MİLLETVEKİLİ DE İNSANDIR UNUTMAYIN.

Evet Milletvekili de insandır, etten kemikten yapılmış aciz bir varlıktır. Halkımız vekillerin bu yönünü çoğu zaman görmez, onların her zaman taş gibi, kaya gibi sağlam olduğunu düşürür, gece saat 02.00 de telefon açar, vekilim nassıssın eyimisin, ne yapisin der. ( ne yapacak, çocuk sallıyordur)

Milletvekillerinin çalışma koşulları hiç de insan haklarına uygun özellikler taşımaz. Gerçi haftada üç gün çalışılır. Salı günleri sözlü sorulara verilen cevaplarla geçer. Çarşamba ve Perşembe günleri ise genellikle yasama çalışmaları yapılır.

Parlamento her sene yüzlerce kanun çıkarır, eski kanunlara ilaveler yapar.

Milletvekillerinin ihtisasları ile ilgili olmayan konularda çıkarılmaya çalışılan yasalar bakımından bilgileri pek olmaz. Yasaların bir de kendilerine göre bir tekniği var ki, Mühendis olan bir Milletvekili kendi alanı ile ilgili o yasanın ne anlama geldiğini çoğu zaman çözemez.

Bizim ülkemiz tam bir kanun devletidir. Bir çok alanda yürütmeyi ilgilendiren bir konuda bile birde bakarsınız kanun teklif veya tasarısı gelmiş. Bunun sebebi çok açık ve basittir. Yöneticiler, yani hükümet edenler kendi başlarına inisiyatif kullandıklarında başlarına iş açma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklarını düşündüklerinden, neden başım belaya girsin denilerek, konu Parlamentoya intikal ettiriler ve kanun maddesi haline getirilir.

Söz konusu kanun olunca, akan sular durur ve herkes çıkan kanuna riayet etmek zorunda kalır, yönetici de ne yapayım, bu ülkenin en büyük yasama organı böyle uygun gördü der ve işin içinden rahatlıkla sıyrılma imkanı bulur.

Aslında her bir parlamenterin hal ve gidişi konusunda halkın verdiği not, eskilere göre biraz daha iyi olsa da, milletvekillerinin özelleri ile ilgili olarak millette bir güvensizlik her zaman olmuştur.

Çünkü halk, herşeye vekilin elinin ve dilinin uzanabildiğini örnekleri ile görmüş, kısa sürede zengin olmalardan tutun, torpil aracını herkesten daha iyi kullanabildiklerine varıncaya kadar bir çok menfaat alanının onlara açık olduğuna şahit olmuşlardır.

Milletvekillerinin özelleri ile alakalı meseleler haricinde, halk parlamentonun yasama yetkisini kullanmasına, sorunların çözümü yönünden bu alanı kullanmasına çok sıcak bakmakta ve buranın gözleri gibi korunmasından yana tavır koymuş bulunmaktadırlar.

Sağcısı, solcusu, ortası, yolcusu hangi sebeple olursa olsun Parlamentonun kapısına kilit vurulmasını asla istememektedir.

O açıdan Milletvekillerinin şahsında Parlamentonun küçük düşürülmesine hiçbirizimin rızası yoktur.

Gündüz saat 14.00 te başlayan çalışmalar hemen her zaman görüşümmekte olan yasanın bitimine kadar çalışılacaktır diye karar alınınca, artık iş çığrından çıkmaktadır. Böyle durumlarda, ki bu çoğu zaman aynıdır, Çarşamba günü saat 14.00 te başlayan çalışma Perşembe günü sabahına kadar sürmekte ve bu durum kesilmeksizin aynı şekilde devam etmektedir. Kesintisiz çalışma kararı alan Meclis için artık Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi günü diye bir şey yoktur. Haftanın bütün günleri, hatta ayın tamamı çalışma saati olarak karşımıza çıkmaktadır. Biz kanun devleti değil de hukuk devleti olmayı başarabilse idik, çaya çorbaya limon cinsinden sabah akşam kanun yapmak, Milletvekilleri de hiçbir işçinin kabul etmeyeceği biçimde çalışma günlerinde gece yarılarına kadar, hatta sabahlara kadar emek tüketip, zor durumda kalmazdı.

Hepimiz etten kemikten yapılmış varlıklarız, susarız, acıkırız, yoruluruz, hasta oluruz, durup dinlenmeden çalışmaktan ötürü takatten düşeriz. Ben bu tecrübeyi yaşamış bir insan olarak şunu açıkça söyleyebilirim ki, TBMM sindeki çalışma usulü dünyanın hiçbir meclisinde hemen hemen yoktur.

Ancak yine gururla ifade edeyim, bu çalışma biçimine özellikle iktidar partilerinden hiçbir Milletvekilinin ufak tefek söylenmeler haricinde bir itirazı yoktur.

Hatta kurdun kuşun uyuduğu gecenin kör bir saatinde sabaha yakın Meclisteki çalışmadan çıkan Milletvekilleri evlerinin yolunu tutarken, Rabbim sana şükürler olsun, biz bu saatlere kadar çalışsak da, Milletimiz rahat ediyor ya, onlar rahat uyuyor ya, mühim olan bu milletin huzuru ve refahıdır derler/dedik/.

Şimdi biraz Zeyid Aslan olayına gelmek istiyorum. Meclisin Milletvekili kulislerine açılan bahçeleri var. Buralarda bizim zamanımızda bir kaç sandalye türü oturma araçları vardı. Şimdi koltuklar konulmuş. Milletvekilleri yorgunluklarını kısmen atabilsinler diye. Zeyid Aslan da gitmiş koltuğun birisine uzanmış, arkasında Mehmet Kastal da ayaklarını oturduğu koltuğun önündeki sehpaya uzatmış, kestiriyorlar. Bu iş TBMM sinde ilk defa oluyormuş gibi, kulisleri kolaçan eden ve bir anlamda onlarla özel yaşam alanını paylaşan(aslında böyle bir hakları yok) basın mensupları manzarayı fotoğraflamışlar ve Sözcü Gazetesine servis etmişler.

Sözcü Gazetesinin de iktidara karşı tumumu malum. Mal bulmuş mağribi sıfatıyla iktidar Milletvekillerine vermiş veriştirmiş.

Adamlar/hanımlar/ yaptıkları ile yetinmemiş, gidip bir de “yedinm mi, nehaber” der gibi vekilden fikrini sormuşlar. Zeyid’in ağzının maşallahı!!! Var. Gazeteci bayanlara sizin bacak aralarınızı çeksem(ne demek istediğini gayet iyi anlıyorsunuz) ve bunu bassam bu gazetecilik olur mu demiş. Tabii ki filim kopmuş.

Oysa reklamın(özellikle siyasetçi için) iyisi kötüsü olmaz. Seyit bunu yapan gazetecilere, ya arkadaşlar insani bir hal, çok yorulmuştum, biraz dinleneyim istedim. Ama bu sizin yaptığınız meslek ahlakına, insanlığa sığar mı? sizi haremimize alıyoruz, siz namahremimizi fahş ediyorsunuz. Allah’a reva mı dese idi, YANİ BATILI TASVİR SAF ZİHİNLERİ İDLAL EDER kuralından hareket ederek, işin böylesine büyümemesini sağlasa idi, daha iyi olmaz mıydı?