MAZRUFU NAZARA VERDİM ZARF KENDİĞİNDEN ORTAYA ÇIKTI
2005 yılı Haziran ayı içerisinde idi zannediyorum. Komisyonumuzu ABD den gelen, içlerinde M.Vekili, din görevlisi, Üniversite hocası ve başkaca siyasetçilerden teşekkül eden 15 kadar Evangelist ziyaret etmek istemiş.
Benim komisyonda Başkan vekilliği sıfatım sona ermiş olmasına rağmen, Mehmet Elkatmış bey, yanıma doğulu batılı 8 Millet Vekilini vererek, Cavit gelen heyeti kabul et ve görüş dedi.
Tamam dedim.
Yarabbi sana sonsuz teşekkür ederim, bana müthiş güzellikte bir günün doğmasına fırsat verdin diye içimden geçirdim.
Bunlar geldi.
Biz bir tarafta, onlar karşımızda.
Komisyon salonunda karşılıklı oturduk.
ABD nin başında o zaman George W Bush var. Onun da bir
Evangelist olduğunu biliyordum.
Evangelistlerin yeni Dindar Hıristiyanlar olduğu konusunda da bilgim vardı.
Onlar Türkiye-Avrupa ilişkileri, Türkiye-ABD münasebetleri, Türkiye İslam ülkeleri arasındaki son durum ve pek tabii o günlerde bütün şiddeti ile devam eden ABD ve koalisyon ortaklarının Irak işgali hakkında bana sorular sordular, komisyonumuzun görüşlerini almak istediler.
Eee Rabbim sen ne kadar büyüksün. Top 18 in içinde bu kadar mı insan ayağına oturur.
Ben Türkiyenin, Avrupa ailesinin bir parçası olduğunu, onu bu konumundan uzaklaştırmak için verilen mücadelenin başarılı bir sonuca ulaşmasının mümkün olmadığını söyledim.
Sayın Başbakan ile Başbakan Yardımcısı ve Dış İşleri Bakanımız(Tabii ki şimdiki Cumhurbaşkanımız) ın bu konuda verdikleri mücadelenin müzakereci ülke statüsü ile taçlandığını, o günden sonra Türkiye – Avrupa münasebetlerinin çok büyük aşama kaydettiğini ve Avrupa için her zaman bir alarm zili mahiyetinde olan Türkiye-Yunanistan ilişkilerindeki zikzak’ın artık son bulduğunu ve iki ülke ordularının Eğe Denizinde bundan böyle savaş tamtamlarının çalmasına fırsat vermeyecek basirete ulaştıklarını falan anlattım ve Türkiye Avrupa münasebetlerinin bu aşamadan sonra bir adım daha geriye götürülmesine, kıtanın tahammülünün olmadığını ifade ettim.
Yalnız bu alanda en büyük sorunun Avrupanın, ABD nin yedeğinde olur olmaz şekilde Müslüman ülkelere saldırısının asla kabul edilemeyeceğini açıkladım.
Bakınız dedim, siz Evangelistler orta halli Avrupa ve ABD ailesinden daha ziyade İncile bağlı dindar Hıristiyanlarsınız. Bizim ve sizin mensubu olduğumuz dinler beşeri değil, semavidir, rabbanidir.
Hepimiz bir Allah’ın kullarıyız. Ancak özellikle teknolojik alanında elde ettiğiniz gelişme ve ulaştığınız maddi güç, sizi herkesten üstün olduğunuz zehabına götürmüş. İslam ülkeleri insanlarına karşı mütekebbir davranışınızın altında yatan ana sebep bu. HALKIYIM, ÇÜNKÜ GÜÇLÜYÜM. Tarihte nice güçlüler oldu. Hak ve Adalet ile hareket edenlerin ömürleri uzun, bundan sapanların hayatı kısa sürdü. Bugün elinizde bulunan gücün, yarın bir başkasının da eline geçebileceğine veya daha üstününün o ellerde oluşabileceğine inanın. Kibirden vazgeçin ve Ademin çocukları olarak biri birimizi nasıl imha edeceğimizin değil, biri birimize nasıl yardımcı olabileceğimizin hesabını yapalım.
