KIZGIN TAŞLARDAN İKNA ODALARINA-DEĞİŞEN BİR ŞEY YOK

Hanife Gökdemir İstanbul Üniversitesine kaydını yaptıracağı sırada ikna odasına alınan genç kızlardan birisi idi.

28 Şubat sürecinin zulmü bütün şiddeti ile devam ettiği sırada, sınavlarda başarılı olan Başörtülü kızlar da Üniversite kapılarına dayanıyor, kayıt yaptırmak istiyorlardı.

Henüz yıpranmamış, fiziki anlamda genç yüzü ile Üniversite rektör yardımcılığı görevine kadar yükselmiş olan ismi ile müsemma!!! Nur Serter, hemen her yerde arzı endam ediyordu.

Özellikle başörtülü kızlar için “İKNA ODALARI” kurmakla iştihar etmekten ötürü, memnuniyetini ifade için basının karşısına çıkıyor, İslami kesim insanlarını zivaneden çıkaran sfenks duruşu ile on dört asır önceden bugüne değişen bir şey yok havasını basıyordu.

Sinsi bir gülüş ile o gün kaç tane kızın baş örtüsünü açtırarak kayıt yaptırdığını ve bu kızların hakikati! bulmuş olmaktan ne kadar mutluluk duyduğunu ifade ediyordu.

Kadın düpedüz İslam ile ve onun değerleri ile kendisine biçilen vazife uyarınca canla başla mücadele ediyordu.

O günleri hiç kimse ve hiçbir zaman hatırından çıkarmamalıdır.

Nüfusunun nerede ise hemen tamamı Müslüman olarak kabul edilen bir ülkede, Allah’ın rızasına uygun bir yaşam biçimi sürdürmek isteyen insanlar, düpedüz İslamın ilk intişar ettiği dönemlerde olduğu gibi, zulme, işkenceye maruz kalıyorlar, kırk katır mı, kırt satır mı işkence biçiminden kırk katırı seçmeye icbar ediliyorlardı.

Hz.Bilali Habeşi Ridayallahu Anh-Allah ondan razı olsun-ı bilirsiniz.

İlk Müslümanlardandır.

Hz.Bilal aslında Habeşli olup Ümeyye Bin Halef’in kölesi idi. Asıl ismi Bilal Bin Rebah’tır.

İlahi sadayı duymuş ve Müslüman olmuştu.

Mekkenin eşrafından olan Ümeyye Bin Halef çok zengindi.

Aslında “Eşraf” ile “Zenginlik” kelimelerinin cümle içerisinde yer değiştirmesi gerekirdi. Zira o gün olduğu gibi bugün de, çalarak, çırparak, yetim hakkı yiyerek, Devletin, Milletin kör kuruşuna bile tenezzül ederek Zengin olanlar, yani ki “Hırsızlar” eşraf sayılıyor.

Adamın istediği kadar ilmi, irfanı, kültürü, merhameti, efendiliği, necabeti, temizliği, karınca ezmez beyefendiliği olsun, parası yoksa, eşraf meşraf sayılmaz… Mehmet Akif merhumun Seyfi Babasının son mısraları aklıma geldi.

Ortalık açmış, uyandım. Dedim, artık gideyim,

Önce amma şu fakîr âdemi memnûn edeyim.

Bir de baktım ki: Tek onluk bile yokmuş kesede;

Mühürüm boynunu bükmüş duruyormuş sâde!

O zaman koptu içimden şu tehassür ebedî:

Ya hamiyyetsiz olaydım, ya param olsa idi!

Ümeyye Bin Halef Müslüman olan kölesi Bilal’e insanlık tarihinin ender sayılan işkencelerini reva görüyordu. Arabistan çöllerinin kızgın güneşinin altına yatırıyor, karnının üstüne onun deprenmesine fırsat vermeyecek taşlar koyup, güneşin çatında saatlerce işkence ediyordu.

Ümeyye bin halef her işkence sonrasında “Lat için, Menat hakkı için, Uzzanın dileği için” Muhammedi terk edeceğim söyle seni serbest bırakayım dedikçe, Bilal “ Ehed, Ehed, Ehed” diye inliyordu.

Olaya birkaç kez şahit olan Hz.Ebubekir Ümeyye Bin Halef ile yapmış oluğu uzun pazarlıklar sonrasında Bilal’i hürriyetine kavuşturdu.

Kölelikten kurtulan Bilal sesinin güzelliği sebebiyle Allah Resulü tarafından ezan okumakla görevlendirildi. Aslında Bilal Ş harflerini düzgün çıkaramıyor, Eşhedü En La İlahe İllallah yerine, eshedü diyordu. Ama ona insanlığını iade eden İslamiyet, kölelikten İslamın ilk müezzinliği görevine terfi ettirdi ve Bilali Kabenin Damına çıkararak ezan okutturdu.

