MÜ’MİN FERASETİ
Ben şu sürecin ülkemiz için, insanımız için devam ettirilmesinden başka çare görmüyorum. Çünkü biz öyle yüz yıl, iki yüz yıllık bir birlikteliği yaşıyor değiliz.
Alparslan’ın Anadoluya ayak basmasından bu yana, yani nerede ise bin yıldan beri birlikte yaşıyoruz. Alparslan bu topraklara geldiğinde yanında Kürtleri buldu. Bu iki ulus, o günden bu güne hep bir ve beraber oldular. Bu coğrafyada bin yıldan beri devam eden birliktelikte, yapılan bütün savaşlarda Kürtler Türklerle beraber olmuştur. Birinci dünya harbi, Çanakkale Anafartalar savaşı böyle bir şey değil mi?
Evet Türkler bu coğrafyadaki bütün gelişmelerde öncülük yapmışlardır, yani rolleri öncülük yapmaktan ibarettir. Başarılan ne var ise, Türkler kadar, Kürtlerin de rolü vardır.
Samimiyetle söylüyorum, bu ülkenin insanlarını biri birinden ayırmanın imkanı yok. Kimi kimden ayıracaksınız, gerçek manada bu insanlar biri birinin en yakın akrabası olmuş. Dayıyı yeğenden ayırmak mümkün mü?
Bir an için taraflar hadi ayrılalım diye karar verseler, bu işin içinden çıkamazlar.
Açık ve net söylemek gerekirse Türkiye Kürt meselesinde kardeşlerine yanlış yapmıştır. Özellikle Cumhuriyet sonrasındaki kimi gelişmeler Kürtlerin ret ve inkarını beraberinde getirmiştir. Oysa Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan 1924 Anayasasında Kürtlerin Cumhuriyetin kurucu unsuru oldukları kabul edilmiş, fakat 24 sonrası uygulamalar maalesef hiçbirimizin kabul etmeyeceği bir şekilde neticelenmiştir.
Bu durum Kürtleri isyan ettirmiş ve 30 yıldan beri içinden çıkamadığımız bir kavgaya sebep olmuştur.
Biz önceleri KÜRT yok diyorduk.
Tabii Kürt olmayınca, onun dili de yoktu, örfü adeti, kültürü de yoktu.
Ancak yaşanan olaylar hepimizin salim bir akılla düşünmemizi zaruri kıldı.
Yavaş yavaş tamam Kürtler var noktasına geldik.
Kürtler var olunca dillerinin, kültürlerinin, kimliklerinin de var olduğunu kabul etmeye başladık. Ben Kocaeli Milletvekiliyim, katışıksız Türk olduğuma inancım var. Ama benim bu durumum başkalarının varlığını inkar etmemi gerektirmiyor. Kocaelinde esnaf gezisi yaparken, biraz ötede birileri düğün yapıyor ve Kürtçe şarkılar söylüyordu. İnsanlar bana “vekilim ne oluyor, bu da nereden çıktı” dediler. Ben de onlara biz nereden çıktı isek, onlar da oradan. Allah yarattı. Siz şimdiye kadar Kürtçe şarkı dinlememiştiniz, şimdi duyunca garip karşılamaya başladınız. Ama bunun ne mahzuru var. Bir süre sonra, siz de ama güzel türkülermiş, ne de güzel nağmeler diyeceksiniz. Şimdi onlar ilk defa böyle bir imkanı bulunca seslerini fazlaca yükselttiler. Ama zamanla onlar da “ya galiba sesimiz biraz fazla, insanları rahatsız etmeyelim” diye makul bir çizgiye geleceklerdir. Evet şimdi o makul çizgi Kocaeli’nde yakalanmıştır. Türkiye de bu çizgiyi yakalamak mecbureyetindedir.
Özellikle iktidarımız döneminde bizim ret ve inkar ameliyesinden vazgeçmemiz, sorunu konuşmamızı zaruri kıldı.
Kiminle konuşacaksınız? Pek tabii olayın tarafları ile.
İşte o sebeple Oslo görüşmeleri yapıldı.
Oslo’da yapılan görüşmelerin ortaya çıkması, önceleri kamuoyunda büyük tepkilere sebep olacak diye düşünüldü. Ancak akan kanın durması için, Devletin atmış olduğu adımlar, bırakın tepkiye sebep olmayı, genel kabul gördü. Haa anladık ki, millet barış istiyor, kanın durmasını istiyor, evlatlarının cansız bedenleri ile karşılamak gerçek manada ailelerin olduğu kadar, milletin de canını acıtıyor.
Oslo görüşmelerini içlerine sindiremeyenler, yani kardeş kanının akması umurlarında olmayanlar, süreci baltalamak için akla ziyan girişimlerde bulundular.
Mesela, Habur olayı böyle, Hakkari kırsalında BDP milletvekillerinin görüşmeleri böyle bir şeydi. İmralı ile görüşmelerin başlamasından sonra Fransada üç Kürt kadının katledilmesi böyle bir şeydi.
Ama bu anlamsız savaşı durdurmaya kararlı olan Hükümetimiz, ayrık otlarını görmektense, çimenin bütününe bakmaya başladı ve Abdullah Öcalan ile Devletin kurumları görüşmelerini sürdürdüler.
Ben hakların verilmesinin bir mahzuru olduğu kanaatinde değilim.
Haklar değil, haksızlıklar sorun yaratır, kan çıkartır.
