TEK ŞANSLARI ANLAŞMAK

Barış sürecinin çok sancılı olacağını her iki taraf da biliyordu.

Düşünsenize nerede ise 35 yıldan beri biri birleri ile savaşan ve kayıplarla birlikte ölümlerin sayısının 40 bini geçtiği bir coğrafyada el bebek gül bebek bir barışın gelmesini beklemek hayal olur/du/.

Varılan anlaşma uyarınca,

Önce PKK güçleri Türkiye dağlarından/aslında çoğu ovada/ en geç 01. Eylül.2013 tarihine kadar çekilecek,

Buna karşılık devlet demokratikleşme konusunda köklü adımlar atacak, çıkarılması gereken yasaları en azından Parlamentoya sunulacak hale getirecek,

Bu yasaların çıkmasını müteakip, PKK militanları silahlarını uluslar arası bir kuruluşa teslim edecek,

Olayın üçüncü aşamasında Kandilde bulunanlardan herhangi bir öldürme olayına karışmamış olanların koşulsuz olarak evlerine dönüşleri sağlanacak, üst düzey yöneticiler ve Türkiye kayıtlarına göre olaylara karıştıklarına inanılan 200 kadar militanın ise, bir başka ülkeye gidişlerine Türkiye ses çıkartmayacak.

Anlaşma koşullarının basına yansıması üzerine herkeste bir tirilay lay lom havası oluştu. O ne güzel, demek ki, barış o kadar da zor değilmiş denildi.

Planın daha birinci aşamasında arızalar çıkmaya başlayınca, yine mi bu işin üstesinden gelemeyeceğiz endişesi herkesi sardı. Zira yol kesmeler, insan kaçırma, emniyet güçlerine Molotof atma eylemleri ardı arkasına gelince, bu nasıl çekilme, dağlardan militanlar çekilir iken, ne yani yanlarına da insanları alıp götürme anlaşmanın bir parçası mı denildi.

Zaten gerek PKK ve BDP ve gerekse DTK yöneticileri hep bir ağızdan Kürtler artık eski Kürtler değil, kimsenin oyununa gelmeyecekler, hükümet gerekli adımları atmaz ise süreç işlemez dediler.

Ve bunun ardından Sayın Başbakanın o meşhur açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Bunlar bizden bir takım adımların atılmasını istiyorlar ama, kendi verdikleri sözü yerine getirmediler, hala dağlardalar, çekilenler yüzde yirmi civarında kadınlar, yaşlılar ve çocuk militanlar, örgütün dinamik kadrosu olduğu gibi dağlarda ve yerlerini koruyorlar dedi.

BDP çevreleri bize göre anlaşmanın birinci aşaması gerçekleşmiştir, şimdi hükümetin gerekli adımlar atmasının zamanıdır, yoksa süreç hepten akamete uğrayacak yorumunu yaptılar mahcupça.

Bunları niye yazıyorum, sanki bilmediğiniz şeyler mi? hayır süreci takip eden herkes bu olup bitenlerin tümünden haberdar. Ancak barış sürecinin bundan sonraki aşamalarında da buna benzer birçok arızanın çıkacağını vurgulamak için bunları hatırlatmak için yazdım.

PKK nın birkaç kez tek taraflı çatışmasızlık uygulamasına geçtiğini, hatta Abdullah Öcalan’ın yakalanmasından sonra, artık silahlı mücadelenin zamanı geçti, bundan sonra barışı tesis etmenin silahsız yolu bulunmalı dediklerini biliyoruz. PKK bu dediğini 2004 yılına kadar sürdürdü. Ardından Türkiye gerekli adımları atmıyor diyerek yeniden silaha sarıldı. Ta ki son barış sürecinin başladığı zamana kadar.

PKK yine ilk iş olarak çekilme kararı verdi veya ona böyle bir karar alması dayatıldı. Ama işte o, Sayın Başbakanın dediği gibi militanlarının sadece yüzde yirmisini Türkiye dağlarından çekti, üstelik Kandile Türkiye’den 2000 civarında yeni katılımı bu süreçte gerçekleştirerek, savaşın bütün kurallarını bir bir uygulama safhasına koydu.

O böyle yaparken, pek tabii Türkiye’nin elinin armut toplamadığını biliyoruz. İnşasına başlanan KALEKOLLAR bir bir bitiriliyor.

Askeri tahkimat son haddinde.

Gözler yollarda eller tetikte. Baksanıza dışarı çıkanların bire bir sayılarından haberdar olduğunu Devletin açıklaması, hafife alınacak bir tespit değil ve örgütün bu tanımlamayı çok iyi düşünmesi ve yarın yeniden savaşı başlatacak olur ise başına nelerin geleceğini hesaplaması lazım.

