YANARIM YANARIM VAH Kİ YANARIM
Irak işini Suriyeden, Suriye işini Rusya ve İrandan, Ukrayna işi derken bizim için gerçekten kalp sızısı olan Kırım işini Türkiye’den ve pek tabii bu işlerin bütününü Avrupa ile ABD den ayrıştırmak, bağımsız birer sorun gibi algılamak, işte böyle akıl almaz açmazlara sürüklenmemize sebebiyet veriyor.
Türkiye halkı 3 Kasım 2002 de yapmış olduğu genel seçimler ile yepyeni bir bölge ve dünya düzenine yelken açmayı “öğütledi” seçtiklerine.
Bunlar;
1-Türk halkı, bir bütün halinde Türkiye insanı iktidara getirmiş olduğu Ak Partiye Kürt sorununu çöz emrini verdi. İnsanımız sabah akşam Anadolunun çeşitli bölgelerine gönderilen şehit cenazelerinden de, doğu ve güneydoğu illerimizin hemen her köyüne gelmeye başlayan Kürt Militanların cenazelerinden de artık bıkmış durumda idi. Bir bütün halinde Anadolu insanı barış içerisinde hak ve taleplerin yerine getirilmesini istiyor, ülkenin kimi insanları Kürtçe konuşacakmış, Kürtçe yazacakmış, bunun kendileri için problem olmadığını hemen her fırsatta deklare ediyordu. O sebeple Yalçın Akdoğan’ın ortaya attığı, daha sonra Ak Partinin kabullendiği Muhafazakar Demokrasi anlayışını aşan, ondan daha ileri bir safha olarak kabul edilmesi gereken, katılımcı Demokrasi anlayışını halk benimsiyor ve ezber bozan bir tarzda, Türk siyasilerine, kendi siyasi ve kişisel algılamalarını bana mal etme, gerektiğinde Kürtlerle masaya otur, ülkenin birlik ve bütünlüğü bağlamında sorunları konuş ve bir karara var diyordu.
O sebeple Ak Parti, “bizim gibi insanlar hariç” hiç kimsenin tahmin etmeyeceği bir oy nispeti ile iktidara geldi. Ak Parti iktidarının ilk yılında, Korkut Özal ile yaptığımız bir görüşme sonrasında “yazılı olarak” Sayın Başbakana takdim etmiş olduğum metinde, 363 olan oy sayımızın daha sonra 368 e çıkması üzerine, hemen bir Anayasa değişikliğine gidelim görüşü, baskın çıkmadı, ancak 2005 Ağustosunda Diyarbakır TOKİ konutlarının Anahtar teslim töreninde, Sayın Başbakan tarafından bugüne kadar Kürt halkına yapılanlardan özür dileyen açıklaması, çok önemli bir ilk adım oldu. Ardından teferruatını yazmama gerek yok, hemen hepiniz biliyorsunuz, çıkarılan Demokrasi paketleri ile sorunun temeline neşter vuran kimi adımlar atıldı.
2-Türkiye halkı Ak Partiye üç tarafı denizler, dört bir yanı düşmanlarla çevrili geleneksel Türk Devleti algısını yok etmesi, dostluk kanatlarını herkese açması öğüdünde bulundu. Halkın temsilcileri, ABD ile birlikte Irak’a saldırmayı öngören 1 Mart 2003 tezkeresini bu sebeple reddetti. Ülkenin başını bir büyük beladan kurtardı.
3-Türkiye Halkı kahir ekseriyeti ile AB liğine girilmesi yönünde Hükümetten büyük çaba harcamasını istedi. Halk bunu önceleri ekonomik kaygılar sebebiyle, Avrupa Birliği üyesi ülkelerin gelişmişliğinden “işçi” statüsünde yararlanmak şeklinde de olsa bir arzu içerisinde iken, 2002 seçimleri ile Avrupa Birliğine girişi esas olarak “Hak ve Hürriyetlerden” kamil manada istifade etmek için istediğini ortaya koydu. Ak Parti hükümeti halkın hak ve Hürriyetler konusundaki o büyük coşkusunu arkasına alarak, İşkenceye sıfır tolerans, Adil Yargılama hakkı, İşkencecilerin cezalarının zaman aşımına uğramayacağı yolundaki yasal düzenlemeleri ile Avrupa Konseyindeki sanık sandalyesinden kurtulma imkanı buldu. Müzakere süreci başlatıldı.
