O GÜNLERE GERİ DÖNMEMEK İÇİN

Kocasının ölümünü şüpheli bulan Tomris Özden daha ilk günden itibaren yüksek perdeden itirazlarını sürdürdü, eşim PKK terör örgütü saldırısında değil, devletin içerisine çöreklenmiş çeteler tarafından katledildi dedi.

O günler gerçekten zor günlerdi, insanın kanını donduran günlerdi. Kimin eli kimin cebinde belli değildi. İnsanlar kendi ellerinin bile ceplerinde mi, yoksa la mekan bir yerde mi olduğunu bilmiyorlardı.

Bu topraklar Bizans bakiyesi idi ve burada oynanan oyunlar, Bizans geçmişine rahmet okutacak durumdaydı.

Her tarafta, her kesimden insanlar koyun doğranır gibi doğranıyordu.

Mardin gibi çok önemli bir ilin Jandarma Alay Komutanı da silahlı bir saldırıya maruz kalmıştı.

Alay komutanın iki koruması ile birlikte örgütün saldırısına maruz kalması ve öldürülmeleri çok ciddi bir olaydı.

Yapılan açıklamalarda Albay Rıdvan Özden’in Mardin kırsalında örgütün silahlı saldırısına maruz kalmış ve iki koruması ile birlikte şehit edildiği bildirilmişti.

Hani birileri susma sustukça sıra sana gelecek diye hayatın gerçeklerine olabildiğince uygun bir tekerlemeyi dile getirdiklerinde, o an için bu muhalif ses, kıymeti harbiyesi olmayan absürd bir çıkış olarak değerlendirilir ya, olsun Albay Rıdvan Özden’in öğretmen eşi Tomris Özden de böyle bir çıkış yaptı, komuta kademesinin onu örgütün sempatizanlığını yapıyor nitelemesinin geleceğini bile bile sesini yükseltti ve eşimin öldürüldükten iki gün sonra bana haber verildi, bu işte bir gariplik yok mu, iki gün süreyle onun vefatı neden bizden gizlendi sorularını arka arkaya patlattı.

Gerçekten Tomris öğretmen ya bir şeyler duymuş veya eşinin kendisine anlatmış olduğu bazı konular şüphesini çektiğinden, bu vefat olayının enikonu araştırılmasını istemişti.

Kimse onu dinlemedi tam 18 yıl boyunca. O her ağzını açtığında ilk günkü gibi, eşiniz örgütün saldırısına uğradı ve iki koruması ile birlikte alnından vurularak şehit oldu dediler.

Aslında devletini, vatanını korumak için seferber olan bir insan için “alnından” vurularak ölmek büyük bir şerefti.

Asker diyordu ki, eşiniz örgüt ile canla başla savaşır iken vurularak şehit olmuş, alnından yara almıştı. Biz böyle söylüyoruz, Tomris hanım kimlerin ekmeğine yağ sürmeye çalışıyor ve bizim söylediklerimizden şüphe oluşturacak açıklamalar yapıyor, biz bunu hayret karşılıyoruz diyorlardı.

 

Örgütün her geçen gün anti propoğanda yaptığı bir sırada, şimdi içten birilerinin, yani şehit olan Albay’ın eşinin zihinlerde kimi şüpheler oluşturacak tarzda beyanlarda bulunması, askeri ilzam etmesi yakışık alıyor muydu?

İsteyen Tomris öğretmenin o günlerdeki çıkışına kimlerin ne yorumlar yaptığını açar okur.

Her şeye rağmen Tomris öğretmen durup dinlenmeden eşinin bir örgüt saldırısı sırasında değil, asker içerisine çöreklenmiş çetelerin infazı ile hayatını kaybettiğini anlattı.

Ve en sonunda çetelerin büyük çoğunluğunun cezaevinde olmalarından cesaret bulan Savcılar Tunceli Alay Komutanı gibi Mardin Alay Komutanının da mezarlarının açılmasına ve ölümlerinin otopsi raporlarında belirtildiği şekilde mi, yoksa müddeilerin beyanları doğrultusunda mı meydana geldiğinin araştırılmasına karar verdiler.

Tunceli alay Komutanının intihar ettiği söylenmişti.

Ama Alay komutanının oğlu “babam dindar bir insandı, öyle intihar edecek bir karakter zaafına sahip değildi. Babamın sağ eli ile silahı kullanarak ve başının sağ tarafından isabet alacak şekilde yaralanarak vefat ettiği söyleniyor, oysa babam sol elini kullanırdı, eğer intihar etti ise, bu durumda da başının sol yanından yara alması gerekirdi” dedi ise de bu iddiasını kimselere dinletememişti.

Ama işte onun fethi kabrinden sonra Tunceli Alay Komutanının gerçekten intihar etmediği, kaburga kemiklerinde kırıklar ve kürek kemiğinde kurşun yarasının bulunduğu ortaya çıktı. 

