NE DERSİNİZ?

Süreç gerçekten çok hızlandı. İnşallah daha da hızlanır. Gözlerimizin fark etmeyeceği bir tarzda zaman gelir geçer. Ve biz bir anda o meşum sorunun çözülmüş olduğunu görme imkanı buluruz.

PKK Bu Ramazan ayı öncesinde süreli ateş kes ilan etti. 20 Eylüle kadar eylemsizlik kararı aldı. Arada gerçekleşen "bir sürü olumsuzluğa rağmen" ben bu sürecin daha da uzayacağını /bir öngörü olarak/ belirtmiştim.

Hakkari dağlarında gizlenmiş vaziyette olan 9 örgüt mensubunun öldürülmesinden sonra, köylerinden Hakkari’ye gelen 9 vatandaşımızı bir mayın saldırısında kaybettik.

Yolcu minibüsüne yapılan saldırının faillerinin kim olduğu henüz resmi olarak açıklanmadı. Fakat karinelerden hareketle eylemi, PKK içerisinde kontrolsüz bir güç haline gelen Bahoz Kod Suriyeli Fehman Hüseyin’e bağlı bir gurubun yaptığı yolunda açıklamalar var.

Tabii Fehman Hüseyin geçekten örgüt içerisinde kontrolsüz bir güç haline gelmiş mi?  Bu nedenle,

Kamuoyunun kabul etmekte zorlandığı kimi eylemleri Fehman Hüseyin gurubuna yıkarak örgüt işin içerisinden sıyrılmak mı istiyor?

Fehman örgütten bu manada kopuk olarak mı yaşıyor, bu durumda örgüt gerçekten ikiye mi bölünmüş, yoksa bu da PKK nın bir taktiğimi?

Abdullah Öcalan’ın bile kafasında bir sürü soru işaretinin oluşmasına sebep olan bu eylem ile örgütün ilişkisi saklanamıyor/mu.

Yoksa eylem Türk Derin PKK sı tarafından işlendi de, bu aşamada örgütte hiyerarşik yapıyı delerek açıklama yapması zor olan Fehman Hüseyin üzerine mi yıkılıyor. Veya uluslar arası entellijans örgütleri birilerini taşeron olarak kullanmaya devam mı ediyor.

Savaşın ahlakı yoktur.

Tüm bu işler olup biterken akıl galip geldi, çok şükür Abdulah Öcalan ile (zannımca) Kandil ile ve açıktan BDP ile görüşmeler kesilmedi.

BDP nin hükümetten istediği randevu bir haftalık gecikmeden sonra gerçekleşti. Bu görüşmede öne çıkan hususlar Anayasa değişikliği, seçim barajının indirilmesi, Ana Dilde eğitim ve tabii ki Abdullah Öcalan’ın durumu olduğunu basından öğrendik.

Tabii bu arada hükümetin özellikle kanın durması, Kandilin boşaltılması, militanların silah bırakması konularında bastırdığı, kan durmadıkça hiçbir sorunun çözüm yoluna girmeyeceğini üstüne basa basa anlattığını, ayrı bayrak, bölgesel özerklik gibi konuların halkı biri birine düşüreceğini, bu tür taleplerin var olan sorunlara yenisinin eklenmesinden başka bir anlam taşımayacağını açıkça ortaya koyduğunu zannediyorum.

Ana dilde eğitim meselesine Sayın Başbakanın da Sıcak bakmadığı Ak Partinin genişletilmiş il başkanları toplantısında yaptığı konuşma ile ortaya çıktı. Sayın Başbakan "Türkiye’nin resmi dili Türkçe’dir, ondan başka bir lisan ile yapılacak eğitim ülkeyi böler, biz buna imkan veremeyiz, ancak özel dershanelerde Kürtçe kurslar açılabilir, isteyen istediği biçimde gider bu lisanı öğrenebilir" dedi.

Demokratik Toplum Kongresi eş başkanı Ahmet Türk ise yaptığı açıklamada "Kürtçe’nin kamu alanında kullanılması söz konusu olmayacak ise, kimsenin özel kurslara çocuklarını göndermesi mümkün olmaz, çünkü kullanılmayan bir dili insanlar niye öğrensinler. Kullanılmayan dil süreç içerisinde kaybolur ve biz binlerce yıldan beri var olan bu kültürü kendi ellerimiz ile yok etmiş oluruz" dedi.

