TARİH TEKERRÜR EDİYOR

Geçen Perşembe günü çıkan yazımda aktardığım bazı hususlar ulusal medyada ismim verilmeden gündem oldu. Benden sonra Eyüp Can yazdı, Türkiye küçülerek değil, büyüyerek sorunu aşmak üzere.

Iğdırda Avukat arkadaşlar ile Sanayi çarşısında bir lokantada yapmış olduğumuz konuşmaları size aktarmıştım. Hepimiz ülkemizin içerisinde bulunduğu en önemli konu olan Kürt meselesinde değişik değerlendirmelerde bulunduk.

Şunları söyledik.

Kürtler ve Türkler bin yıldan beri bir arada yaşıyorlar.

Bu insanların dinleri bir, kitapları bir, İlahları bir.

Halktan halka ayrılık, gayrılık nedir şimdiye kadar bilinmemiş.

Bu büyük aile kardeşçe yaşamaya devam etmiş.

Herkes biri birine sevgi duymuş, bunun biraz daha sağlam adımı olan Saygıda biri birlerine karşı kusur etmemişler.

Türk ve Kürt toplumu bir bütün halinde sanayi devrimini yaşamadıklarından, işçi istihdamı, sermaye birikimi, biriken sermayenin dolaşıma çıkması, bununla birlikte iş sahiplerinin kültürel birikimlerini başkalarına aktarmaya yönelmeleri fazlaca mümkün olmamış.

Aynı bölgede yaşayan insanlar arasında bile, şöyle arada bir yüz kilometre var ise, büyük farklılıklar özgün varlığını sürdürmüş.

Ve bu durum kimse için bir sorun teşkil etmemiş.

Avrupada başlayan “ulusalcılık” akımları, büyük Avrupa ailesinin parçalanması ile neticelenmiş ve bu akımlar hız kazandıkça, hakim unsurların daha fazla toprak elde etme isteği beraberinde birinci dünya harbini getirmiş.

Unsuriyet/ırk temelinde yaşama, politika üretme ve buna göre hattı harekat tarzı belirleme/ fikri İslamlar arasında yoktur.

Zaten Avrupada neşet eden Unsuriyet fikri İslamlar arasına girinceye kadar, Müslümanlar bütün halinde bir Devlet idiler veya biri birlerine kin ve düşmanlık beslemeyen gerçek dost durumundaydılar.

İran ile mezhebi anlamda problemler yaşanmıştır, ama onun ötesinde Pakistan, Hindistan, Afganistan Müslümanları ile İslamların, Avrupadaki en büyük gücü olan Osmanlı arasında bir husumet ve çatışma meydana gelmemiştir.

Avrupa ırkçılık fikrini Müslümanlar arasına saçmadan önce,  onların birliklerinin temeli olan dinden soğumalarını temine çalıştı.

90 yıllık dinden soğutma ameliyesinin ülkemizi getirdiği nokta, çatışma, kin, nefret, sevgisizlik, saygısızlık, red, inkar,  asimilasyondur.

Ülkemiz son elli yıllık süreçte her açıdan ret ve inkar ameliyelerinin ortaya çıkardığı sorunlarla boğuşuyor.

Bu boğuşmadan Türkler, Müslümanlar ve  Kürtler çıkış kapısı arıyorlar.

Bu çıkış kapısında yaşanan “izdiham” on binlerce kişinin ölümü ile neticelendi.

Bizler biri birimizi terk ederek bir yere varamayacağımızı anladık.

Bir şeyi daha anladık, biri birimize saygı duymadan birlikteliği korumanın çok güç olduğunu da.

Bir geminin içerisindeyiz.

Deniz alabildiğine dalgalı,hava fırtınalı.

Fırtınalar, dağdağalar içerisinde herkes yükünü omzuna almış, ayakta öylesine bekliyor.

Üstad Bediüzzamanın dediği gibi, ya kardaş, yükünü yere bırak, üzerine de otur, kardeşine de yardım et, o da yükünü indirsin, beraberce bu fırtınalı, dağdağalı alemden kurtuluşun çaresini arayalım.

İşte Perşembe günü gazetenizde çıkan yazıda buna benzer genel betimlemelerden sonra şunları söylemiştim.

Ak Parti iktidarı ile birlikte hükümet, bir Müslüman feraseti içerisinde başına örülen çorapların gerçek sebebini görmeye başladı.

Kürtler ile Türklerin biri birlerine saygı duymadıkları sürece sahili selamete çıkmalarının mümkün olmadığı ortaya çıktı.

Bir büyük ağabey olarak Türkiye, kendi bütünlüğünü korumak  istiyor ise, öncelikle 4 ayrı parçaya ayrılmış olan Kürtlerin arasındaki gayrı tabii sınırları birleştirmeye gayret etmek zorundadır.

Kürtler, Türkler olmadan, o en büyük ailenin parçası olmada sıkıntı yaşarlar, geçmişte başlarına gelen belalardan kurtulamazlar. Türkler de Kürt kardeşlerinin maddi ve manevi gücünü arkalarında hissetmedikleri takdirde, dünya uluslarına karşı muvazenesini koruyamaz.

Her iki Milletin düşmanları yıllardan beri onları param parça etmenin hilelerini, desisilerini sahneye koydular.

50 bine yaklaşan ölüm ile bize büyük bir şer olarak görünen bu durum, aklımızı birazcık başımıza alınca; hayra, iyiliğe dönme istidadındadır.

Küçüleceğimize, büyüyeceğimizin yolları görünmüş, kapılar aralanmıştır.

Türkiye pek tabii kendi Kürtlerine olduğu gibi, Irak ve Suriye Kürtlerine de kucak açmalıdır.

Kendilerinde unsuriyet fikri ağır basan Kürtler, Araplardan ziyade Türklerle birlikteliğin daha kolay, daha yaşanılabilir olduğunu beyan etmektedirler.

Bu fikir yabana atılmamalıdır.

Bizim bunlardan sonra meydana gelmesini istediğimiz, yeni bir Irk temelli oluşum değildir.Oluşacak birlikteliğin Araplara da ne tür yararlar sağlayacağını ilk elden göstermektir. Biz bir aileyiz, Araplar olmadan HİLALİ gerçekleştiremeyiz.