ŞAH’IN DA ORDUSU VARDI
Önce o yazı.
"Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, 1960 ların başlarında siyasete atıldığı zaman siyaset tam bir kaynayan kazandı. 27 Mayıs İhtilal düzeni devam ediyor, sivil düzene geçişin sancıları yaşanıyordu.Sivil siyasetin önü askeri darbe ile açılmıştı.(Acaba) Hemen herkes şaşkındı.1961 Anayasası ülkeye yeni bir elbise biçmiş, ama elbisenin nasıl giyileceği henüz bilinmiyordu.
Ve sadece sivil siysetin değil, "askerin içi" de karışıktı. Talat Aydemir’in iki darbe girişimi silahlı müdahale ile bastırılmıştı. Orduda gizli ya da açık cuntalar cirit atıyordu. Hatta, "şunlar şunlar olmaz ise iktidara el koyacağız"diye generaller tarafından protokoller imzalanıyordu.
Demirel böyle bir otamda aktif siyasete başladı. Üste
lik Adalet Partisinin Genel Başkanı olarak kendisini bir anda büyük sorumluluk konumunda buldu.Sadece yaşanan sancılı dönemin gerekleri değil, darbeyle devrilmiş, yargılanmış, mahkum edilmiş, bir başbakanı ve iki bakanı asılmış Demokrat Partinin devamı olan bir partinin başında olması, sorumluluğunu daha da arttırıyordu.
Askerle ilişkiler işin en sıkıntılı , en zor tarafıydı.
Zaten bu ilişkiler yüzünden de başına gelmeyen kalmadı. İki kez askeri darbeyle iktidardan uzaklaştırılmış olması bir yana, askeri kışlada tutmak için herhalde anasından emdiği süt burnundan geldi. Görev süresi dolduğu halde görevi bırakmak sitemeyen genelkurmay başkanı mı istersiniz?...Ardı arkası kesilmeyen sıkıyönetimler mi?...
Bütün bu süreç içinde pişti, deneyim kazandı. Dünyada sivil iktidar-asker ilişkileri açısından Demirel kadar deneyimli bir başka kişi yoktur. İşte bu deneyim sahibi Demirel, bugün önemli bir şey söylüyor. Diyor ki "askeri yönetmek bir sanattır" ve bir uyarıda bulunuyor "iktidar askerle kapışmamalı"
Eğer kurallar bellidir, bugün işler ve ilişkiler bu kurallara göre tıkır tıkır işler diye düşünüyorsanız, yanlış yoldasınız demektir. İktidar olmak başlı başına bir sorumluluktur, hassas konularda incelikli davranmak da iktidarın sorumluluğu içindedir, diye düşünüyorsanız, o zaman Süleyman Demirel"e kulak vermek durumundasınız" Diyor Hikmet Bila.
Yazının kodları şunlar.
1-Demirel 1960 darbesi sonrasında iktidara geldi.
2-1960 ihtilali ülkeye yeni bir elbise biçmiş, ancak bu elbisenin nasıl giyileceği belli değildi.
3-Askerin içi karma karışıktı.
4-Orduda gizli ve açık cuntalar cirit atıyordu.
5-Şunlar şunlar olmaz ise iktidara el koyacağız diye generaller protokoller imzalıyordu.
6-Demirel,idam edilmiş bir Başbakan ve iki Bakanın mensubu olduğu partinin başında görev üstlenmişti.
7-Asker ile ilişkiler çok sıkıntılı idi.
8-Bu sıkıntı sebebiyle Demirel’in başına gelmeyen kalmadı. İki kez muhtıra yedi. 1980 darbesi ile iktidardan uzaklaştırıldı.
9-Bu sürede anasından emdiği süt burnundan geldi. Görev süresi dolduğu halde Genelkurmay Başkanlığını bırıkmayan generaller, ardı arkası kesilmeyen sıkıyönetimlerle karşı karşıya kaldı.
10-İşte bu deneyimleri geçiren Demirel "Askeri yönetmek bir sanattır ve onlarla kapışmamak gerekir" diyormuş.
Hikmet Bey yazısının sonunda "herkes için geçerli olan kurallar bellidir, kişiler ve kurumlar bunlara uyar, işler tıkır tıkır yürür diyorsanız, büyük sorunlarla karşı karşıyasınız, çünkü adına Asker denilen kurumun yarın bir gün ne yapacağı belli olmaz, nabızlarına göre şerbet verin, idare edin gitsin canım" anlamına gelen bir değerlendirme yapmış.
Bütün bunların bize göstermiş olduğu şey şudur.
1-Türkiye’de Askerin içi sürekli kaynamaktadır. İhtial yapıp başarılı!!! olanlar( 1960 ihtilali , 12 Mart 1971 muhtırası, 12. Eylül.1980 darbesi,28 Şubat süreci gibi)
2-Darbeye kalkışıp başarısız olanlar Talat Aydemir, Talat Gürcan gibi.İdama mahkum oldular.
3-Muhtıra verip yüzüne gözüne bulaştıranlar(27 Nisan 2007 light muhtırası gibi)
4-Darbe hazırlığı yapıp Demirel gibi kaçıp gitme söz konusu olmadığından yakayı ele verenler.
Bu işlerin kırılma noktası 27.NİSAN.2007 tarihinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın bizzat hazırlıdığı söylenen light muhtırası oldu.
Hükümet ya bunu ortada bırakıp üstlenmeyecekti. Serseri mayın gibi olayın nereye varacağını gözleyecekti.Yahut işi üzerine alıp çekip gidecekti, yahutta bir cevap verecek ve isnatların varit olmadığı ortaya koyup, bir nevi bu muhtırayı sahibine iade edecekti.
Son, en son ihtimal gerçekleşti.
Sanıyorum bunu beklemiyorlardı.
Ardından öyle şeyler sökün etti ki, Genelkurmay Başkanı en son olarak Ordunun morali bozuk deme noktasına geldi.
Biz yazılarımızda hep şunu söylüyoruz. Ordunun artık Pardon deme zamanı gelmiştir.
Bu işin böyle gitmeyeceği anlaşılmıştır.
Eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkak bey de herşey değişiyor, ordu değişmek zorundadır dedi.
Çünkü Hikmet Beyin de ifade etmeye çalıştığı gibi, böyle bir Ordu düzeni olamaz. Bu düzen değil, doğrudan doğruya düzensiliktir.
Yalnız bir nokta var.
Hikmet bey Demirel’in sözünü boşuna Millete tavsiye etmiş.
Çünkü bu millet hep onun yanlışlarının, daha doğrusu ordunun hatalarını benimseyip,bir gün olsun bu işleri düzeltme konusunda çaba harcamamasının cezasını çekiyor.
Bunca olandan bitenden Demirel mi, Hikmet Bey mi, Ordu mu, yoksa Hükümetin mi ders çıkartması lazım.
Şimdi iç hizmet kanunu ve kırmızı kitabı değiştirmenin tam zamanı.
Son olarak diyeceğimiz şey şudur.
Şah’ın da ordusu vardı.
Halkın gücü karşısında ne oldu?