Bu açıklamalara bakıldığında Ahmet Türk ile Sayın Başbakanın görüşleri arasındaki farkı rahatlıkla anlıyoruz.

Ahmet Türk’ün Kürtçe’nin eğitim dili olarak öğrenilmesinin ötesinde, bu lisanın bir de kamu alanında ikinci bir dil olarak kullanılması gerektiğini ifade ettiğini görüyoruz.

BDP lilerin ilerin talebini Sayın Başbakan çok iyi anlamış olacak ki, KAMU ALANINDA İKİNCİ LİSANIN KULLANILMASININ TOPLUMU BÖLGECEĞİNDEN söz etti. Demek ki BDP liler Kürtçe’nin sadece okullarda öğretilmesini istememişler, ayrıca kamu alanında bu dilin kullanılması gerektiğini talep etmişler. O nedenle sayın Başbakan biz bu talebi kabul edemeyiz dedi ve cümlelerinin altının kalın kalemle çizilmesi gerektiğini belirtti. Yoksa bu ülkenin okullarında Türkçe’nin dışında bir sürü lisanın eğitimi yapılıyor. Bu lisanların eğitimini alanlar, öğrendiğimiz lisan kamu alanında da kullanılsın demiyorlar. O AÇIDAN BDP LİLER KAMUSAL ALANDA KÜRTÇENİN İKİNCİ BİR DİL OLARAK KULLANILMASI TALEBİNİ GERİ ÇEKERLERSE, EMİNİM TÜRKİYENİN OKULLARINDA KÜRTÇE SEÇMELİK DE OLSA ÖĞRETİLECEKTİR.

Ben Ütopyalarımızdan kurtulamadığımız sürece sorunlarımızı çözemeyiz ve hayal denizinden sahili selamete çıkamayız diyorum. Kürtçe’nin kamusal alanda kullanılması, bölgesel özerklik gibi talepler böyledir. Bugün Kürtçe’yi veya Türkçe’yi çok iyi öğrenmenin dünya ile entegrasyon açısından hiçbir önemi yoktur. Kendimizi kandırmayalım. Boş hayaller uğruna daha fazla gencimizin kanını akıtmayalım.

Ankara’da BDP ile, İmralı’da Devletin kurumları aracılığı ile Abdullah Öcalan ile görüşmeler sürerken, Sayın İçişleri Bakanı Kuzey Irak’a gidiyor.

Barzani ve Talabani ile görüşmeler gerçekleştirilecek. Mahmur’un, Kandil’in boşaltılması konuları görüşme masasına yatırılacak.

Bu görüşmeler sırasında Kandil’den, Mahmur’dan temsilciler de katılacak mı? bilmiyoruz. Buradan temsilciler toplantılara iştirak etse, görüşlerini dile getirseler ve ilk ağızdan bunlar dinlense ne olur. Biri birleri ile çatışan düşman ülkeler eninde sonunda barış masasına oturmuyorlar mı? Kıbrıs görüşmelerinde her iki taraf eşlerini de yanlarına alıp yemek yemiyorlar mı? Basın ve Kameralar önünde biri  birlerinin elini hararetle sıkmıyorlar mı? Biz bu halkın çocukları ile bu manada bir düşmanlık içerisinde değiliz. Ayrıca bunlar bizim insanlarımız. 30 yıldır dağdalar, çekmedikleri, çektirmedikleri kalmadı.

Şimdi o en radikal cümleyi söyleyelim ve isterseniz halka soralım.

Kandil boşaltılıyor, silahlar susuyor/bırakılıyor/ , Anayasal vatandaşlık hakkı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, merkezin bir çok idari yetkisinin yerel Belediye Meclislerine terk edilmesi sağlanıyor, Kürtçe’nin bir şekilde devlet yardımı ile öğretilmesi temin ediliyor ve artık bir tek vatandaşımız terör sebebiyle hayatını kaybetmeyecek bir sonuca ulaşılıyor ise, Abdullah Öcalan’a süreli ev hapsi,sonrasında tümden tahliye sağlansın mı sağlanmasın mı?