MISIR YANARKEN BİZ İFTARDAYDIK

Dün bir iftardaydık. Birisi öyle bir şey söyledi ki, nutkum tutuldu. 2000 li yıllarda ABD nin Adana Başkonsolosluğunu yapmış olan birisi zamanında kendisine gelmiş ve sohbet etmişler. O günler Ak Partinin kuruluş günleriymiş.

Başkonsolosla sohbet ilerleyince, bizimkisi ya sana ciddi olarak sormak istiyorum demiş, Türkiye’deki ihtilallerde ne kadar payınız var, bizim kamuoyunda çok ciddi manada sizin bu işleri önce planlayan, sonra zeminini hazırlayan ve daha sonra da eylem safhasına geçiren olduğunuz yönünde bir inanç var, ne diyorsunuz demiş.

Başkonsolos, 1960 darbesinde yoktuk, 12 Mart 1971 muhtırasında da biz yokuz, 12.Eylül.1980 darbesine de biz karışmadık, ancak 28 Şubat 1997 sürecini sonuna kadar biz planladık, gerçekleştirdik. Çünkü biz Erbakan hocadan hiç hoşlanmıyorduk, onun davranışlarından tiksiniyorduk, önce çok derin bir kuyu kazdık, Erbakan hocayı bu kuyunun içerisine attık, sonra ağzına kadar beton ile kapattık, bir daha hiç çıkamadı, zaten çıkması da mümkün değildi demiş.

Ben 2000 Yıllarda Adanada ABD Başkonsolosluğu yapmış olan John’un bu beyanına ne kadar güveneceğiz, adam size ne kadar doğruları söyledi, 28 Şubat 1997 sürecinde vardık, diğerlerinde yoktuk demiş ama, ya 12.Eylül.1980 darbesinin gerçekleşmesi üzerine, ABD li yetkilerin “bizim oğlanlar başardı” şeklindeki açıklamalarına ne diyeceğiz diye sordum.

(Bu başkonsolos 2001 de benden de randevu talep etti. Diyarbakır Yenişehir semtindeki yazıhaneme geldi. Benimle tam iki saat görüştü. Doğrusu o günlerde yazdığım yazılarda özellikle ABD nin Bosna’da oynadığı rolü Irak’da insanlara zulmeden SADDAM’A karşı da yerine getirmesi gerektiğini ve Irak halkının kılına dokunmadan, Saddam’ın bir an önce iktidardan uzaklaştırılması gerektiğini söylemiş ve ABD nin buna gücü olduğunu belirtmiştim. Bu görüşlerim sebebiyle olacak ki, ABD liler beni ziyaret etti ve Saddam meselesinde görüşlerimi aldı. Ama onların sahibi oldukları gücü nasıl kullandığını hepimiz gördük. Milletvekilliğine gelişim o günkü ABD yönetimine karşı olan iyi niyetim, vekillikten gidişim ABD nin Irak’ta her türlü zulme rahmet okutacak tutumuna karşı çıkmamdan mı kaynaklandı, bilmiyorum.)

Hadiselere “Güc”ün gözü ile bakarsanız, daha işin başında peşin peşin kaybedersiniz, çünkü onlar sahibi oldukları güç sayesinde size karşı öyle bir tahakküm kurarlar ki, ne söylerler ise kabullenmek zorunda kalırsınız, zihninize üşünen sorular biri birini nakzeder, böylece beyniniz donar, dudaklarınız kilitlenir.

Algıladığım kadarı ile dünyaya Gücün penceresinden bakan bizimki, bu tür soruların geleceğine alışkın bir ortam olmadığını düşündüğünden, ben adamın söylediklerini size aktarıyorum dedi. Ardından 27 Nisan 2007 E muhtırasından sonra Sayın Başbakana Dolmabahçe Sarayında yaşar büyükanıt tarafından verilen bir mektuptan söz etti, bölgede ABD menfaatlerine karşı çıkarsanız, bu sizin hiç de hayrınıza olmayan bir okuma ile karşı karşıya kalırsınız dedi.

Ben döndüm “ülkelerin önce kendi menfaatlerini, sonra muhataplarının menfaatlerini gözetmeleri en tabii hakları değil mi? ABD nin ne hakkı var ki, hemen her attığı adımda muhatabının menfaatini hiç gözetmeden, önce kendi menfaatine olanı ortaya koyuyor. Bu karşısındakinin hakkını çiğneyen bir şey olsa da muhatabı ona ses çıkaramıyor, bu nasıl bir dünya, bu nasıl bir adalet dedim ve onların yaptığı haklıyım, çünkü güçlüyüm, peki bu doğru mu” diye sordum.

Ortamda bulunanların büyük saygı ile dinledikleri zat, ne yapalım ki, durum böyle ve eğer siz onun menfaatine aykırı bir şey yaparsanız, önce kendilerinin menfaatine olana aykırı bir davranışta bulunursanız, bunu asla kabul etmezler ve bir yolunu bulup sizi yok ederler, deyince;

Peki 1 Mart 2003 tezkeresinin reddine ne diyeceğiz, o tezkere reddedilince, Türkiye’nin beş parasız kalacağı, iktidarın devrileceği, Türkiye’de hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı söylendi, ama bu gerçekleşmedi şeklinde soruma,

O iş öyle bildiğiniz gibi değil, ABD liler 1 Mart Tezkeresinin Meclisten hiçbir kuşkuya yer vermeyecek biçimde geçeceğini düşünüyordu. Türk Hükümetinin de bu konuda samimi olduğuna inanıyorlardı, o bir yol kazasıdır. Zira Parlamentoya yeni gelen Milletvekilleri muhataplarının gücünün farkında değillerdi, özellikle Ak Partiden ret oyu veren Milletvekilleri, tezkere nasıl olsa geçecek, benim oyum olmasa da olur, hem biz Müslüman kardeşlerimiz ile çatışmaya neden girelim ki diye düşündüler ve tezkere bu sebeple reddedildi. Gelişmeleri çok yakından takip eden ABD Türkiye’nin iyi niyetine inandı, o nedenle çok fazla üzerine gitmedi dedi. Yoksa borsada işlem gören hisse senetlerinin yüzde altmış beşi yabancıların, paralarını çekmeye başladıkları zaman siz ne yapabilirsiniz, o açıdan herkese kendi gücünün sınırını görmesini öneririm diye de ekledi.

Birinci dünya harbi öncesinde Türkiye Balkan savaşlarını yapmış, bazı alanlarda büyük kayıplar vermişti. Ülke içerisindeki aydınlar! Bu iş böyle gitmez, bizim kendi başımıza bir halt işleyeceğimiz yok, biz ya Alman Mandasını veya İngiliz Mandasını kabul etmek zorundayız diyorlardı.

Sevgili dostlar bugün de değişen bir şey yok. Türkiye’de rahat yaşamaya alışmış olanlar, taşın altına bir gün olsun elini koymayanlar, ya ne olacak, bu millet yıllar yılı elektriksiz kalmadı mı? gaz lambası ile olsun idare etmedi mi? yemeklerini sepetlere koyup kuyulara salmadı mı? yine öyle yapar tam bağımsızlığımızı sağlayacak adımları atar, Satı kadınlar, Seyit onbaşıların fedakarlığı, yiğitliği ile bu badireyi aşarız diyecek yapıda olmayanlar, şimdi yine ABD mandacılığını kabule bizi ikna etmeye çalışıyorlar.

Bu millet ne çektiyse, HAKLIYIM, ÇÜNKÜ GÜÇLÜYÜM diyenlere temenna çakanlardan çekti.