4-Gelen giden bütün iktidarların yaptığı “yolsuzluklar” halkın canına tak etmişti. Yolsuzluk sebebiyle, “yoksulluk” almış başını gitmişti. Karnı aç insanlara bir de inancının gereğini yerine getirememe konusunda dayatılan “yasaklar”, ülkeyi adeta bir açık cezaevine çevirmişti. Ak Parti bunları çok iyi analiz etti ve üç Y ile formüle edilen, Yolsuzluğu, Yoksulluğu ve Yasakları ortadan kaldıracağız sözü, halkta çok iyi yer tuttu. Öyleki ilk dönem vekillerinden bir kısmı, halktan bir şey istemek için, önce biz onlara bir şey vermeliyiz noktasında ittifak ettiler, bir çok vekil aldıkları maaşları hayır işlerinde harcadılar. Onlarca vekil, okul, yurt yuva yaptırdı.
4-Halk savaş halinde olmadığımız Suriye ile kapıların neden bu kadar kapalı olduğunu Ak Parti iktidarlarına kadar sorguluyordu. Ben bu düşünceyi 2004 yılında Diyarbakır Söz televizyonunda yaptığım bir konuşma esnasında Suriye ile aramızda hudutlar niye var, Irak ile aramızda sınırlar niye var, hatta İran ile neden kapılarımız adeta kapalı sözleri ile formüle etmiştim. Irak işine bulaşmayarak bütün Arap ülkelerinde ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerde gerçekten büyük sempati topladık. Arap sermayesi oluk oluk Türkiye’ye akmaya başladı. Sayın Başbakan ile Fransaya yapmış olduğumuz gezide, Fransız Senatörler açıktan “Türkiye 1 Mart Tezkeresinin reddi ile gerçek bir demokrasi oldu, Parlamentonuzu kutluyoruz” dediler. Bu sözler üzerine yüzümde adeta güller açtı. 1 Mart Tezkeresini reddeden Türkiye Arap aleminde yeniden güvenilen İslamın dünyadaki öncü gücü olarak algılandı. Suriye bu sebeple
bütün kapılarını Türkiye’ye açtı. Ortak bakanlar kurulu toplantıları tanzim edildi. Asi nehri üzerinde ortak baraj projesi hayata geçirildi.
5-Türkiye’nin AB liğine giriş isteğinin ülke içerisinde bir yansıması olarak Sivil Toplum Kuruluşlarının faaliyetleri hızlandı. Devletin eğitim tekeli kırıldı. Bu süre içerisinde STK lar hemen her alanda ülke insanının gelişimini sağlayan önemli projelere imza attılar.
6-Türkiye bu projeleri ile dünyada sözü dinlenen, bölge meselelerinde kendisinden fikir sorulan bir ülke konumuna yükseldi. Rusya ile önemli bir ticari partner olmak, Yunanistan’ı tehdit eden ülke statüsünden çıkmak, Kıbrıs’ta barış isteyen BM ler temsilcisi Kofi Annanın planını destekleyen tavır içerisine girmek ve bunu Kıbrıs halkına kabul ettirecek basireti göstermek, çok büyük puanlar toplamamıza sebep oldu.
7- 1923 ten bu yana Din ve Dindarlar toplumun huzuruna, öcü olmadıklarını gösteren “halisane” duruşları ve toplum kalkınmasında maneviyat ile birlikte ilmi önceleyen projeleri ile çıktılar. Bu durum büyük sempati toplamalarına neden oldu. Hele dünyanın nerede ise tamamına “edep” ve “ilmi” öğreten okulları ile çıkmalarının sağladığı güven, Türk İş adamlarının büyük ticari işlere imza atmalarını beraberinde getirdi. Adeta uçacak duruma geldik.
Şimdi batı dünyası ve Arap alemi Suriye’deki iç savaşın tarafı olduğumuzu söylüyor, Irak lideri Malikiyi ile aramızdaki sorunları, çok sık gidip gelme suretiyle çözme istidadında olmamıza rağmen, kendi iç karışıklığımız sebebiyle bu işe zaman ayıramıyoruz ve doğal olarak her geçen gün Malikinin İran’a yaslanmasına imkan veriliyor, Ukrayna’da yaşanan sorun, sanki bizim uzayımızda imiş gibi görünür iken, birden sorunun KIRIM ayağı olduğu ortaya çıkıyor, Rusya burayı işgal ediyor ve adeta can evimizden vuruluyoruz, iki kardeş, iki kristal vazo her gün biri birinin kafasına çivi çakıyor, akan kan gözümüze damlıyor, önümüzü göremiyoruz ve bu ortamda bundan sonraki geleceğimizde çok ama çok önemli rol oynayacak iki seçimin temelini oluşturan yerel yönetimler seçimine gidiyoruz.
Büyük deprem gibi, savaş gibi, yılları bulan büyük kuraklık gibi başımıza bir felaket gelmediği halde, böylesine kaotik bir ortama sürüklenmemizin sebebi, işlerimize Rızai İlahiyi katmaktan imtina etmemiz, hakkı üstün tutmamamız, hukuku önemsememiz, hırs ve tama ile olaylara yaklaşmamız gibi bencil duygular ise, yanarım,yanarım, elimizden kaçırdıklarımıza yanarım, vah ki yanarım.