NE DERSİNİZ
Kürtçe’nin eğitim dili olarak değil, öğretim dili olarak bile yayın hayatına girmesi, Türkiye’de genel kabul görmüş değil.
Böyle bir şey kabul edilecek olur ise,
Bunun ülkede etnik bilinci harekete geçireceği,
Öğretim dili olarak müfredat programlarının düzenlenmesinin zamanla eğitim diline dönüştürüleceği,
Eğitim dilinin etnik bilinci körükleyeceği,
Etnik bilincin ayrıştırmayı, ardından bölünme isteklerini gündeme taşıyacağı,
O açıdan Devletin bu işi kendi eliyle resmileştirmesinin mümkün olmadığı ifade ediliyor.
İran İslam Cumhuriyetini ziyaretimizde, bu ülkede, 20 Milyona yakın Azerinin ve 3-4 Milyon Kürdün yaşadığını tespit edince; ilgililere neden Türkçe ve Kürdçe lisanlarını eğitim dili olarak hayata geçirmiyorsunuz diye sordum. Onlar da bizde böyle bir talep yok. Herkes kendi dilini serbestçe konuşabilir, ama bizim resmi dilimiz Farsçadır ve bunun zaafa uğramasına müsaade etmemiz mümkün değildir dediler.
Ancak İran İslam Cumhuriyeti Anayasasının 15 ve 19. Maddelerinde etnik unsurların varlığı ve herkesin Cumhuriyetin imkânlarından eşit biçimde yararlanmasının hakları olduğu kabul edilmiş durumda.
Demokratik Toplum Kongresinde alınan kararları hepiniz biliyorsunuz. Bu kararlara karşı Türkiye’nin her kesiminden çok sert tepkiler geldi.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bu kararı alanlar için soruşturma başlattı.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da, alınan kararlarda BDP nin bir ilgisi var mı ve bu kongre ile partinin organik bağlantısı bulunuyor mu diye soruşturma yapmaya başladı.
MHP si bu bir savaş ilandır ve eğer Demokratik Toplum Kongresi denilen kuruluşun aldığı kararlar, Kürtlerin son sözü ise, Türkler bu konuda son sözlerini söylemiş değillerdir diye çok sert bir çıkış yaptı.
TBMM si Başkanı Mehmet Ali Şahin bey, sorunların çözüm yeri TBMM sidir, ben bu Meclisin haricinde herhangi bir Meclis tanımıyorum, herkes yaptığı hareketin sonuçlarını katlanmak zorundadır ve bu ülkenin Savcıları ortaya çıkan sorunlarla ilgili olarak gereğini yerine getirecektir dedi.
DTK sinin aldığı kararların kopardığı fırtınanın ne anlama geldiğini hem Kongre eş başkanı Ahmet Türk ve hem de BDP si eş başkanı Selahattin Demirtaş, bu bir karar değil, sorunlara karşı üretilmiş fikirlerdir, biz bu fikirlerin tartışılmasını istedik diye cevaplamaya çalıştılar.
O kongrede alınan kararlardan birisi de Ana Dilde eğitimi içeriyor.
Ben kongrenin almış olduğu kararların büyük çoğunluğunun uygulama alanı bulmasının imkân dâhilinde olmadığını görüyorum.
Zaten bu konu ile ilgili olarak yazdığım yazıda "Kürtler utangaç bir tavır ile devletimizi kuruyoruz, ne diyorsunuz" cümlesi ile olayı özetlemeye çalıştım.
Ama ana dilde eğitim meselesini çevremdeki insanlara sordum, özellikle batı illerinden siyaset yapan sağduyu sahibi arkadaşlara.
Arkadaşlar bu lisanın öğretilmesine, eğitim dili olarak kullanılmasına ne diyorsunuz dedim.
Aldığım cevapların hemen tamamı biri birine benziyor.
Hemen herkes Kürtçe eğitim dili olarak değil, fakat İngilizce gibi, Arapça gibi, Farsça gibi öğretim dili olarak kullanılabilir ve bunun öğretilmesinin kimseye bir zararı da olmaz dediler.
Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı illerde, Kürtçenin seçmeli ders olarak okutulması, başka bölgelerde de en az 10 kişinin talep etmesi halinde yine bu dilin öğretilmesi, sorunlar demokrasi kuralları içerisinde çözülecek ise, artık kaçınılmazdır.
Çünkü bu talebin bölme ve bölünme ile bir ilgisi yoktur, diyorlar.
Makalemizin başına dönersek, Devletin Kürtçeyi öğretmesinin;
İleride eğitim dili haline getirilmesini zorunlu kılacağı,
Bunun sonunda etnik bilincin gelişeceği,
Gelişen etnik bilincin ayrışmayı, bölünmeyi beraberinde getireceği,
O açıdan bunun kabul edilmesinin imkânsız olduğu yolundaki düşüncelere belki bir açıdan hak verebiliriz.
Peki tamam bunu olsun yapmayalım, sonuç nereye varıyor.
Bizim bu konudaki kararlılığımız sorunu çözüyor mu?
Devletin bir TV kanalının bu dile tahsis edilmesine rağmen, dilin öğretilmemesinin izahı nedir?
Kürt vardır, fakat ben onun dilini öğretmem dediğimizde, dünya milletlerine karşı, özellikle AB liğine karşı ne duruma düşüyoruz?
Bu kadarını olsun kabul ettiremeyen Kürtler, ne yapalım bizden bu kadar, daha fazlasına gücümüz kalmadı deyip geri çekilecekler mi?
Yoksa iş tahminleri aşan biçimde iyice sarpa mı saracak?
Kimilerinin "ben Diyarbakır gençlerini bilirim, aradan çekildiğimde onların neler yapacağını şimdiden kestiremiyorum" yollu tehditleri toplumsal bir kalkışmayı beraberinde getirir ise, binlerce, on binlerce kişinin akan kanı, Devletin bütünlüğünü sağlar mı?
Her iki tarafın rijitlerinin oynamayı planladığı bu oyuna müsaademi edilecektir, yoksa ben demokratik adımlarımı atayım, onların oyununu bozayım, HİÇ KİMSE KÜRT VE TÜRK HALKINI KANDIRACAK MALZEME BULAMASIN demek mi gerekir?
Takdir sizin.