SAVURAN KİM

Sivas ilinde Madımak otelinde 1993 yılında yapılan bir toplantı düzenlenmişti.

Bu toplantıya çok sayıda aydın, yazar çizer takımından insanlar katılmışlardı.

Toplantıya katılanların çoğunluğunun Alevi kökenli yurttaşlarımız olduğu ifade ediliyordu.

O günleri biraz hatırlamakta yarar var.

Toplantı öncesinde katılımcıların bir çoğu toplantının Sivas ilinde yapılmasını özelikle istediklerini,toplantıda daha çok Alevi vatandaşlarımzın sorunlarına değinileceğini ifade ediyorlardı.

Tabii ki ifadaden ifadeye fark var.

Sıvas’ın çok köklü bir Alevi geleneği olmasına rağmen, son yıllarda sanki Sünniler tarafından bunun yok edilmesine çalışıldığı, alevilerin baskı, şiddet ve tehdit altında bulundukları "zımni" de olsa ifade ediliyordu.

Samimiyetle ifade etmek gerekir ki, bu konuşmalar yapıldıkça, şehrin temeline konulmuş olan dinamitin fitilinin ateşlendiği intibaı uyanıyordu.

Ayırımcılık ile mücadele ediyoruz girişimi, toplumun daha ne kadar ayrıştırılması gerektiğinin planlarımı yapılıyor endişesini beraberinde getirmişti.

Bunun ötesinde içeride yapılan konuşmalarda, sunulan bildirilerde İslam dininin ve özelllikle Hz.Muhammed’in yerden yere vurulduğu haberleri kamuoyuna yayılıyor, bu konuşmalardan, dışarıya yansıyan tezvirattan içeridekilerin haberi olmasına rağmen, kimse çıkıp, ya böyle bir şey söz konusu değil, halkı boşuna kışkırtıyorlar, açıklamasını maalesef yapmıyordu.

İçeridekileri protesto etmek amacı ile kalabalıklar toplanmaya başladı. Ve sonunda o meş’um hadise cereyan etti. Çıkarılan yangında 33 insanımız hayatını kaybetti.

Ben bu 33 rakamının garip cilveleri var diyorum.

Van’ın Özalp ilçesinde asayişsizlik yapıtkları gerekçesi ile Kaymakam’ın verdiği bilgiye dayanarak 33 insanımızı Mustaf Muğlalı  kurşunu dizerek katletmişti.

Elazığ Bingöl Karayolunda gerekli güvenlik önlemi alınmayan askerlerimiz, örgüt tarafından pusuya düşürülerek katledildiler ve burada da 33 askerimiz şehit oldu.

Sivas Madımak otelininin yakılması üzerine yine 33 insanımız bu hayattan göçüp gittiler.

Milliyetçi muhafazakar yapısı her geçen gün biraz daha ağırlık kazanan Sivas’ta bu türden bir toplantının düzenlenmesi de,içeride yapıldığı söylenen konuşmaların dışarıya yansıtılma biçimi de, ardından kalabalıkların galeyana gelmesine sebep olacak yayınların yapılması da ve son olarak insanların diri diri yanmalarına sebep olacak yangının çıkıralması da bir PLANIN eseri olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz.

Bu eserin!!! Oluşmasında o meş’um çok önemli eli görmez isek, yanlış yapmaya ve biri birimizi kırmaya devam ederiz.

Son 3 ay içindeki gelişmelere bakıldığında, aynı oyunun bütün yönleri ile "deşifre edilmesineden korkmadan" sahneye konulduğunu görüyoruz.

Örgüt hiç gündemden düşmediğini göstermek için, her gün bir iki insamızı şehid ediyor. Bu arada kendisi de günde bir iki kayıp veriyor. Böylece her iki taraf analarının acılarının canlı tutulmasına azami gayret gösteriliyor.

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı Kürt sorununun çözümü için atılan adımları kimse görmezden gelemez.

Bugün yasal düzenlemeler suretiyle elde edilen değişiklikleri, 15 sene önce yapmaya değil, ifade etmeye bu hükümet yetkilileri yapmaya değil, ifade etmeye kalkışmış olsa idi, şimdi İdam Cezası ile yargılanıyor olacaklardı.

Bunu inkar edebilecek bir tek aydın fikirli insan çıkabilir mi? mümkün değil, zira biz o işin içinden geliyoruz ve bu alanda fikir beyan edenlerin dahi 22,5 yıl ceza aldığını biliyoruz.

Daha ileri adımların atılabilmesi için Yargı erkinin , Siyasi Partilerin başında boza pişiren konumdan çıkarılması lazımdı.

Bu açıdan Siyasi Partilerin kapatılmasına ciddi sınırlamalar getirildi, Anayasa Mahkemesinin yapısının değiştirilmesi düşünüldü ve HSYK nın oto kontrolünü sağlayacak düzenlemeye gidil/di/ecekti.

Bu düzenlemelere CHP, MHP ve BDP ile Ak Partiden bir kısım Milletvekili karşı çıktı.

CHP ve MHP nin tavrını belki biraz anlamak mümkündü. Ancak BDP ye ne oluyor du ki, Anayasa değişikliğine karşı çıkıyordu.

Anayasa değişikliğinin görüşüldüğü sırada kendisi ile görüşme imkanı bulduğumuz Büyükşehir Belediye Başkanı Osman bey, asgari düzeyde üç şartlarının varlığını söylüyor, bunların yerine getirilmesi halinde değişikliğe evet oyu verilebileceğini ifade ediyordu.

Seçim barajının düşürülmesi, taş atan çocuklarla ilgili yasanın Meclisten geçirilmesi ve Hazine yardımından pay alma.

Ben gayet iyi biliyorum ki taş atan çocuklar konusuna da, hazine yardımından pay alma hususuna da Hükümet gayet olumlu yaklaşmış ve bunu BDP lilere bildirmişlerdi. Ayrıca seçim barajının düşürülmesi hususuna sıcak bakıldığı,fakat biraz zamana ihtiyaç bulunduğu kendilerine anlatılmıştı.

Doğrusunu söylemek gerekir ise BDP liler de görüşmelerin müspet bir seyir izlediğini kabul ettiler.

 

Sanıyorum İmralının reyi de değişikliğe "evet" oyu verilmesi istikametinde idi.

Bu bağlamda 8.maddeye 5 BDP li yönetici evet oyu verdi.

Hemen sonrasında müthiş tavır değişikliği oluştu.

Avrupaya gitmeler gelmeler gerçekleşti.

BDP liler oylamalara katılmama kararı aldılar ve referanduma gidilmesi halinde seçimi halka boykot ettireceklerini açıkladılar.

Şimdi söyle düşünüyorum.

Abdullah Öcalan’ın "evet" oyu verin görüşüne uyulsaydı, Anayasa değişikliğinde öngörülen maddelerin tamamı BDP ve Ak Partinin oyları ile kabul edilse idi,

Ardından BDP nin istediği yasal düzenlemeler için Ak Parti hemen kolları sıvasa idi, neler olurdu?

Bir kere Abdullah Öcalan 31 Mayıstan sonra ben bu işlerde yokum, ben kimseye şunu yapın , bunu yapmayın demiyorum, ben devreden çıkıyorum demezdi.

İmralı ile Kandil arasında kalan BDP soluğu Avrupada almazdı.

Şunu söylemek istiyorum:

Artık Türkiye sorunun ne İmralı, ne Kandil olmadığını bilmeli.

BDP mi, onun eli mahkum.