ŞİMDİ SUKUNET ZAMANI

Ne kadar ağırbaşlı olunur, sükûnet ne kadar korunur ise, muvaffakiyet de o oranda temin edilmiş olur.

Sayın Başbakan dünkü gurup toplantısında, çok açık ve net bir şekilde bütün Milletvekillerine seslendi ve aman ileri geri konuşmayın, sükûnetinizi muhafaza edin dedi.

Evet, iktidar partisi yetkililerinin bu konuda vekillerine verdiği talimat çok önemlidir. Parti içerisinde çeşitli görüş ve düşüncede insanlar var. Bu insanların yanlış anlamaya sebebiyet verilebilecek bir beyanı dahi, sürecin rotasında kırılmalara sebebiyet verebilir. 

Aslında bu sürecin işlemeye başlamasından sonra Sayın Başbakan partisinin bütün milletvekilleri ile guruplar halinde toplantılar yaptı ve onlara gelişmeler hakkında doğrudan bilgi verdi.

Bu toplantıların karışık bir şekilde değil de, bölge bölge yapılması, o bölge Milletvekillerinin görüşünün alınması, incisamı sağlamak bakımından önemli idi. Sayın Başbakan milletvekillerine bölgelerinize gidin, yapılmak istenenleri anlatın diye talimat ta verdi.

Parti içerisinden az çok haber aldığımızı biliyorsunuz, vekillerin bir teki bile Ankara’da durmadan(tabii Ankara vekilleri hariç) hepsi bölgelerine dağıldılar ve gelişmeler hakkında vatandaşa bilgi aktardılar.

Bu bilgi aktarımından sonra yapılan kamuoyu anketinde Milletin kahir ekseriyetinin barış sürecini desteklediği ortaya çıktı. Bu arada ilimin vekillerinin ve parti teşkilatının da dur durak demeden Diyarbakır’ın her yerini dolaştıklarını ve süreci anlattıklarını biliyorum.

30 yıllık savaşı iliklerine kadar işleyen acılar sebebiyle yaşayan Diyarbakır halkının barışa olan özlemi, bu geziler sırasında bir kez daha kendisini gösterdi. Hiçbir yerde olumsuz bir tavır görülmüyor. Oysa bu işten en büyük acıyı çeken illerin başında geliyor Diyarbakır. Çekmedikleri mihnet kalmadı. Malları gitti, mülkleri gitti, evlatları gitti, işkencenin bin bir türlüsünü yaşadılar, köyleri yakıldı, yıkıldı, haneleri viran oldu, ama barış olacak denildiğinde, büyük bir sabır ve metanetle, başları önlerinde, İNŞALLAH dediler/diyorlar.

Aslında bu süreci pek tabii Güneydoğu illerinin tamamında olduğu gibi Diyarbakır’ın başını çektiği bu halk başlattı. Zira bu ilin aydınları, okumuşları, esnafı, sivil toplum kuruluşları, ticaret ve sanayi odaları, Barosu dur durak demeden yıllarca barış barış diye tutturdular ve her platformda barıştan başka  bu ülke için çıkış kapısı olmadığını vurguladılar.

Söyler misiniz Allah aşkına Türkiye’nin hangi ilinde bu kadar barış barış diye toplantılar yapıldı, kamuoyunun bilgilendirilmesine çalışıldı, barış heyetleri iki de bir de Ankara’nın yolunu tuttu, görüşmeler yaptı. Bu görüşmelerin her defasında basında geniş bir şekilde yer alması, Türkiye halkına iyi birer mesaj olarak iletildi.

Savaş bezirganlarının 30 yıldan beri şehri esir aldığı ve buna karşı çıkanların bir şekilde bertaraf edildiği zaman diliminin her karesinde, Diyarbakırlının çıkıp barış temennisini dile getirmesi, hiçbir zaman unutulmayacaktır.

Hani yeri geldiği için ifade etmek durumundayım, örgütün çeşitli birimleri tarafından ifade edilen 2012 yılının bir halk ayaklanması yılı olarak ilan edildiğinin açıkça ifade edilmesine rağmen, bu yöndeki provakatif talepleri Diyarbakırlı elinin tersi ile itti,kabul etmedi.

Halkın ülkesine bağlılığı konusunda artık zerre kadar kuşkusu kalmayan Sayın Başbakan, Hakan Fidan aracılığı ile ardı arkasına adımların atılmasını sağladı ve artık geri dönülmesi mümkün olmayan barış süreci başlamış oldu.

Bu sürecin çok zor yanları olduğunu hepimiz biliyoruz.

Ülke içerisinde örgüt mensuplarının çekilmesi nasıl olacak, silahlar nereye bırakılacak, savaşın koşulları içerisinde bir şekilde temin edilen örgütün iaşe ve ibatesi bundan sonra nasıl temin edilecek, örgütün elinde inanılmaz derecede biriken çeşitli cinsteki silahlar kime nasıl teslim edilecek, dağdan inişler gerçekleşir ise, gerçek bu ülkenin birer vatandaşı olan kişilerin rehabilitasyonu nasıl sağlanacak, KCK dan tutuklu bulunan ve eline silah almamış olan kişilerin durumu ne olacak, Mahmur kampında bulunanların Türkiye’ye gelişleri nasıl olacak, içlerinde vatandaş bile olmayan binlerce insanın hukuki durumu nasıl bir çözüme kavuşturulacak, dağda olup da herhangi bir eyleme karışmamış olanların cezaevi yolunu tutmadan, ailelerine teslimi ne şekilde sağlanacak, bu işten rant sağlayanların süreci sabote etme girişimleri nasıl engellenecek, özellikle devletler bazında yıllarca Türkiye’yi bu yolla alt etme durumunda olanların ellerindeki yağlı börek nasıl alınacak, şimdiden yeni stratejiler geliştirme çabasında olanların hileleri, dek ve dubaraları nasıl önlenecek… bunların her birisi elbette büyük devasa problemler olarak karşımıza çıkıyor.

Ama barış konusunda Türkiye Devleti ve Kürt halkı çevreye kulaklarını kör ve sağır yaparlar ise, her bir sorunun üstesinden yağdan kıl çeker gibi çıkılabilir.

Bu arada aklı başında olduğunu bildiğim, ama hissiyatına zaman zaman mağlup olan Sırrı Sakık beye bir şey söylemek istiyorum. Sen okuyan, okuduğunu anlamaya çalışan, çekilen her bir acıdan hissesine bir şeyler düşen akil bir adamsın. Zaman zaman TBMM sinde doğru olan, gerçek olan bir takım olayları aktarır iken, pek doğal olarak heyecanlanıyorsun. Afyonda, Kütahyada BDP teşkilatlarına, MHP lilerin yaptığı saldırıları barış sürecine yakıştıramadığını ifade ediyorsun. Doğru.

Buna karşılık sanki MHP lilerin çıkıp, Ya Sırrı kusura bakma, biz onların ağzının payını veririz, sen meraklanma diyeceklerini mi zannediyorsun.

O da kalkıyor, pek tabii şehit edilen evlatlarının kanı henüz kurumadığı için, spekülasyonlara sebebiyet verecek açıklamalar yapıyor, böylece TBMM si ortamı geriliyor.  Bu süreçte en az gerilim yaşaması gereken kurumun TBMM si olduğunu fehmetmen lazım.

Şimdi sükûnet zamanı.