SAKIZLA GELDİ BALONLA GİTTİ
Benim dünyamda hep affetmek vardır, hep merhamet etmek vardır. Birisinin kötülüğüne maruz kaldığımda, önce bir an için ben mi sebebiyet verdim diye düşünür, kendimi kusurlu bulduğum anlarda karşılık bile vermem, ama suçum, günahım yoksa, anında mukabele ederim. Aradan zaman geçmiş ise çok abartılmayacak bir takım hareketleri hiç anımsamam bile.
AB liği ile müzakerelerin başlaması öncesinde Sayın Başbakan ile Fransa’yı ziyaret etmiştik. Jasgues Chirac ile Cumhurbaşkanlığı sarayında görüşmeler oldu. Chirac oldukça mütevazi ve sevimli davranıyordu. Saray bahçesinin güzelliğini anlatırken de gözlerinin içi gülüyordu. Bu seyahatte Fransa’dan uçak alım sözleşmeleri ve diğer ticari alanlardaki faaliyetlerin arttırılması anlaşmaları imzalanacaktı. Fransızlar çekinmeden her şeyi bir bedeli var diyorlardı. Avrupa Birliği ile müzakere sürecinin başlaması için sadece Türkiye’nin kendi iç düzenini Avrupa normlarına göre dizayn etmesi yetmez, ayrıca Avrupalı iş adamlarının menfaatlerinin de karşılanması için bir takım adımların atılması gerekir diyorlar ve bunu açıkça ifade ediyorlardı.
Türk Devlet ricali durumun farkındaydılar ve elleri kolları bağlı olmasına rağmen, en azından bir gözlerini açık bir kulaklarını dünya piyasalarından gelen sese yönelterek, gerekli anlaşmaları onayladılar. Arkasından kısa süre sonra Avrupa birliği ile katılım müzakereleri imzalandı.
Fransızlar çok menfaat düşkünü insanlar. Pozitivist düşüncenin gereği olarak oluşturdukları menfaat dünyasında önemli başarılar elde etmeleri, bütün meselelere bu açıdan bakmalarını salık veriyor. Lady Diana’nın sevgilisi Dodi El Fayed’in Pariste bulunan El Fayed otelinin 18 nci katında sabah kahvaltısında Fransız iş adamları ile yapılan toplantıda, Türkiye’ye mal satmak, ticaret yapmak, yeni iş alanları tesis etmek için nasıl mücadele verdiklerini anlatmam çok zor. Her birisi 15 Milyar Dolardan başlayan ve 130 Milyar dolara kadar çıkan cirolara sahip Fransız şirketlerinin yöneticilerine gıpta ile bakmayıp da ne yapacaktık.
Gezi sırasında Fransız Senatörleri ve Milletvekilleri ile senatoda çok da büyük olmayan bir odada bir araya geldik. Fransız siyasetçilerinin kibirleri başlarını aşmış durumdaydı. Demokrasimizi, insan haklarında gelişmekte olan düzeyimizi sorguladılar.
Sayın Başbakan orada da gerekli cevapları verdi. Ama daha fazla ileri gidemezdi, zira o günlerde şimdiki gibi Kürt sorununun çözümünde önemli atım atılamamış, TRT 6 kurulmamış, DGM ler kaldırılamamış, işkenceye son verilememiş, başörtüsü sorunu çözülememiş, Meslek Lisesi mezunlarının Üniversiteye girişte yaşadıkları sorunlara dokunulamamış, kısmi Anayasa değişikliği olsun yapılamamış, Askeri vesayetin ağırlığı üzerimizden atılamamıştı.
Bütün bunlara rağmen Fransızlar, 1 Mart Tezkeresinin reddi ile ilgili olarak Türkiye’ye olan hayranlıklarını gizlemediler. Türkiye’ye övgü dolu sözler söylediler. Türkiye’nin demokratik bir ülke olma yolunda hızlı adım attığını ifade ettiler. ABD nin çok ehemmiyet verdiği bu konuda Türkiye’nin bağımsız bir ülke olarak, Parlamentosunda aldığı kararı uygulamasından heyecan duyduklarını açıkladılar.
Ben bu sözlerden orada yaşananların, YANİ DEMOKRATİK SİYASİ HAYATIN, bir oyun ve oyuncak olmadığını anladım.
Fransızlar hemen her alanda müttefiki, en önemli siyasi Partneri olmasına rağmen, ABD nin her dediğini yapmanın demokrasi olmadığını, bu davranışları ile en güzel biçimde ortaya koydular.
Gel zaman git zaman köprülerin altından çok sular aktı.
Türkiye insan haklarında çok önemli adımlar attı, yadsınması imkansız değişiklikler yapıldı.
Suç işleyenlerin, meslekleri, konumları ne olursa olsun yargı önüne çıkarılması sağlandı. Anayasanın 145. Maddesindeki değişiklik ile Askerlerin işledikleri suçlardan ötürü sivil yargı organlarında yargılanmaları bu ülkede inanılması imkânsız bir devrim yarattı. Türkiye’deki bu "YENİ DEVRİM" dalgası ve Davostaki "One Minute" çıkışı,mazlum uluslarda "Özgürlük Ateşini" körükledi.
Bırakın sabah akşam ihtilal girişimlerini, ihtilal hazırlıklarını, sivil siyasete ve yönetime baskı oluşturacak açıklamalar yapmanın bile artık müeyyidesi var. Hadi birisi sıra dışı, Erzincan’dan Erzurum’a tank yürütsün de göreyim. Boru mu(anlıyorsunuz değil mi?)
Özgürlükçü demokrasi anlayışı insanlarımızın kendilerine güvenlerini arttırdı.
İş adamlarımız dünyanın dört bir yanında iş kovalar hale geldiler.
TOKİ sayesinde konut yapımında dünyanın bir numaralı güvenilir ülkesi olduk. Yaptığımız işlerin sesi Meksikalarda duyuldu. Şimdi orada konutlar değil, şehirler kuracağız. Bu alanda artık kimse önümüzü alamaz. Erdoğan Bayraktar bey önümüzdeki yıllarda YENİ ŞEHİRLER BAKANI olursa şaşmayalım.(İsim de benden olsun)
Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy bu şerait altında Türkiye’ye geldi. O, G 20 ülkelerinin dönem başkanı sıfatı ile geldiğini deklare ettirdi.
Küçük göreyim deyince, küçümsendi.
Aslında kendisine gelme denilmiş.
Fakat Türkiye öyle bir noktaya geldi ki, gelmemesi imkânsızdı.
Dünyadaki çok önemli gelişmelerin akıl danesi haline gelen Türkiye’nin daha fazla ötelenmesini kayıp olarak gördü.
Gelirken de her şeye rağmen havada vurur tavada yerim havalarındaydı. Ama Milletimin Öz güveninin temsilcileri onu kös kabuğuna koydular. Hem Türkiye Misafirperverliğinin en güzel örneklerini verdiler ve hem de ince ince beyefendiye sorumluluklarını hatırlattılar.
Ama Melih bey sakızla geleni balonla uğurladı. Onun affı yoktur. Daha fazla imkânı olsaydı, bir kaşık suda boğardı.