle ifade edilmesi ahvali adiyedenmiş gibi görülmeye başlandı.
Çünkü böyle bir ortamda bile, BM Güvenlik Konseyinde Suriye’ye uygulanması istenen yaptırımlarla ilgili olarak yapılan oylamada 13 e 2 sayısı ortaya çıktı.
Rusya ve Çin BM Güvenlik Konseyinin daimi üyeleri olarak veto haklarını kullandılar. Böylece Arap Birliğinin, Suriye’ye yaptırım uygulanması yönünde almış olduğu karar suya düştü.
Bu aşamadan sonra Esed rejimi Hums kentini adeta silah ablukasına aldı. Dünyanın gözleri önünde tanklarını şehrin etrafına yığdı. Şehre giriş çıkışları tamamen yasakladı ve şehirde yaşayanlara herhangi bir yardımın gelmesi ihtimali kalmadığını görünce, silahlarını ateşledi. Tanklar, toplar adeta kan kustu. Bir gecede şehir merkezinde 300 den fazla insan hayatını kaybetti.
Ben bu rejimlerin neden başına İsrail gibi bir devletin musallat edilmiş olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. İsrail bu devletlerin başında ali kıran baş kesen olmasa idi, şimdi bu ülkeler dünyanın en açık mezbahanesi haline gelirdi.(Ey Rabbim neye sığınıyruz, görüyorsun)
Bu alçaklar yıllar yılı kendi insanlarını boğazlamaktan başka bir şey bilmediklerini bir kez daha ortaya koydular.
Peki Suriye’de işler bu kadar kötüye gitmeyebilir miydi? Benim bu konuda bilinen bir tezim var.
Türkiye ile Suriye komşu hiçbir ülke ile olmayacak kadar harika güzellikte ikili ilişkiler kurdular.
Her iki ülkenin liderleri çat kapı biri birlerine gidip geldiler.
Çok uzak olmayan bir tarihte Türkiye adeta Bakanlar kurulunu Suriye’de topladı. 12 Bakan ile yapılan çıkarmada iki ülke arasında ticaretin, turizmin geliştirilmesi, iki ülke insanın vizesiz biri birlerine gidiş gelişlerinin sağlanması, yeni gümrük kapılarının açılması karara bağlandı.
Türkiye’nin en uzun kara sınırı komşusu ile olan demir percere kör duvar ilişkisinin sona erdirilmesi yolunda çok önemli adımlar atıldı.
Nerede ise iki ülkenin birleşeceği kadar aradaki pürüzlerin giderilmesi kararları alındı.
Bu arada Arap Baharı da esmeye devam ediyordu. Bu baharın Suriye’ye de ulaşacağında şüphe yoktu, ama hemen herkes bu ülkede çok daha mülayim adımların atılmasının gündeme geleceğini düşünüyordu. Çünkü Suriye’nin Türkiye gibi son yıllarda parlayan yıldız gibi bir komşusu vardı ve iki ülke liderlerinin ilişkileri samimiyetten öte mükemmeldi.
Türkiye Suriye’de esmeye başlayan rüzgar ile ilgili olarak, Başta Sayın Başbakan olmak üzere Dış İşleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu vasıtası ile önemli girişimlerde bulundu.
Beşar Esed’den hemen ülkesini dönüştürmesi istendi. Demokrasiye geçiş için tez elden yerel ve genel seçimlerin yapılması, parlamenter rejime geçilmesi, Esed’in hiç yüksünmeden yetkilerini yakınına devretmesi, hatta güvenlik açısından ister ise, Türkiye’ de ikamet etmesi bile gündeme taşındı. Tabii ki bu işler öyle bugünden yarına gerçekleştirilecek kolaylıkta değildi, zira öyle olsaydı, Türkiye demokrasisindeki gedikleri kapamak için Avrupa Muktesabatını bu son 10 yıllık süre içerisinde tamamlamış olurdu. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğundan daha fazla Beşşar Esed’in zamana ihtiyacı olduğu açıktı. Çok sert geçişlere henüz ülke hazır değildi bir, bir de bu hızlı geçişi absorve edecek “birikim” Suriye’de yoktu.
