NE PAMUK İPLİĞİ NE SIRAT KÖPRÜSÜ(1)

Kürtler Ak Partinin ve pek tabii Sayın Başbakanın kıymetini bilmeliler.

                                

Ak Partinin iktidara gelişinin üzerinden 11 yıla yakın zaman geçti.

Ak Partinin iktidarı öncesi ile sonrası arasında pek ala hemen herkesin mukayese yapabilme gücü var.

İnsan hakları ve özgürlükleri konusunda Türkiye’nin almış olduğu mesafeyi kimsenin yadsımaması lazım.

Zaten o sebeple değil mi ki, Türkiye 2004 yılında Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini geliştirdi ve artık birliğe giriş bakımından müzakereci ülke konumuna geldi.

Ak Parti iktidarının ilk yılında da Türkiye Avrupa Konseyinin sanık sandalyesinde oturuyordu.

Avrupa Konseyi yeni iktidar süreci ile birlikte birçok alanda iyileştirmeler yapıldığını tespit etti. Özellikle Türkiye’nin Adil yargılanma hakkı, işkenceye sıfır tolerans ve işkencecilerin haklarındaki davaların zaman aşımına uğramayacağı yolunda Anayasa ve Yasalarda yaptığı değişiklikler üzerine, Türkiye konseyde yargılanan bir ülke olmaktan çıkarıldı.

Bunun üzerine 17.Aralık.2004 tarihinde Avrupa Birliği Üye Ülkeleri, almış oldukları bir kararla, Türkiye ile 03.Ekim.2005 tarihinde Birliğe katılım müzakerelerinin başlamasına karar verdiler.

Bunun hemen sonrasında Türkiye aşama aşama,

Kürtçenin konuşulması üzerindeki baskıların tamamen kaldırılmasına,

Kürtçe’nin radyolarda iki saat, televizyonlarda ise haber bülteni şeklinde bir saat süreyle yayın yapılmasına,

Yol kontrollerinin sona erdirilmesine,

Olağanüstü halin kaldırılmasına,

DGM lerin görevlerinin sona erdirilmesine,

TRT Şeş in kurulmasına,

Diğer radyo ve televizyonların serbestçe Kürtçe yayın yapmasına,

Okullarda Kürtçenin seçmeli ders olarak kabulüne,

Özel okullarda Kürtçenin eğitiminin verilebileceğine,

İsimleri değiştirilmiş olan köy, belde isimlerinin Mahalli makamlarca eski isimlerini iade edebileceğine,

Seçimlerde Siyasi Partilerin serbestçe Kürtçe propaganda yapabileceklerine, şeklinde sıralayabileceğimiz birçok değişikliğe imza atıldı.

Pek tabii bundan sonra da yapılması gerekenler var.

Sayın Başbakan bunların da çok uzak olmayan bir gelecekte yeri ve sırası geldikçe yapılabileceğini vaat ediyor ve konuşmalarında, bu bir son değil, atılması gereken daha çok adımlar var, ama biliyorsunuz, bir doğum bile 9 ay 10 günden önce gerçekleşmiyor, bu ülkenin en kronik sorunu haline gelen meseleyi, öyle bir anda çözdüm, yaptım gitti demek mümkün değil diyor.

2005 yılı Ağustosunda Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Sayın Başbakan, bu ülkenin Kürt vatandaşlarına yapmış olduğu red, inkar ve asimilasyondan ötürü özür dilediğini açıklamıştı.

Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Alevi, Sünni, Terekeme, Boşnak her ne ise ve kim varsa, bu ülkenin birlik ve bütünlüğünün en önemli unsurlarıdır, hiçbirinin diğerinden üstün bir yanı yoktur. Biz hepimiz biriz, beraberiz, birlikte iriyiz, birlikte diriyiz ve hep birlikte Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız dedi.

Onun bu söylediklerinden bugüne zerre kadar geri adım atmamış olduğunu görüyoruz.

Hiç kuşkusuz bu süreçte Abdullah Öcalan’ın takınmış olduğu olumlu tutum, sorunların barış ve demokrasi içerisinde ancak halledilebileceği yolunda gelmiş olduğu kanaatin büyük önemi vardır.

Türkiye’nin Ak Parti iktidarına kadar iş başına gelen bütün iktidarlarında yaşadığı en büyük sorun, PKK nın bölücü bir örgüt olduğuna, ülkeyi bölmeye çalıştığına, bugün olmasa yarın ayrı bir devlet olarak teşkilatlanma konusunda mücadelesini sürdürdüğüne olan inançtı.

Onlar bu inançlarında haksızmı idiler? Bu soruya hemen hayır demek mümkün değildir. Çünkü Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında yakalanmasından ve ülkeye getirilişinden hemen sonra örgüt tarafından bir ateş kes süreci yaşandı. Bu sürecin ilan edilmesinin sebebi, neler yapılabileceği konusunda bir kanaat oluşturmak, onun da ötesinde derlenip toparlanmaktı. Ak Parti iktidarında yapılmaya başlanan insan hak ve özgürlükleri konusundaki adımlara kuşku ile

yaklaştılar ve bizim urfa eski tas eski hamam diyerek yola çıktılar. Savaş yeniden başladı.

Ama biliyorsunuz bir tezim var benim. Örgüt kendisini en güçlü hissettiği, çok büyük ataklara kalkışacağını ilan ettiği anlarda, inanılmaz darbeler yedi. Farkındalar mı değiller mi bilmiyorum, bunu onlara bile bile yaptırdılar.

Eski İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin zamanında da örgütün çok büyük zayiat verdiğini biliyoruz. Bunun üzerine örgüt, halkı arkasına alan iktidarı ve onun emrine girmeye başlamış orduyu yenemeyeceklerini anladılar. İşte o aşamadan sonra da, daha fazla adam öldürmenin, daha fazla cana kıymanın bir sonuç getirmeyeceği ortaya çıktı. Bu örgütün vardığı kanaatti. Devlet ise, 35 bine yakın örgüt mensubunu öldürmüş olmasına rağmen, hala her seferinde olduğu gibi dağlarda 5 bin civarında örgütün silahlı mensubunu görmekten adeta şok oldu.

Böylece örgüt ve devlet pata kaldılar.

Aklın yolunu seçtiler.

Devlet örgüte,

Ülkeyi bölemezsiniz,

Örgüt devlete,

Öldürmekle bitiremezsiniz dedi.

Yarın devam edelim.