KURTULUŞ ABDULLAH ÖCALANDA MI?

Bütün kartları Abdullah Öcalan üzerinden oynamak yanlıştır. Onu görmezden gelmek de.

“Kürt sorunu” veya “Kürt kardeşlerin sorunu” en can alıcı haliyle 2012 yılı boyunca gündemdeki yerini korudu. Milletimizin Türk ve Kürt cenahından insanlar bu sorun sebebiyle en genç yaşlarında hayatlarını kaybettiler.

Hani derler ya, insanların gözünü adeta kan bürüdü. Göz gözü görmez oldu.

Bu sorunun en önemli kişisi, yani liderinin 13 yıldan beri İmralı cezaevinde bulunması ve onun geleceği ile ilgili olarak belirsizliğin devam etmesi, sorunu elbette daha çok can yakıcı hale getiriyor.

Dağdan dönüp devlete teslim olan birisi ile yapmış olduğum görüşmede, Kandil’de en çok Abdullah Öcalan’ın hayatı ve geleceği ile ilgili konunun konuşulduğunu söyledi.

Şöyle bir şey düşünüyorum, Abdullah Öcalan dışarıda olsaydı ve Suriye’den çıkarılıp Türkiye’ye teslim edilmeyip de, faraza Kandil’e gönderilseydi, acaba Kürtler için ve Türkiye devleti açısından ne değişirdi?

Hiç kuşku yok ki, Abdullah Öcalan bugün İmralı’da değil de Kandilde olsaydı, durum değişmezdi, bundan fazla insanın kanı akmazdı.

Hatta belki, Avrupa, Kandil, İmralı üçlüsünün hangisi ile müzakerelerin devam ettirileceği gibi bir sıkıntıyı Türkiye Cumhuriyeti yaşamazdı. O halde Abdullah Öcalan’ı elde tutmanın Türkiye Cumhuriyeti Devletine getirisi nedir?

Onun cezaevinde bulunması ve Avukatları ile yapmış olduğu görüşmelerde ortaya çıkan fikirlerin ne kadarının hür irade ile alındığı, Avrupa ve Kandildekiler tarafından net olarak bilinmediğinden,

Veya Avrupa ile Kandil’den içeri sızan bilgilerin ne kadarının sıhhatli olduğu Abdullah Öcalan tarafından tam anlaşılamadığından,

Sorunun çözümünde örgütün “müşterek bir kanaat” oluşturması mümkün olmuyor ve her görüşme sonrası kemende bir düğüm daha atılıyor.

Bu durum Türkiye Cumhuriyeti açısından, sorunun en önemli bir açmazı olarak karşımıza çıkıyor.

Hiç kuşkusuz Türkiye “elimde bir esir var, ben ondan azami derecede yararlanmak zorundayım” diyerek meseleye yaklaşıyor ise, sorunun çözümünü zamana yayıyor ve böylece karşısındakilerin bir fikir birliği oluşturmasına imkan vermiyor demektir.

Bu handikaptan kurtuluşun tek çaresi, özellikle Türkiye’nin  kartlarını açık oynaması,

Avrupa’nın, Kandilin ve İmralının bu sorunun çözümünde en son ne istediklerini yazılı olarak onlardan talep etmesi,

Taleplerin birleşen ve ayrışan yanlarını ilgililerine iletmesi, karşı tarafın görüşleri arasında ayrık yanlar var ise, bunun telifinin nasıl olacağını onlardan sorması,

Bir mutabakat metni üzerinde sonuca ulaşmalarını istemesi,

Gelen talepler üzerinde çalışması, Devletin, Hükümetin olmasa da, MİT nın, Türkiye’nin neyi yapıp, neyi yapamayacağını karşı tarafa yazılı olarak iletmesi şarttır.

Bunlar yapılmadığı sürece, atılan adımlar tekere çomak sokmaktan başka bir anlam ifade etmeyecektir.

Bu geminin içerisinde hepimiz varız. Dümeni kilitlemek bizi sahili selamete çıkarmaz.

Tebrik: hepimiz bir yıl daha yaşlandık. Yaşlandık tabiri bir çoğumuzun zoruna gider. Hadi o zaman bir yıl daha büyüdük diyelim. Fakat bu neyi değiştirir. Saçlarımızdaki aklar azaldı mı arttı mı? Arttı. Olsun, buna nurlandık da diyebiliriz. Hadisi şerif veya kelamı kibar veya bir sığınma, bir kurtuluş reçetesi arama ama  “Allah(c.c) mü’min kullarından saçı sakalı ağarmış olanlara azap etmekten teeddüp eder”miş. Saçımız, sakalımız bunun için mi ağardı? Çok şükür. Rabbimizin rahmetinden ümit kesilmez. Barış, sevgi, merhamet, maddi , manevi zenginlikle dolu, VEFALI bir yıl geçirmek dileğiyle, hepinize saygılar, sevgiler.