Şimdi bakın Kürtçenin öğretilmesi yolunda aldığımız kararlar, televizyon yayınlarının serbest kalması ve TRT Şeş’in kurulması, Üniversitelerde Kürtçe kürsülerinin oluşturulması bu ülkeye neyi kaybettirdi. Hayır hiçbir şey kaybettirmediği gibi kazandırdı. Bu bizim zenginliğimiz.
BDP Milletvekillerinin Kandile gidişlerini yadırgamıyorum.
Niye yadırgıyayım ki, madem bir barış süreci yaşıyoruz, Kürtler de Abdullah Öcalan’ı önder olarak görüyorlar ve barış işinde onun büyük önemi olduğu kabul ediliyor,
O halde BDP li vekillerin Abdullah Öcalan’ın mesajlarını bu işin en önemli ayağını teşkil eden Kandile götürmeleri ve orada Murat Karayılan ile Sabri Ok ile görüşme yapmaları pek ala normal karşılanmalı.
Ortaya çıkan Kandil Fotoğraflarını kimsenin yadırgamaması lazımdır. Kandil fotoğrafları ortaya çıkmamış olsa idi, biz böyle bir görüşmenin yapılmamış olduğunu mu düşünecektik. Kendi kendimize fanteziler üretmeye gerek yok.
Hepimiz biliyoruz ki, bu insanlar barış sürecine katkıda bulunmak amacıyla kandile gittiler.
Hakkari kırsalında BDP li vekillerle, örgüt mensuplarının bir araya gelip resim çektirmeleri ile Kandil’de çekilen fotoğraflar arasında mahiyet farkı var. BDP li vekiller hepimizin bilgisi dahilinde bir mesajı iletmek amacıyla Kandile gittiler. Ama Hakkari kırsalında örgüt mensupları ile BDP li vekillerin çektirdikleri fotoğrafları aynı kefeye koyamayız. Orada yasalar anlamında işlenmiş olan bir suç var ise takibi yapılır ve gerekli kararı da verilir.
Ben Kürtçenin Eğitim dili olarak kullanılması olayına karşı değilim. Yukarıda da değindiğim gibi kendi kendimize bir takım fanteziler üretmemiz gereksiz. Biz daha önce Kürtler yoktur, noktasından buraya geldik. Ret ve İnkarı biz sonlandırdık. Kürtlerin varlığı kabul edilince, dillerinin varlığı da, bu dilin öğrenilmesinin ve eğitimde kullanılmasının da bir hak olduğunu kabullenmemiz şarttır. Başımızı kuma gömmemiz, bir takım gerçeklerin ortaya çıkmasını engellemiyor.
Ben barış sürecinin olumlu bir şekilde neticeleneceğini ümit ediyorum, çünkü başka çaremiz yok. Biri birimizi daha çok kırmadan, evlatlarımızın daha fazla kanı akmadan bu işi bitirmek zorundayız. Zira zorla, silahla hiçbir şeyin halledilemediği görüldü. Silah kimin elinde olursa olsun, zoru kim dayatır ise dayatsın sonuca gitmenin imkânı olmadığı ortaya çıktı.
O halde akılla, basiretle olaylara yaklaşmanın şimdi tam zamanıdır ve bundan geriye dönüş yoktur.
Bu işlerin halli bakımından yeni bir Anayasa yapmanın zarureti ortadadır. Hepimizin şikayet etmiş olduğu Anayasa bir ihtilal ürünü değil mi?
Halkla bir araya geldiğimizde hepimiz bu Anayasadan şikâyet ediyoruz ve yeni bir Anayasa yapma mecburiyetinde olduğumuzu ifade ediyoruz. Millet tamam hadi yapın dediğinde, yok ben ona karşıyım, ben buna karşıyım diye yeri göğü biri birine katıyoruz.
Evet biz yeni Anayasada Başkanlık sistemini önerdik. Yok kabul etmeyiz, tartışmayız diye karşımıza çıkmaya başladılar. Tartışalım, sonunda kabul edersiniz veya reddedersiniz, o ayrı bir konu. Ama tartışalım dediğimizde karşımızda blok halinde CHP yi ve MHP yi görüyoruz. İşte o zaman da mesafe almak mümkün olmuyor. Demek ki bu ülkede ihtilalcilerin dışında kimse yeni bir Anayasa yapamaz noktasına geliyoruz ve bu bizim bütün enerjimizi tüketiyor.
Aslında CHP nin de MHP nin de olaya, Cumhurbaşkanının seçiminin halk oyu ile yapılması açısından bakması lazım.
Cumhurbaşkanı adayları halkın karşısına çıkıp, size şunu yapacağım, bunu yapacağım o sebeple bana oy verin demeyecek mi? Yani halka bir takım vaatlerde bulunacak ve kendisini seçmelerini isteyecek. Cumhurbaşkanın yarı başkan veya tam başkan gibi bir sıfatı olmayacak ise, yürütme erkinde nasıl söz sahibi olacak, vaatlerini nasıl yerine getirecek. İşte o sebeple, biz Başkanlık veya Yarı Başkanlık sisteminin Anayasa Komisyonunda tartışılmasını istedik. Sanıyorum kısa süre sonra biz bu hususların da tartışıldığına şahit olacağız.
Bütün bunları kim söyledi biliyor musunuz.
Evet CNN Televizyonunda dün akşam canlı yayında Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün bey söyledi.
Benim herhangi bir şey ilave etmem gerekmiyor.
Sadece “İttekuv Firasetel Mü’mini, Velakin Yenzuru binuvrillahi- Mü’minin ferasetinden sakının, çünkü o hadise ve olaylara Allah’ın nuru ile bakar”.