KİRİŞİN KIRILMASINI ENGELLEMEZ İSEK BİNA ÇÖKER
Avrupa Birliğine girme ile ilgili olarak Türkiye’nin önüne çok imkanlar çıktı. Ama her seferinde bunlar Türkiye tarafından heba edildi.
1973 ten sonra kurulan Ecevit Hükümetleri zamanında Yunanistan ile Türkiye’nin birliğe alınması teklifi geldiğinde, siyasi irade, Türkiye’nin ekonomisi buna hazır değil. Biz ekonomik durumumuzu düzeltelim, sanayimizi kuralım, o zaman işte eşit şartlarda Birliği dahil olmamız daha uygun olur dediler.
Hiç unutmuyorum, bizler Üniversite öğrencisi olduğumuz o yıllarda kendisine inancı sebebiyle büyük destek verdiğimiz Erbakan Hoca, aynen şöyle söylüyordu.
Onlar ortak olacak biz Pazar.
Erbakan hoca bu sözleri ile şunu anlatıyordu. Onların ekonomileri, sanayileri gelişmiş vaziyette. Sermaye birikimlerini tamamlamışlar, onlar üretecekler, biz onların mallarını kendi ülkemizde satın alan konumuna düşeceğiz, yani üreten bir ekonomiye bir daha asla sahip olmayacağız ve bu Osmanlının içerisine düşmüş olduğu durumun yeniden yaşanması anlamına gelecek.
Zira Osmanlı batılılar gibi üretken bir ekonomiye sahip olsaydı, sanayiini kursaydı, ülkesini koruyacak teknolojik gelişmeleri yakından takip edebilse idi, birinci dünya harbinde bu şekilde mağlup ülkelerden birisi olmaz ve nerede ise savaşın tek kaybeden ülkesi durumuna gelmezdi, topraklarının yüzde doksanını kaybetmezdi.
Fikri ve bedensel ataletimiz/tembelliğimiz/, har vurup harman savurmadaki iştiyakımız, üretmeden tüketme konusundaki aymazlığımız ortada olduğundan, Erbakan’ın olumsuz anlamda söylediği hususlar doğru idi.
Ancak o açmazdan çıkma hususunda söylenenler veya siyasi konjonktür yeterli olmadı, bugünlere geldik.
Türkiye’nin çok parçalı ve Askeri vesayet altında olmaktan bir türlü çıkış yapamayan siyasi yapısı, hukuk düzeninin her gelenin keyfine göre dizayn edilmesi, hep bir kaos içerisinde yaşamamıza sebep oldu.
Erbakan hoca, onlar ortak olacak biz Pazar derken, sanki o günlerde batılı ülkelerin pazarı değilmişiz gibi bir algının oluşması hepimizi keyiflendiriyordu. Sanayimizi kuracaktık, teknolojik gelişmemizi sağlayacaktık, batılı sanayi kuruluşları ile rekabet edecek hale gelecektik, onların bize sattığından, daha fazlasını onlara satabilecek imkanı bulacaktık, sonra söz konusu pazara ortak olarak kendi isteğimiz ile girecektik.
Erbakan hoca aslında imkansız şeyler söylemiyordu. Fakat yukarıda da değindiğim üzere, çok parçalı siyasi yapımız, yeterli sermaye birikimine sahip olmamamız, Askeri vesayet ve Hukuk düzeninin, adeta düzensizliği koruyan bir zırh olarak iktidara gelenlerce yeniden yapılandırılması, bizi her gün bu birliktelikten uzaklaştırdı.
03 Kasım 2002 seçimlerine kadar Avrupa Birliği ile olan münasebetler adeta dondurulmuştu. Türkiye Avrupa Konseyinde sanık konumunda idi.
Bırakın Ak Partinin kurumsal kimlik olarak Avrupa Birliğine katımlı çok önemseyen isteğini, bizim gibi siyasete daha yeni adım atanlar bile, 3 Kasım seçimleri sonrasında, AB liğini artık eskisi gibi bir ekonomik birlik olmanın ötesinde kişi hak ve hürriyetlerini öne çıkaran, din ve dince mukaddes sayılan değerleri önemseyen, azınlık haklarını ve kültürlerinin gelişimine en üst düzeyde siyasi katkı sağlayan bir birliktelik olarak gördüğümüzü ifade etmeye başladık.
Ak Partki iktidarları ile Türkiyenin bu alanda büyük istek ve iradeye sahip olduğunun anlaşılması üzerine, Türkiye Avrupa Konseyindeki sanık sandalyesinden alındı, Birlik ile katılım müzakerelerinin başlaması için imzalar atıldı. Kişi hak ve hürriyetleri büyük ivme kazandı.