Ümeyye bin halefin uyguladığı zulüm hiç değişmedi. Çünkü Kur’an “İnanmayanlar topluluğu hep birdir ve bir birlerine benzerler” diyordu.

Ümeyye Bin Halefin uyguladığının bir benzerini aradan 14 asır geçmiş olmasına rağmen Nur! Serter uyguladı genç kızlarımıza.

O bu uygulamaları ile sadece kızların okumalarını sağlamaya çalıştığını ve “ikna odalarında” başlarını açanların kayıt işlemlerini yaptırmaktan mutlu olduğunu, vicdanının da pırıl pırıl olduğunu söyledi, söylüyor.

Allah’ın emirlerini yerine getirmeye çalışan genç kızlara karşı, yaşını başına almış, yüzünde gözünde derin va esefa çizgileri oluşmuş, Allah’ın emirlerini çiğnetmeye çalışan bir insan… keşke diyorum onları içeri almasaydım, Üniversite kapısı önlerinde bekletseydim diyor.

Vicdan dediğiniz şeyin elle tutulur, gözle görülür bir meta olması, pırıl pırıl mı durduğunun veya perenk perenk mi olduğunun anlaşılması için, söyleme değil, eyleme ve sonuçlarına bakmak lazım.

O dönemde ikna odaları cenderesinden geçen Hanife Gökdemir diyor ki, bu odalarda sadece bizden okumamız için baş örtülerimizi çıkartmamız istenmedi, ayrıca hangi gazeteyi okuduğumuz, hangi televizyonu seyrettiğimizde soruldu.

Hoşlarına gitmeyen cevaplar karşısında, niye bu gazeteleri okuyor, niye bu televizyonları seyrediyorsunuz denildi.

Başımı açıp kaydımı yaptırınca, durumum bana çıplakmışım gibi geldi, içimi bir haşyet/korku/ kapladı ve hemen başımı örttüm.

Hayır olmaz dediler, Üniversite kampüsünden çıkıncaya kadar baş örtmek yok.

Ondan sonraki yıllarda ders aralarında başımı örttüğüm için, hocalarla köşe kapmaca oynamaya başladık. Aman adam/kadın/ bizi gördü mü, ya bize kafayı takarsa gibi sıkıntılar içerisine düştüm. Psikolojim bozuldu. Okulu bitireli 10 sene olmasına rağmen gidip diplomamı alamadım. Şimdi baş örtüsü yasağı kalkınca, gidip diplomamı aldım, ama o başı açık resimli diploma benim için hiçbir şey ifade etmiyor. Bana hep çektiğim işkenceleri hatırlatıyor.

Ya işte böyle Nur! Hanım.

Seni ilgilendirmeyen, senin hukukun ile zerre kadar alakası bulunmayan konularda neler yapmışsın, şimdi çıkmış, vicdanım pırıl pırıl diyorsun.

ŞİMDİ SANA SORUYORUM, SENİN O VİCDAN DEDİĞİN MÜTEAL/AŞKIN/ İNANCIN SAHİBİ KİM.

Lat mı, menat mı, Uzza mı, Nesr mi, Hubel mi, Atatürk mü , yoksa Allah’ mı?

Sana o vicdan anlayışını verenin/bağışlayanın/ Allah’tan başka varlıklar olduğunu düşünüyorsan, bilesin ki, şeytanın hala vücudunun derinliklerinde cevelan ediyor, seni günaha çağırıyor.

HER KUL GÜNAH İŞLER AMA HER KULUN EN BÜYÜK ZAFERİ ALLAH’TAN AFFEDİLMESİNİ DİLEMEKTİR, DİLEMESİNİ BİLMEKTİR, YANİ PİŞMAN OLMAKTIR.

Yoksa…

Bize düşen sadece anlatmaktır.

Ortaya çıkan hukuki sorunun çözümü açısından, o ikna odalarının kurulduğu kapılardan dört yıl onurluca geçen birisi olarak Hanife Gökdemir hanımefendiye bir tavsiyede bulunmak istiyorum.

Nur hanım ikna odalarının CD lerini elimde saklıyorum ve 10 yılı geçtiği için bunları imha edeceğim diyor.

Önce İstanbul Ünivesitesi Rektörlüğüne düşen bir görevi hatırlatayım.

Bu CD ler Üniversite faaliyetleri çerçevesinde gerçekleştirilen eylemlerin/faaliyetlerin/ delilleridir. Bu delilleri Nur hanım babasının mülkü gibi alıp evine götüremez.

Eğer böyle bir şey yapmış ise, Üniversite emvaline el koymaktan ötürü hakkında suç duyurusunda bulunulması lazım.

Diğer yandan bu ikna odalarında Allah’ın emirlerini çiğnemeye zorlananların C.Savcılığına suç duyurusunda bulunması, Nur hanımdaki CD lere el konulması için tedbir talebinde bulunulması lazım.