Bakınız siz elbirliği ile şu anda Irak’ta yüzbinlerce insanın hayatına kıydınız. Annelerin, babaların, kardeşlerin gözleri önünde kız çocuklarının ırzına geçtiniz. Ebu Gureyb hapishanesinde insanları çırılçıplak soyarak balık istifi gibi üst üste yığdınız. Kadın askerleriniz, Müslüman mahkumları çırılçıplak soyduktan sonra boyunlarına tasma takarak yerlerde süründürdü. Bizde kadınlar inceliğin, zarafetin, ahlakın, terbiyenin, merhametin timsalidirler. Kadınlarımız anadır, bacıdır, yardır. Sizin kadınlarınız hangi ahlak ile bu hareketleri yaptı, hiç Allah’tan korkmadı, kuldan utanmadı mı?
Saddamı devirmek, demokrasiye getirmek için geldiğinizi söylediniz. Yaptıklarınız katliam ve ahlaksızlıktır.
Sizin dininiz buna gerçekten müsaade eder mi, benim tanıdığım Hz.İsa Aleyhisselam bunların hiçbirisini yapmadı, siz bu açıdan hala Hz.İsa aleyhisselamı bir Peygamber olarak kabul ediyor musunuz? Üstelik ona uluhiyet te izafe ediyorsunuz. Rab, Baba dediğiniz insanın gidin böyle hareketler yapın dediği İncilin neresinde yazıyor diye sordum. Buna göre Saddamın yaptığı ile Bush’un yaptıkları arasında ne fark var, Ha Saddam Ha Bush, biri diğerinden beter dedim.
Uzun yazarım gerek yok. Toplantımız yarım saat olarak planlanmıştı. Ama bir buçuk saati geçti. Bizim de gurubumuz var. İşime aşırı düşkünüm, oraya katılmam lazım dedim ve toplantıyı bitirdim.
İçeride Anadolu Ajansı yetkilileri varmış.
Bu konuşmaların en son cümlesini almışlar, Cavit Torun, ABD başkanı için Ha Saddam Ha Bush dedi, diye internet sitelerine vermişler.
Bir gün sonra dört bir yandan bilgi vermem talepleri geldi. Olan biteni anlattım.
Mazrufu nazara verdim, Zarf kendiliğinden ortaya çıktı dedim.
Bizim bir vekilimiz Numune hastanesinde yatıyor, ziyaretine gittim, dönerken, kapı önünde Sayın Bakan Eğemen Bağış beyle karşılaştık.
Bana döndü Abi Bush için yaptığın açıklamadan ötürü bir özür beyanında bulunsan dedi. Niye dedim, geçtim gittim.
Daha sonra Eğemen bey ile Mecliste karşılaşıyoruz, ama o gözlerini kaçırıyor. Yine böyle bir anda karşısına geçtim, niye selam vermiyorsun dedim, görmedim kusura bakma dedi. Ben seni görüyorum, sen beni niye görmüyorsun, benim boyum senden daha uzun diye üsteledim.
Artık anladım, aramızın açılmasına Bush için söylediğim cümle sebep olmuş.
Ben Ak Partinin selefi partilerden, o düşünce harmanından geliyorum. İman ve inancımıza özellikle ABD nin vurduğu zincirlerden nasıl kurtulacağımızın mücadelesini veren Medresenin Çocuğuyum. İşi gücü bırakacağız da, o dünyanın parti içerisindeki uzantıları ile mi mücadele edeceğiz dedim.
Zaten çok sürmedi, biz “yar” dan ayrı düştük.
Şimdi bunları niye yazdım.
Uzun zamandan beri Eğemen Bağış beyi izliyorum.