O açıdan eski İç İşleri Bakanı İdris Naim Şahin’in görev yaptığı sürece bir parantez açmamız gerekiyor. Her ne kadar MHP çevreleri örgüt ile Ak Parti iktidarlarında yeterli silahlı mücadele yapılmadı deseler de, bu doğru değil, üstelik İdris Naim Şahin’in dönemini PKK ve BDP çevreleri tam bir kabus olarak gördüklerini, ona karşı olan tepkileri ile ortaya koydular. Emniyet çevrelerinde de bu dönemde örgüte büyük zayiatlar verdirildiğini söyleyenlerin olduğunu biliyorum. Hatta ifade edilen o ki, örgütün yeni bir barış sürecine girmelerinin ve buna razı olmalarının sebebini verilen kayıpların büyüklüğüne bağlayanlar var. İşte o açıdan MHP, örgüt ile Devlet arasındaki barış görüşmelerinde, hükümeti eleştirir iken, İdris Naim Şahin’e hep sahip çıktı.

Öyle veya böyle Türkiye bir barış sürecine girdi. En kötü barışın en iyi savaştan daha iyi olduğuna iki insan karar verdi. Sayın Başbakan ve Abdullah Öcalan.

Süreç ile ilgili konuşmaların, hadi diyelim anlaşmaların tam anlamı ile gereği yerine getirilmemiş olsa bile, işin bam teline vurma anlamına gelen “çatışma” ya her iki taraf da girmiyor. Türkiye tarihinde bir ilk olarak ordu hükümetinin emrinde verilen talimatları yerine getiriyor, örgüt mensuplarının bire bir yerleri artık metrekarelere bölünmüş haritalarla ellerinde olduğu halde bir tek kurşun bile atmıyor.

PKK bağlamında siyaset yapanların hemen her zaman “ordu operasyonları durdursun, o zaman barış daha kolay olur” sözleri ilk defa bu dönemde karşılık bulmuş oldu.

Şimdi hükümetin atacağı adımların nelerden ibaret olacağını bugün yarın göreceğiz. Ak Partinin 63 maddeden oluşan bir demokratikleşme paketi vardı, seçimler öncesinde bunları gerçekleştireceklerini topluma deklare ettiler. Elbette adım adım dediklerini de yerine getirme mücadelesindeler. Açıklanacak demokrasi paketinin ne kadarının tarafları memnun edeceğini şimdilik bilmiyoruz.

Bildiğim bir şey var, yine hemen her çevreden pakete karşı itirazlar olacaktır. MHP çevreleri Ak Partinin ülkeyi bölünme noktasına getirdiğini söyleyecek, CHP liler yine bu işten bir şey anlamadıklarını ifade edecekler, BDP liler dağ fare doğurdu açıklamasını yapacaklar. Olsun söylesinler, olsun yapsınlar.

Sayın Başbakanın yapacağı açıklamalar ile kısa sürede yasalaştırılmasını umut ettiğimiz değişiklikler, hemen söyleyelim, hiçbir hükümetin bugüne kadar yapılmasını hayal edemeyecekleri yenilikler olacaktır. Zira hükümet ve aslında Ak Parti hükümetleri ile birlikte bir bütün halinde Devlet, savaşmak yerine barışı tercih etmişlerdir. PKK çekilme konusunda verdiği sözü bütünü ile eksiksiz yerine getirmiş olsa idi, eminim ki, Hükümetin elini daha fazla güçlendirmiş olurdu.

PKK militanlarını dağlardan çekmemekle Türkiye’ye karşı etkili bir silahlı savaş gücü olarak buradayım mesajını verdi.

Türkiye bu mesajı almış olmasına rağmen, oyuna gelmedi, biz hükümet olarak elimizden geleni yapacağız, demokratikleşme paketimizi kamuoyunun tartışmasına açacağız/yasalaştıracağız/ ve bir vebal altında kalmamak için verdiğimiz sözleri yerine getireceğiz dedi/diyor/.

Süreci sekteye uğratmamak için Hükümet bu adımları atarken, Abdullah Öcalan’da kendisine düşen tarihsel sorumluluğu yeni yöntemlerle yerine getirmeye çalışıyor. Kendisi ile görüşmelerin bir müzakere sürecine evrilmesini, daha çok yetki verilir ise, daha çok sorumluluk alabileceğini açıklıyor. Onun bu tavrı elbette Türk kamuoyunu hop oturtup, hop kaldırıyor. Fakat yine herkes görüyor ki, onun girişimleri ile silahların patlamasının önüne geçiliyor.

Tüm bu olup bitenlere bakıldığında, barış sürecinin kaybedeni yok. İnsanlar ölmüyor, esnaf kan ağlamıyor, hak ve hürriyetler konusunda geçmiş ile mukayese edilmeyecek kadar gelişmeler oldu, oluyor, insanların biri birine olan saygısı geri geliyor, güven artıyor ve bu ülkede hep birlikte güven içerisinde yaşamanın bir şans olduğu çevreye bakınca daha iyi anlaşılıyor, o halde…

Tarafların barıştan başka bir seçeneklerinin olmadığı ortaya çıkıyor. Hangi büyük iş şancısız ki…