28 ŞUBAT POSTMODERN DARBESİ VE BATI ÇALIŞMA GRUBU!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü yazımızda, 28 Şubat’ta yaşanan ve yaşatılanlara dair, bir kesit mahiyetinde bazı önemli noktalara değinerek sizlerle hasb-i hal etmiştik...

Bugün de dünden devam diyerek, yaşanan bazı ilginç ama somut olayları deşifre ederek sizle paylaşmak istiyorum...

Tabi salt, 28 şubat değildir bizim meramımız..

Ki 28 Şubat öncesi nice darbeler, vesayet üreten, adımlar atıldı?

Nitekim 28 şubat sonrasında, aynı senaryolar tatbik edildi...

Onun için; resmi büyük bir çerçevede görmek ve okumak lazım...

Tek kelimeyle özetlemek gerekirse;

Darbelerin planları, vesayetçi anlayışın ana hedefi hep İslam düşmanlığı olmuştur..

İslam üzerinden, millet düşmanlığı...

Tarih düşmanlığı...

Kültür düşmanlığı..

Bir asırdan beridir, “dış orijinli” şer yapılar bu kulvarda, hep karanlık dehlizler, yaratmaya çalışmıştır..

Hatırlarsak, 28 Şubat’ın nam-ı diğeri neydi?.

Batı Çalışma Grubu..

Yani, BÇG..

Ki bu isim bile onları “bariz bir şekilde” ele vermektedir...

İşte bu “Batı Çalışma Köle Grubu”nun ana hedefi; milleti batıya köleleştirmektir, haçlılara hizmetkâr yapmaktır..

Sömürülen bir yem gibi batı emperyalizmine peşkeş ettirmekti istekleri...

Bu istek ve hedef yalnız bugüne münhasır değildir...

Tarihi geçmişe dayalıdır..

1800’lü yıllara uzanıyor...

Fitili ateşleyen, Mısır’ı sömürgelerine alan Fransız Siyonizm’i ve İngiltere haçlı ittifakı olmuştur...

Mısır, onlar için büyük bir hedefti.

Ama o projeyi peyderpey gerçekleştirdiler..

Piyon, kukla yönetimler oluşturdular...

Tıpkı Nasır’lar gibi, Hüsnü Mübarekler gibi, bugünkü soysuz Sisi gibi...

Bunlar tamamıyla batı dünyasının nam-ı hesabına ülkeleri yönetmişlerdir..

Talim ve terbiyelerini oradan almışlardır.

Peş peşe yayılan bu anlayış, bir dönem sonra yüzünü Türkiye’ye çevirdi...

Başta Tanzimat Fermanı dahil olmak üzere tek kelimeyle İslam’ı yok etme pazarlığı içerisine girdiler..

Ve içimizdeki her ne kadar ismi Ahmet, Mehmet, Celal, Cemal ne idiyse bunların hepsi aynı o Mısır’ın köleleri gibi ne yazık ki kahraman ve kutsal Türk Silahlı Kuvvetlerinin bünyesine kendilerini sızdırabilmişlerdir.

O mücahit Mehmetçik unvanını taşıyan kahraman ordunun şeref ve haysiyetini kullanabilmişlerdir.

Bu gölgede, o apoletleri omuzlarında taşıyabilmişlerdir...

Rütbe almışlardır...

Oysaki Türk Silahlı Kuvvetleri milleti ne ise o da aynıdır.

Milletin bağrından çıkmıştır...

Tarihi Osmanlı toplumunun birer kahraman evlatlarıdırlar..

Savaşçı bir ordudur.

Gözünü kırpmadan batı emperyalizmine karşı tarih boyunca “Allah-û Ekber” nidalarıyla savaşan bir kurumdur.

Ama ne yazık ki neidüğü belirsiz, devşirme, Selanik dönmeleri isim değiştirerek, unvan değiştirerek, bu milletin içerisine sızarak, “ihanet ve şer yapıları” organize etmişlerdir...

Hatta Osmanlı ordusundan başlayarak bugünkü Türk ordusuna kadar sızabilmişlerdir.

Yaşar Büyükanıt, Çetin Doğan, Çevik Bir, İsmail Hakkı Karadayı gibi…

Bugün bile zihniyetlerini idame etmenin gayreti içerisinde bulunuyorlar...

Oysaki İslam’ın ana gerçeği ve temel hedefi iki kavramdır.

Birisi maruf, diğeri münker kavramıdır.

Maruf; Allah’ın İslam literatürüne emir olarak koyduklarıdır..

Bu emirlerin yerine getirilmesidir...

İslam’ın ana gerçekleridir, olmazsa olmazdır.

Diğer kavram ise münkerdir.

Münker de; Allahû Teâlâ’nın İslam adına yasakladığı ve nehyettiği şerri ifade eden semboldür.

