ÜLLÜMNATİ EMİR VERİR EYLEM YAPTIRIR SONUCUNU GÖZLER.

Sizin kendi ulusunuzu korumanız, kollamanızın ötesinde, dünya uluslarının hal ve hareketlerine nasıl yön vereceğiniz konusunda bir hazırlığınız, bir kararlığınız yok ise, sürekli biçimde olayların arkasından gider, adeta sürüklenirsiniz. Etken olmaktan çok edilgen duruma düşersiniz. Belirleyen değil, belirlenen olursunuz.

Türkiye 1960 ihtilalinden beri edilgen durumda. Durduk yere yapılan 1960 ihtilalinin yeni ses, görüntü kayıtları ve yargılamaya konu eylemlerin nelerden ibaret olduğuna dair bilgiler ortaya çıktı.

Bunlardan birisi de Başbakan Adnan Menderes’in şarkıcı Ayhan Aydan hanımla yaşadığı aşktan doğan çocuğunun akibetinin ne olduğu hususu idi.

 

İddialara göre Ayhan Aydan, Adnan Menderes’ten bir çocuk dünyaya getirmiş ve bu çocuk doğumundan iki saat sonra hayatını kaybetmişti.

Çocuğun eceli ile değil de Adnan Menderes tarafından öldürüldüğü iddia edilmiş ve yargılama bu çerçevede yürütülmüştü.

Ayhan Aydan Mahkemeye verdiği ifadesinde çocuğun kaderi ile öldüğünü söylüyor, doğumu yapan doktorların bu işe şahit olduklarını beyan ediyordu.

Mahkeme bu doktorları çağırıp dinledi ve onlar da çocuğun doğumdan iki saat sonra çeşitli komplikasyonlar sonucu öldüğünü söylediler.

Şimdi öğrendiğimize göre Mahkeme bu beyanlara itibar etmemiş, çocuğun defnedildiği yerden çıkarılmasını ve ölümde boğma, kemik kırığı gibi eylemlerin olup olmadığını araştırmış. Ve doktor raporlarına yansıyan biçimi ile “öldürülmeye” ilişkin bir bulguya rastlanmamış.

Aslında makalemizin konusu bu değil. 1960 ihtilalinden 2010 Anayasa REFERANDUMUNA kadar geçen 50 yıllık süreçte Türkiye sürekli olarak dünya uluslarını idare eden 7 başlı ejderhanın, yani Üllümnatinin oyuncağı olmaya devam etti. Yukarıda ifade edildiği üzere bir Başbakan bu şekilde gaddarane isnatlar ve hakaretler sonucunda idam sehpasına yollandı.

Bu örgüt tarafından TSK leri tepe tepe Türk halkına karşı kullanıldı.

1960 ihtilali, 12 Mart 1971 muhtırası, 12. Eylül.1980 darbesi, 28 Şubat 1997 süreci, 27. Nisan.2007 E muhtarısı(bildirisinin) bu ülkeye getirmiş olduğu maliyet birkaç trilyon dolardan daha fazladır.

İnsan, moral, güç kayıplarımızın, özgüvenimizi yitirmemizin getirdiği maliyetin hesabını hiç kimsenin yapması mümkün değildir. Bana göre bu eylemlerle Türkiye’nin üzerinden birkaç Türkiye yok olup gitmiştir.

İşin bir boyutu TSK nın kendi başına buyruk ve halk katmanları ile kesinlikle bağdaşmayan, onları zora sokan, hatta bir kısım halkın imhası ile neticelenen eylemler ise, diğer bir boyutu da ülkede cereyan eden terör eylemlerinin zararı katlayan yönüdür. Olaya bu iki cepheden bakıldığında, Türkiye gerçek manada şu son elli yıllık süreçte bir yangın yerine çevrilmiştir.

Olayların bu boyuta gelmesinin ana sebebi, halkın istek ve iradesinin hiçbir şekilde yönetime yansımamış olması, halkın sağduyusunun gerektirdiği istek ve iradenin göz ardı edilmiş olmasıdır.

Gerek askerlerin ve gerekse terör örgütlerinin sebebiyet verdikleri eylemlerin arkasında halk desteği yoktur. Yani Uluslar arası entellijans örgütleri/Üllümnati/ belirli mahfilleri ele geçirebilmiştir, fakat Türkiye halkını/bütün unsurlarını kasdediyorum, ırki anlamda Türk, Kürt, Laz, Çerkez, dini anlamda ve mezhepsel bağlamda Sünni, Alevi, Caferi, Yezidi/ kendi emellerinin zebunu yapamamıştır.

Halkın cansiperane bir şekilde ülkesine sahip çıkma arzusu olmasa idi, Türkiye şimdiye kadar çoktan parçalanacak ve belki de birkaç kez el değiştirmiş olacaktı.

Yöneticiler  halkın isteklerine cevap verince neler olduğu görüldü. Halk kendisini ifade eden iktidarlara sonuna kadar sahip çıkıyor ve bu durum ülkenin her bakımdan mesafe almasını beraberinde getiriyor. Halktaki birlik ve beraberliğin artması, ülkenin hamle üstüne hamle yapmasını, biri birini sevmesini, saygı duymasını, ilerlemeyi, gelişmeyi sağlıyor. Yani Türkiye Üllümnatinin oyuncağı olmaktan kurtuluyor.

 

Burada belirleyici olan bir husus var ki, onu hiç kimse göz ardı edemez.

Evet bu gelişmelerden sonra Türkiye de Asker de,  Devlet de, Örgüt de yanlışını görmüştür. Halkın isteklerinden kopuk hareketlerin eninde sonunda kendilerine de bir yararının olmadığının fena şekilde farkına varmıştır.

Pariste 3 PKK örgüt mensubu kadının katledilmesi ile yeniden ülke karıştırılmak istendi. Bu eylemi Ömer Güney isimli bir başka PKK lının yaptığı iddiası var. Ömer’in eylem saatinde evin içerisinde olduğunun birçok teknik delil ile kanıtlanması, katliamın fail veya faillerinin belirlenmesinde bize epey mesafe aldıracaktır.

Evde bulunan dört bardaktan birisinde Ömer Güney’in DNA örneklerine rastlanması, Ömerin arabasının bağajındaki çantada barut izlerinin bulunması, hatta paltosunun etek kısımlarında da barut izlerinin tespiti, bu PKK lının bundan böyle işinin zor olduğunu gösteriyor.

Bazı teknik bilgilerden yoksun olan insanlar, yaptıkları eylemlerde bıraktıkları izlerin neler olduğunu bilemezler. Mesela eylemi yapan kişi olaydan hemen sonra elini yıkarsa Antimuan atıkları elden silinir, ama aynı izler elbiselerde veya kullanılan diğer materyallerde kalır.

Ben işin şimdilik o kısmında değilim. Asıl Ömer Güney’e tetiği çektiren o en büyük elin sahibini hepimizin unutmamasında. Üllümnati Türk Devletini kullanırken veya örgütü onun başına musallat ederken veyahut bir barış iklimine girilmesini asla hazmedemediği anlarda birilerinin eline silah tutuşturur iken, hep bizi test eder.

Yani çok basit deyimi ile sonucu görmeye çalışır.

Bunlar biri birine düştüler ise, tamamdır. Yok eğer çekilen rest görülmüş, hangi hinliği yaparsan yap, hangi alavere, dalavereyi çevirir isen çevir, biz halkımızın dediğine bakarız deniliyor ise, bu defa başına gelecek olanlardan onlar korksun. Türkiye iyi yolda.