Bu imzaların atılması üzerine, EKONOMİK anlamda bakir bir alan durumundaki Türkiye’ye Avrupadan çok önemli ölçüde SERMAYE AKIŞI sağlandı.
Türkiye’ye gelen Sermayenin doğrudan yatırım alanına kanalize edilmesi veya zaten gelen sermaye guruplarının, Türkiye’deki istikrar sebebiyle kendiliklerinden böyle bir alana yönelmeleri beklenirdi. Fakat olmadı.
Açalım mı?
Yani Türkiye’ye gelen Avrupalı veya Uzakdoğulu sermayenin Fabrika kurmaya, iş alanları açmaya ve üretimlerini burada yapmaya yönelmeleri, bizim için çok önemli idi.
Fakat dış sermaye geldiği ülkede yeterli siyasi ve hukuki istikrar görmez ise, boşluk bulduğunda bu ülkeye yine gelir, ama bu defa doğrudan yatırım yerine, senin karlı şirketlerinin hisselerini borsadan toplamaya yönelik olarak adımlarını atar, bir istikrarsızlık hissettiği anda, elindeki hisseleri derhal satar ve geldiği ülkeye parasını alır geri döner.
Doğrudan yatırım sermayeli kuruluşların, fabrikalarını, işyerlerini kolay terk etmeleri, ellerinden çıkarmaları mümkün olmadığından, geldikleri ülkelerde güvenli liman ararlar. Siyasi istikrarın yanında, hukuki güven onlar için olmaz ise olmaz değerlerdir.
Şu anda Türkiye’de yabancıların 120-130 Milyar dolar civarında sermayeleri bulunuyor. Bunların doğrudan yatırım sermayesi olanının oranının düşük olduğu belirtiliyor. Diyelim ki, bu miktar 20-30 Milyar dolar olsun. Geriye kalan 100 Milyar dolar çıt kırıldım bir para ve anında çıkma ihtimali var.
Son günlerde Türiye 2,5 Milyar Euroluk bir Euro bond ihalesi açtı ve buna 4 Milyar Euroluk talep geldi.
Türkiye 2,5 Milyar Euro Euro Bond sattı, ancak yüzde 6 gibi bir faizle.
Euro üzerinden yüzde 6 faiz çok yüksek ve dünyada bu oranda bir borçlanma adeta sömürüye çanak tutma olarak algılanıyor.
Kaldı ki, bu para Türkiye’nin elinde kalmadı, ayrıca hazinesinden 1,5 Milyar Euro daha bu paranın üzerine koyarak, Türkiye’den çıkmaya çalışan yabancı şirketlere ödendi.
Bu tür gelişmeler bize enflasyon, gelir azlığı, maaşlarda daha az ödeme, işsizlik olarak geri döner. Bunlar siyasi istikrarsızlığı, siyasi istikrarsızlık her türlü belayı beraberinde getirir. Anarşi artar, terör artar, muhalif sesler olabildiğince yükselir, tabir caiz ise belalardan bela beğen noktasına geliriz.
Bu gelişmelerle şuraya gelmek istedim. Biz yine ne yapıp edelim, Avrupa Birliğinin 80 yıldan beri oluşturmaya çalıştığı ve büyük kısmında başarılı olduğu siyasi ve ekonomik kriterlere uygun adımlar atalım.
Erkler arasındaki yetkilerin karman çorman olduğu, kimin eli kimin cebinde belli olmadığı, Savcıların emniyeti çalıştıramadığı, kanıtlanmamış olsa bile ortaya dökülen delillerle çok önemli yolsuzluk iddialarından 4 bakanın görevini bırakmak zorunda kaldığı, bu kişilerin yakınlarına karşı tutuklama kararı veren Hakimlerin başka görevlere atandığı yerlerde, bırakın dolaylı sermaye sahiplerini, doğrudan yatırım sermaye sahipleri de bir yolunu bulur ve krişi kırar.
Fransa Cumhurbaşkanı Fransuva Olland’ın Türkiye ziyaretinde, erklerin ayrılığına, hukukun üstünlüğüne ve yargının bağımsızlığına yönelik yaptığı vurgulu konuşmalar, şu son 10 yılda elde edilen kazanımların hiçbir şekilde tartışmaya dahi açılmaması gerektiğini bana hatırlattı.
Ayrıca Avrupa Birliği kapısında niçin beklediğimizi de.