Bunlar görmezden mi gelindi, yoksa başka birilerinin hadi elinizi çabuk tutun, bu defa görev sizin baskısı mı öne çıktı; bir anda Beşşar Esed’a çok sert çıkışlar yapıldı. Türkiye bir anda diplomasinin dilini zorlayan değerlendirmelerde bulundu. Mülayemetle götürülmesi gereken işler, yapmazsan yaparım havasına/sertlilğine/ büründü.
Bu değerlendirmelerden çoğu kişi gibi biz de “acaba Türkiye Suriye’ye askeri bir müdahalede mi bulunacak” diye düşünmeye ve bunun da ötesinde endişe etmeye başladık.
Bunun üzerine Suriye açıkça “Türkiye bir askeri müdahalede bulunur ise, cevabını alır” dedi ve sahibi olduğu füzeleri Türkiye sınırına yığdığını açıkladı.
Tabii ki savaş hiç de kolay bir iş değildir. Hele sizin atacağınız bu adımda dünyanın şu anda iplerini ellerinde bulunduran süper güçlerinin kesin desteği yok ise, böyle bir şey yapmak bir anda ülkenizin intiharı olarak karşınıza çıkar. Zaten Türkiye bu alanda sert söylemler geliştirince, bir taraftan Rusya ve diğer taraftan Çin, Hindistan ve İran Bloğu iyice homurdanmaya başladılar. Ardından Suriye’nin yanında olduklarına dair, hem açıklamalarda bulundular ve hem de Savaş gemilerini Suriye’nin Akdeniz açıklarına göndermekle, savaşmak isteyen bizi geçmek zorundadır görüntüsünü verdiler.
Hatta bırakın bir savaşta Suriye’nin yanında olmak, Suriye rejiminin birazcık zorlanmasına sebep olacak müeyyidelerin alınmasına bile bu ülkeler BM lerde karşı oy kullandılar. Dünya bu hali ile insani bir meselede kesin biçimi ile iki ayrı bloka ayrılmış oldu.
Şimdi Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmayalım düşüncesinin Türkiye’yi sardığını herkes görüyor. Bunu görmek aslında çok iyi oldu. Zira Suriye’ye başlangıçta sert uyarılar yapılır iken, Suriye’de bu kadar can kaybı yoktu. Şimdi tahminleri çok aşan oranda Suriye’de can kayıpları yaşanır iken Türkiye kendisine çeşitli önerilerde bulunan ülkelerin suskunluğu sebebiyle hayal kırıklığı yaşamış olduğundan, o sertlikte çıkış yapmıyor, yapamıyor.
Bir ara Sayın Başbakan batılı ülkelerin/tabii ki başta ABD nin/ gerekli adımları atmamasını, “Suriye’nin petrolü yok ondan mı yerinizde oturuyorsunuz” değerlendirmesini yaptı ve “yanıltımla” duygusunu bir anlamda yaşadığını ifade etti. Ve ondan sonra can kayıpları Suriye’de tahammül sınırlarını aştığı halde, sert söylemlerden geri duruldu.
Tabii ki Türkiye bundan sonra susacak, bu alanda duymadım, görmedim, bilmiyorum demeyecektir. Diplomatik adımlar gergef gibi işlenerek sonuç alınıncaya kadar yola devam edilecektir. Onun dışında hiç kimse Türkiye’den Suriye’ye yönelik olarak askeri bir adım atmasını beklememelidir. Dünya devletlerinin BM ler çerçevesinde alacakları kararlara lojistik destek sağlamak, yapacağımız bu olmalıdır.
Çünkü herkes ağzını balık gibi açmış Türkiye’nin bölünmesini beklemektedir.