KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜNDE AK PARTİ PRATİĞİ

Leyla Hanımdan sonra Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan da Kürt sorununun çözümü konusunda Başbakana güvendiğini açıklamış. Mehmet Öcalan’ın söyledikleri şöyle:

                 

“Sayın Başbakan bu meseleyi çözer. İnşallah da öyle olacak. Umudum bu yöndedir. Sayın Başbakan bu barışı sağlayacaktır. Yapmak istemesi halinde yapar, barışı sağlar. Sayın Başbakan belki de yapıyordur. Bilmiyorum. İnşallah yapıyordur. Sayın Başbakan istemesi halinde ki gücü vardır sorunu çözebilir. Ben de Leyla Zana gibi, Sayın Başbakan’ın sorunu çözebileceğini düşünüyorum. Leyla Zana, Kürt halkı için saygıdeğer biridir ve önemli bir yere sahiptir. Düşüncesini de özgürce söylemelidir. Sorunun çözümünde ise ancak bir yere kadar rol oynayabilir, etkisi bir yere kadar olabilir. Kilit isim bence Abdullah Öcalan’dır. BDP de sürece katkı verebilir. Neden vermesin? Kilit ismin Öcalan olduğunu bilmek zorundayız, gerçekçi olmalıyız. Valla PKK konusu, beni aşan şeyler. Ancak kim kan akıtıyorsa biz onun karşısında oluruz, kim barışa katkı sağlıyorsa onun yanında yer alırız. Annelerin gözyaşlarının artık dinmesi lazım. Buna inanıyoruz. Örgütü durduracak isim ise Abdullah Öcalan’dır. Bir de şu var: Ben Abdullah Öcalan’ın kardeşiyim. Onunla görüşme hakkım var. Yasalar vermiş bu hakkı bana. Yasal hakkımın bana verilmesini istiyorum. Bu insani bir haktır. Ben bu hakkımı kullanmak istiyorum”.

Bu arada Abdullah Öcalan’ın hükümete göndermiş olduğu bir mektuptan söz edildi ve mektupta Abdullah Öcalan “ yalnızlığa itildiğini, PKK nın kendisine dinlemediğini, kendisi ile görüşmeye gelen Avukatların sözlerini çarpıttığını ve Oslo süreci devam ederken kendisi ile görüşen ekiple yeni görüşmeler yapma niyetinde olduğunu” söylediğinden bahsediliyor.

BDP çevreleri yaptıkları açıklamalarda böyle bir mektuptan haberleri olmadığını, hele içeriği ile ilgili olarak yapılan beyanların spekülasyondan başka bir anlam ifade etmediğini, varsa böyle bir mektubun derhal açıklanması gerektiğini ifade ettiler.

Bugün basına yansıyan 06 Temmuz 2011 tarihli o mektuba baktığımda, PKK ile Abdullah Öcalan’nın ve BDP nin  çatışma içerisine girdiklerini gösteren bir olguya rastlamadım.

Abdullah Öcalan’ın başka bir mektubu var ise bunun en kısa zamanda basına açıklanması büyük ehemmiyet taşımaktadır.

Kandil, İmralı ve BDP arasında yoğun çelişki yaşandığı yolunda Abdullah Öclan’dan sadır olan bir açıklama var ise, bunun yayınlanması Devlet çevrelerini neden rahatsız etsin ki…

Ama şurası bir gerçek ki, herkes dönüp dolaşıyor, son sözün ne diye sorulduğunda; BARIŞ diyor.

Savaşlar 100 yılda sürse , 200 yılda sürse eninde sonunda bir barışla neticeleniyor.

Zararın neresinden dönülürse kardır düşüncesinin önemini elbette herkes biliyor. Ama en uygun zaman ve zemini yakalamak herkesin beklediği bir şeydir. O yüzden barış barış diye tutturanlar, uygun fırsatı yakaladığında, diğerinin canına ot tıkıyor.