Baş Müzakereci ve Avrupa Birliği ilişkilerinden sorumlu Bakan olarak görev yapıyor.
Gördüğüm şey şu: İşi gücü Avrupalı politikacılara saydırmak(başka bir tabir vardı kullanmadım).
Bir insan Avrupa Birliğine katılım ile ilgili olarak müzakere sürecini neticelendirmek için hem baş müzakereci olur, hem de bu alandan sorumlu Bakan olur ise( ki bu Türkiye tarihinde bir ilk görev) yapması gereken Avrupalı Politikacılarla kavga mı etmektir.
Oların bizi üzen beyanlarına, yaptıklarını on’a katlayacak şekilde, belden aşağı vurmak mıdır?
Sayın Bakanımız son olarak Almanya Başbakanı Merkel için, Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy gibi balık tutmak istemiyor ise, Türkiye hakkında yapacağı açıklamalara dikkat etsin dedi.
Fransa da yapılan son seçimlerde Sarkozy’in gideceği yüzde yüz belli idi. Bendeniz bile bu alanda ona çoktan güle güle diyen yazılar yazdım. Ama Merkel’in durumu öyle değil. Merkel şu anda Almanya’yı, Avrupada yaşanan bütün çalkantılara rağmen, ekonomik ve sosyal anlamda bir numaralı ülke haline getirmiş durumda. Almanya AB liğinin nerede ise bütün yükünü çekiyor. Bu konumdaki Merkel’e balıkçılık önermek, Sayın Bakanımızın görevi mi?
Hani diyeceğim Bakanlığı döneminde bir tek başlığın bile açılmasını sağlayamamış Eğemen beyin kızgınlığının sebebi bu mu? Bu kızgınlıkla dünyanın en büyük gücüne yandaş olma telkinleri yaparak, ülkemizi zarara mı uğratıyor?
Hani Suriye meselesinde, Türkiye’nin şu anda içerisinde bulunduğu duruma sebebiyet veren adımların atılmasında, kimi sayın Bakanlarımız ile birlikte neler önerdiler?
Bakınız Gezi Parkı olayları ile ilgili olarak başta ABD başkanı, Dış İşleri bakanı ve diğer ABD Beyaz Saray sözcüsü onlarca kişi, hemen her gün Türkiye Devletinin uygulamalarını eleştiren, hatta yerin dibine batıran açıklamalarda bulundular.
Sayın Bakanımız bu alanda onlara karşı tek bir kelime söylemedi. Çok belli ki, ABD li yetkililerin incinmesini bu Sayın Bakanımız istemiyor.
Peki ben bu görüşlerim ile nereye gelmek istiyorum.
Türkiye’yi Avrupa ailesinden koparmak, ABD ye koloni haline gelmeye sebep olur.
1 Mart Tezkeresinin reddinden sonra Sayın Başbakanımız ile birlikte gittiğimiz Paris’te senatör ve milletvekillerinden oluşan bir heyet ile de görüşmelerimiz olmuştu.
Fransız senatörler tezkereyi kast ederek, ABD nin yedeğinden kurtulmanız konusunda Meclisinizin verdiği kararı çok takdir ettik. Türkiye gözümüzde gerçek bir demokrasiyi yakaladı. Bundan geriye dönüş olmayacaktır. Buna inanıyoruz dediler. Hepimiz bu iltifattan çok memnun olduk.
Peygamberimiz “İnsan yaşadığı çevrenin çocuğudur” diyor. Biz öncelikle, İslam coğrafyasında, sonra Avrupa Birliği coğrafyasındaki insanlarla birlikte yaşamak zorundayız. Buradan talak, oradan boşanma ile okyanuslar ötesine nikah kıyamayız.
ABD liler benim bu tür değerlendirmelerimi hep yanlış anlıyorlar. Oysa ben genel geçer kuralın harekete geçmesini, yani önce can, sonra canan denilmesini istiyorum, hepsi bu.