ŞARTINIZA ŞARTIMIZ VAR!!!
Türkiye Avrupa Yerel Yönetimler Şartını 1988 yılında onaylamış olmasına rağmen, şartın 12.maddesi uyarınca bazı maddelere çekince koymuş bulunuyor.
Türkiye’nin çekince koyduğu maddeler şunlar:
Yerel makamları doğrudan ilgilendiren planlama ve karar süreçlerinde kendilerine danışılması;
Yerel yönetimlerin iç örgütlenmelerinin kendilerince belirlenmesi;
Yerel olarak seçilmiş kişilerin görevleriyle bağdaşmayacak işlev ve faaliyetlerinin kanun ve temel hukuk ilkelerine göre belirlenmesi;
Vesayet denetimine ancak vesayetle korunmak istenen yararlarla orantılı olması durumunda izin verilmesi;
Yerel yönetimlere kaynak sağlanmasında hizmet maliyetlerindeki artışların mümkün olduğunca hesaba katılması;
Yeniden dağıtılacak mali kaynakların yerel makamlara tahsisinin nasıl yapılacağı konusunda yerel yönetimlere önceden danışılması;
Yapılacak mali yardımların, yerel yönetimlerin kendi politikalarını uygulama konusundaki temel özgürlüklerini mümkün olduğu ölçüde ortadan kaldırmaması;
Yerel yönetimlerin haklarını savunabilmeleri için uluslararası yerel yönetim birimleriyle işbirliği yapabilmeleri, uluslararası birliklere katılabilmeleri;
Yerel yönetimlerin iç hukukta kendilerine tanınmış olan yetkileri serbestçe savunabilmek için yargı yoluna başvurabilmeleri hükümlerine çekince koymuştur.
Bazı hukuki deyimler, değerlendirmeler yazı içerisinde geçiyor, biz bundan bir ey anlamıyoruz, biraz açar mısınız demek elbette hakkınız. O halde biz de dilimiz döndüğünce, aklımız erdiğince, çekinceye çekince koymak hakkımız olmadığı halde, her hakkı her yerde ifade etmemizin hakkımız olmadığı bilinci ile şunları söyleyelim.
1- Yerel yönetimleri doğrudan ilgilendiren planlama ve karar süreçlerinde ben Devlet olarak yerel yönetimlere danışma mecburiyetinde değilim.
2- Yerel yönetimlerin iç örgütlenmesini Devlet olarak ben belirlerim.
3- Yerel yöneticilerin iş ve işlemleri ile ilgili olarak hangi şeyleri yapamayacaklarının kanun ile belirlenmesi ilkesini kabul etmem, olayı muallakta bırakırım, keyfimce hareket ederim, buna yerel yöneticinin bir şey söyleme hakkı yoktur. Çünkü ben Devletim, yerel yönetici ne ise ne.
4- Yerel yönetici halk tarafından seçilmiş bir kişi de olsa, bu işi seçim çalışmaları esnasında halka şunları, şunları yapacağım diye söz de verse, o sözün gereklerini yerine getirme bakımından harekete de geçse, bunlar beni ırgalamaz, ben Devlet olarak gerektiğinde yerel yöneticiyi vesayet altına alırım, her yaptığı işi denetlerim, kimse bana niye bunu yaptın diyemez.
5- Yerel yönetici, istediği kadar yakınsın, nüfusum arttı, resmi olanların dışında çeşitli sebeplerle gizli bir nüfus yoğunluğu yaşıyorum, genel kaynaklardan buna göre hakkıma isabet edeni bana verin demeye hakkı yoktur.
6- Yerel yöneticinin temel özgürlüklerin sağlanması hususunda behemehal yapması gereken yatırımlar söz konusu olsa bile, ben Devlet olarak, belirlediğim kadar oraya kaynak aktarırım, yerel yönetici kendi planlarına göre yapmayı tasarladığı yatırımlar için nereden kaynak buluyor ise bulsun, bu beni enterese etmez.
7- Yerel yönetimler, kendi haklarını korumak, kollamak için uluslar arası kuruluşlar ile işbirliği yapamaz, bu alanda kurulmuş olan birlikteliklere üye olamazlar, buna fırsat vermem.
8- Yerel yöneticiler bu işleri yaparken Devlet ile bir çelişkiye düşmüşler ise, haklarını savunabilmek için, uluslar arası kuruluşlara, Mahkemelere başvuramazlar, ben Avrupa Yerel Yönetimler şartını bu şekilde kabul ederim, sizin “şartınıza şartım budur”.
İyi mi? İsterseniz kötü deyin, şimdilik yapacak bir şey yok.
Avrupa birliğinin kapısında 50 seneyi aşan bir süreden beri beklediğimiz doğru.
Buna can dayanmaz.
Ama adamlar kendi evlerinin içini dizayn ederken bir takım kurallar koymuşlar ve bu kurallara sıkı sıkıya bağlılık ana ilkeleri durumunda. Şimdi biz en basitinden yerel yönetimler şartına ilişkin olarak koyduğumuz barajları kaldırmadan, bizi niye içinize almıyorsunuz dediğimizde, onların verecekleri bir sürü cevap karşımıza çıkıyor.
Hele Avrupa Birliği Sözleşmesinin temel içeriklerinde belirlenen hususlarda bize düşenleri bütünü ile yaptığımız söylenemez.
Mesela Din ve Vicdan Özgürlüğü, istediği şeye inanmak, buna göre yaşamak, inandığını hiçbir engelle karşılaşmadan yayma özgürlüğü, inandığı dinin simgeleri ile hayatta görünür olma ve bu hakkı hayatın her kesiminde uygulamaya koyma özgürlüğü,vatandaşların özgün kültürlerini yaşama, dillerini konuşma, bununla eğitim alma hakları gibi temel konularda yasal düzenlememiz hala yok. Yani bu haklar hala yasaklar kapsamında.
Böyle gider ise, Avrupa Birliği kapılarının daha yüz sene açılması mümkün değil.
Zira Avrupa birliği oluşturulur iken, birlik vatandaşlarının bireysel kimliklerine, özlük haklarına, ferdiyetçiliğe öylesine önem vermiştir ki, bu hakları sarsacak ilkelerle idare edilen bir ülkenin içlerine girmesine devletler müsaade etse, halklar izin vermez.
Niye?
Sebebi çok açık ve basit.
Avrupa halkları devletler-in-den çok çektiler. İki dünya harbinde 120 Milyon insan hayatını kaybetti. Elbette bu kayıpları savaşan devletler ve halkları verdi.
Avrupa’da büyük insan kaybına maruz kalmayan devlet yok.
Bu kayıplar sonrasında Avrupa insanının aklı başına geldi.
Biz Avrupa Devletleri birlik olmaz isek, daha başımıza çok işler açan idarecilerle karşı karşıya kalırız bir,
Birlikteliğin kurallarını biz bu şekilde belirlemez ve üye her devlet bu birliktelik kurallarını kabul etmenin yanında içine sindiremez ise, yöneticilere karşı bağımsızlığımızı koruyamayız dediler iki.
İlkeler başka, ekonomik düzelme başka. Bunları biri birine karıştırmak hata olur.