Şöyle ki şer temsilcileri ne kadar varsa, onların unvanları, adresleri münkerden geliyor...

Onları palazlandırandır münker kavramı..

Ki Münker de kesinlikle İslam dışı bir harekettir.

Bundandır ki İslamiyet’i istemediler ve istemiyorlar.

Bilakis İslam’a “irtica” yaftası yapıştırdılar.

Böylesine bir çalışma şekli de ihanet ve hıyanet kulvarında faaliyet sergiler..

Oysaki gerçekten memleketi kurtarma adına yola çıkan birileri varsa, Türkiye’de bulunan ne kadar inhiraf, tebdil, tahrif ve kötülüklerden sakınılması gerekir...

Ki bu da emr-i maruf demektir...

Ve yasaklanan şeyler de nehy-i münker demektir...

Ancak ne var ki böylesine kirli projelerle Müslümanların dinini onlara unutturmak için cehl-i mutlakı, sapıkların sapıtmışlığını millete enjekte etmeye çalışmak ve milletin tarihine, kültürüne, dinine, imanına karşı edepsizce hareket etmek..

Bu da hiçbir zaman millet tarafından kabul görmemiştir ve daima elinin tersiyle itmiştir..

Yeri ve zamanı da gelince; yüzlerine tükürmüşlerdir.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Onların içinde başkomutan olarak darbenin lideri durumunda olan İsmail Hakkı Karadayı...

Karadayı, yıllar öncesinde Kenan Evren’in emir subayı idi..

Kurmay Albaydı...

Paşalığa yükseldi...

Türk Silahlı Kuvvetinin en tepe ismi oldu...

Ancak, Paşalık unvanını ve misyonunu arka plana atarak tam manasıyla maşalık görevini yürüttü...

Bakınız bir hatırlatma yapayım..

İsmail Hakkı Karadayı Erbakan’a şöyle demişti...

“Biz senin elini tutmayız, Atatürk düşmanlarının elini tutmayacağız.”

Her ne kadar Erbakan Başbakan olduğu halde savunmasını yaparak “Biz Atatürk’ün düşmanı değiliz” demişti.

Buna rağmen geçerli olmamıştı cevabı...

Ne demişlerdi...

“28 Şubat bin yıl sürecektir.”

Ancak tüm kirli emelleri kursaklarında kaldı..

Hiçbir şey de yapamadılar...

O günkü ihanetlerden birkaç örnek getirelim.

Eski Başbakanlardan Tansu Çiller, Refah-Yol hükümeti döneminde Erbakan’ın Başbakan yardımcısı olarak şunu söylüyordu;

“Önce Demirel, sonra Yılmaz’dan mesaj geldi.

Tehdit edildim.”

28 Şubat’ın yıktığı Refah-Yol’un koalisyon ortağı olan Tansu Çiller, o süreçte gelen uyarı ve tehditleri şöyle anlatıyor...

 “(İpim cebimde) dedim.

Cumhurbaşkanı Demirel bana ve Erbakan’a “asker ayakta” şeklinde mesajlar iletti.

Hatta tehditler öyle boyutlara geldi ki evlatlarım, ailem hedefteydi.

Dedim ki siz ne yaparsanız yapın, ipim benim cebimdedir.

İstediğim an cebimden çıkarıp boynuma asabilirim.

Bana subayların omuzlarını gösterdiler.

Erbakan’ın istifasından sonra Mesut Yılmaz geldi yanıma.

“Ben Başbakan olmayabilirim, sen olabilirsin” dedi.

Kim istiyor koalisyonumuzu diye sorduğumda omuzlarını gösterdi, yani apoletlerin sahipleri bunu istiyor dedi.

Ben kulak asmadım, elimin tersiyle tersledim onları.”

Tüm bunlara rağmen, Türkiye böylesine manzaraları yaşadı.

Hıyanet erbapları nerde varsa, ihanet şebekeleri, kesinlikle darbelerin baş müteşebbisleridir..

Çünkü onlar sahte kahramanlardır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki yaptıkları ihanetler, gönderdiği bürokratlar veyahut önemli bazı akademisyenlerin yarattığı tahribatlar, en vahşi yönetimlerde bile yaşanmadı?

Tarihimize, kültürümüze mal olmuş bir örnekle yola çıkarsak aynen şöyle deriz:

“Gündüz külahlı, gece silahlıydılar...”

Dün olduğu gibi bugün de diyorum ki...

Onlar her ne kadar terör odaklarıyla güpegündüz sohbet ederlerse ve terör örgütleriyle işbirliği içinde olsalar bile...

 “Tavşana kaç, tazıya tut” misali hareket etmiş olsalar bile..

Bu millet uyanıktır, zerre kadar onlara kulak vermez...

Ki artık onlara abı-hayat da tanımaz!?.

En derin saygı ve sevgilerimle.