Şimdi bu kemikler incelenmek üzere Adli Tıbba gönderildi.

Savcının yapmış olduğu bu ilk tespit zaten bütün gerçekleri ortaya koyuyor. Yani sadece başın sağ yanından alınan bir yara ile ölüm olayı gerçekleşmemiş, aynı zamanda bu kişi birilerinin saldırısına maruz kalmış, karşı koyamayacağı şekilde kaburga kemikleri kırılmış ve ayrıca karın bölgesine yapılan atış yapılmış.

Rıdvan Albay’ın fethi kabri yapılır iken eşi Tomris Özden, Avukatı ve elbette Savcı bey de oradaydılar.

Yapılan ilk incelemede Rıdvan Albay’ın kendi üstlerinin beyanı gibi, kahramanca savaşarak, alnından almış olduğu yara sonucunda vefat etmediği ortaya çıktı.

Yani Rıdvan Albay’ın alnında kurşun yarasına rastlanmadı.

Ancak Rıdvan Albay’ın kafa tasının arka kısmında bir yumruk büyüklüğünde boşluk olduğu belirlendi.

Biliyorsunuz insan kafatası öylesine sağlam bir yapıya sahip ki, öyle 15-20 senede bir yumruk büyüklüğünde çürümenin meydana gelmesi imkansız.

O halde bu kafatasının arka kısmındaki boşluk neyin nesi?

Olay çok açık ve net.

Tunceli Alay Komutanı Kazım Çillioğlu gibi Mardin Alay Komutanı Rıdvan Özden de iç infaz timinin saldırısına maruz kalmış ve katledilmişlerdi.

Şimdi

Bu her iki olay ve bunun gibi yüzlercesi, bize şunu gösteriyor.

Bu ülke gerçekten ittihat ve terakkiden beri çetelerin tasallutu altındadır.

Bu çeteler kendi isteklerini gerçekleştirmek için, her türlü çareye başvurmayı mubah görürler.

Yeri geldiğinde ilim adamlarını, yeri geldiğinde gazetecileri, yeri geldiğinde Üniversite hocalarını, yeri geldiğindi din adamlarını, yeri geldiğinde Gaffar Okkan gibi halk tarafından sevilen sayılan  Emniyet Müdürlerini ve tabii ki yeri geldiğinde Eşref Bitlis gibi Jandarma genel Komutanını ve yeri geldiğinde de Muhsin Yazıcıoğlu gibi siyasi parti liderini katletmekten bir adım geri durmazlar.

Albay Kazım Çillioğlu da, Albay Rıdvan Özden de bu tür saldırıların başka kurbanlarıdır.

Onların çocukları helal süt emmişler ki, babalarının kanını yerde bırakmadılar, hiç olmaz ise kanun önünde olayın deşifre olmasını sağladılar.

Tabii

Bundan sonrası çok önemli.

Bu olaylarda otopsi raporunu hazırlayan doktorlar, bu raporlara imza atan Savcılar, bu raporların tanzim edilmesinde görev alan diğer sorumlular, Adli Tıp Uzmanları ve raporların bu şekilde tutulmasını sağlayan sıralı komutanların tamamının yargı önüne çıkması gerekiyor.

Katledilen Albayların hiç kuşkunuz olmasın ne şekilde öldürüldükleri ve neden gerçeklerin hilafına haklarında işlem yapıldığını, sıralı komutanları ile dönemlerinin Kuvvet Komutanları ile Genel Kurmay Başkanı açık ve net olarak biliyor.

Bir sıralı komutana durum arzedilip, görüşü alınmadan ve o sıralı komutan kendi sıralı komutanlarına bilgi vermeden bu şekilde raporlar düzenlenemez.

Hani benim o meşhur değerlendirmem var ya, bir şeyi serçe parmak biliyor ise, başparmağın her şeyden haberi vardır, aynen öyle bu her iki Albayın katli olayının tüm bu komutanlar dinlenerek aydınlanması mecburiyeti ortadadır.

Bu araştırmalar sonucunda, her iki Albay’ın katil veya katillerinin kimler olduğu, bu olayların neden örtbas edilerek PKK nın üzerine atıldığı, herhangi bir kanunsuzluğa bulaşmayan bu iki komutanın JİTEM’İN istek ve arzularını yerine getirmediklerinden mi katledildikleri belirlenecektir.

Kimileri diyor ki, Veli Küçük ile Arif Doğan özellikle Rıdvan Özden Albay’ın katline karar vermişler, bu kararlarını o dönemin Mardin, Cizre, Kızıltepe civarında fırtınalar estiren komutanı ve şu anda Egenekondan tutuklu Hasan Atilla Uğura ihale etmişler, o da emri yerine getirmiş.

Tamam ama,

Bu işler bu kadar basite alınamaz, balık kılçığı ile boğazda kaldı ise sütle yutulamaz.

Belki yarın işin bir başka versiyonuna değinirim.