Dün PKK yürütme kurulu üyeleri Duran Kalkan ve Mustafa Karasu’nun Leyla Zana’nın girişimleri ile ilgili olarak yaptıkları açıklamalar vardı.

Onlar özet olarak “ silahlar sussun, yeni bir barış ortamına fırsat verilsin, silahların susması sorunun çözümüne büyük katkı sağlayacaktır” sözlerine bir daha asla önem vermeyeceklerini, sürecin silahla çözüme ulaştırılacağını beyan ediyorlar.

Leyla Zana’nın bu sorunu çözerse Sayın Başbakan çözer açıklamasından sonra, onun bu girişimini hafife alan Duran K   alkan ve Mustafa Karasu’nun beyanlarının hemen akabinde, Abdullah Öcalan’ın PKK ve BDP ile sorun yaşadığı yönünde mektubunun olduğunun basına fısıldanması, işlerin arap saçına dönmesine sebep oluyor.

Herkes bir “samimiyet” testinden geçiyor.

Tabi Leyla Hanımın Sayın Başbakan ile görüşmesi ertesinde Abdullah Öcalan’ın kardeşinin Sayın Başbakana güvendiğini ifade eden ve O’nun belki de sorunu çözmek üzere olduğunu “deklare” eden açıklamaları, eğer bir “BİLGİ” yi yansıtıyor ise, kendilerini saf dışında gören Kandildekilerin paniklemesini normal karşılamak gerekir.

Ben bu olayda biraz da Saadet Partisi(Milli Nizam, Milli Selamet, Refah,Fazilet, Saadet) ile Ak Parti örneğinin, Kürt sorunun çözümünde pratiğe yansıtılmak üzere olduğunu görüyorum.

Ak Partinin içerisinden çıktığı Saadet ve öncesi partiler ile söylem ve talepleri arasında bir fark yoktur. Ancak Ak Partinin, kavgacı, vurducu kırdıcı, kanlı kansız beyanları ile yola çıkan geçmişindeki sonuçsuz uygulamaları, düşünce ve talepleri bir anda terk etmesi, medenilere galebenin ikna ile olacağı noktasına gelmesi, beden aynı kaldığı halde eski gömleğini çıkarması, ona çok mesafe aldırdı. Bugün o kesimin insanlarının isteklerinin nerede ise yüzde sekseni elde edilmiş durumda.

İslamın her isteğinin hayatın her alanına uygulandığı ve isteklerin tümünün elde edildiği yolunda bir iddia yok. Zaten belki olması da gerekmiyor. Zira o zaman imtihan sırrı ortadan kalkıyor, mücadele alanı bitiyor.

Şimdi Sayın Başbakan yaşamış olduğu bu pratik sebebiyle, aldığı kararlar ve bunların hayata geçirilmesi, Kürt sorununu bu bağlamda çözmeye çalıştığının işareti olarak karşımıza çıkıyor.

İşte belki o sebeple Leyla Hanımdan sonra Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan Sayın Başbakana güvendiklerini ve onun bu sorunu çözecek tek insan olduğunu ifade etmeye başladılar.

Kandildekilerin bu gelişmeler üzerine yaptıkları son açıklamalar, biraz da denklemde yer almamalarından kaynaklanan hayal kırıklığı olabilir. O sebeple silaha zor vereceklerini ifade etmiş olabilirler.

İmralı, Osla sürecine katılanlar, BDP ve belki de KCK, Sayın Başbakanın partisini kurarken daha önce “yaşamış olduğu pratiği”  Kürt sorununun çözümünde de uygulamaya koyma çabalarına destek verirler ise, “biz sonuna kadar silahla haklarımızı elde edeceğiz” düşüncesini seslendirenler, bir anda Saadet Partisinin durumuna düşerler. Tabansız kalırlar.

Düzeltme: Dünkü yazıda “mahpusluk hapsolan kişinin lazımı gayrı mufarıkıdır” ayrılmaz parçasıdır cümlesindeki mufarıkı kelimesi, murafıkı olarak yazılmış, düzeltirim.