3 SAC AYAĞI ÜZERİNE İNŞA EDİLMEKTE OLAN BİR TÜRKİYE!? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre bir haftadan beri Başkan Erdoğan şu üç ana temel üzerinde duruyor..

Ekonomi..

Hukuk..

Ve Demokrasi...

Israrla bunları Türkiye’de gerçekleştireceğine dair söz veriyor.

Doğrusu, bu çıkışlarla kamu vicdanını rahatlatarak, ümitlendiriyor.

Ne diyor?..

“Ekonomide, hukukta ve demokraside seferberlik..”

Cumhurbaşkanı Erdoğan; bu minvalde çok önemli reformlara hazırlandıklarını söylüyor..

Ve bunu da, tüm dünya kamuoyuna ilan ediyor.

Partisinin Kars ve Karaman İl kongrelerine video konferans sistemiyle gerçekleştirdiği katılımda, gür bir sesle “yepyeni bir Türkiye’yi” işaret etti..

Olmazsa olmazı olan üç ana temeli yerine oturtarak "İstikrarlı bir Türkiye’yi hedefliyoruz" dedi..

Sayın Cumhurbaşkanımızı can-ı gönülden tebrik ediyoruz…

Allah razı olsun diyoruz,,.

Bize göre bu seferberlik mücadelesinde geç bile kalınmıştır.

Ama herşeye rağmen denir ya “zararın neresinden dönersen kârdır…”

Bu minvalde yola çıkarsak, yapılacak ve yapılması hedeflenenleri çok önemli bir aşama olarak telakki ediyoruz.

Çünkü, Türkiye’yi her alanda geride bırakan, herhangi bir kalkınmaya, yeniliğe, hareketliliğe yönelik ileriye dönük adım atılmamasının temel sebebi bize göre bu üç ana unsurdur...

Zira bir ülkenin ekonomisi olmadığı takdirde, o ülke hangi bağımsızlıktan, hangi huzurdan, hangi inançtan bahsedebilir ki...

Aynı paralelde milli ve yerli malı olmayan bir hukukun ve hukukun üstünlüğünün neresinden dem vurulabilinir ki?

Hele ki, mevcut yargılama şekli, bize göre tümüyle olmasa bile çoğunluğu hiçbir şekilde hukukun üstünlüğüne, insan temel hak ve özgürlüğüne dayalı bir gerçeği ortaya koymuyor..

Hali hazırdaki demokraside; bir namuslu vatandaş, iş hayatında ne kadar namusluca davranıyorsa davransın, namussuzlar kadar şansı yoktur.

Zira ne kadar demokrasinin kapısını çalma hürriyeti varsa, o kadar namussuz olan, demokrasiyi tanımayan insanlarında aynı paralelde ona da demokrasinin kapısı sonuna kadar açık tutuluyor!…

Oysaki demokrasi, hiçbir zaman çifte standartlığı kabul etmez!…

Tek standardı vardır.

O da hakka, hakkaniyete, hukuka dayalı bir simgedir, bir gerçektir, bir namusluluktur.

Ama madalyonun ters yüzüne bakıldığında, ülkemizde özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da, pek tabi ki öncelikle Diyarbakır’ımızda öylesine olaylara rastlıyoruz ki affedersiniz namussuz insanların çalışma alanları, namuslu insanların çalışma alanlarından daha geniştir.

Bunun örneğini de verebiliriz, ama öncelikle bu mukayeseyi yapalım...

Sonra örneği veririz...

Şöyle ki...

“Ekonomide, hukukta ve demokraside yeni bir seferberliğe başlıyoruz” diyen Cumhurbaşkanı, çok halisane bir niyetle bu sözleri söylediği halde, ne çare ki ekonomiksel hayat çok hantal yürüyor.

Devletin birçok kurum ve kuruluşlarında bürokratik engellerin bahanesiyle ne yazık ki işlerin yüzde 70’i geri plana bırakılıyor.

Vatandaş bir yatırım yapmak istiyor.

İnşaat sektörüne giriyor, karşısına belediyeler kanunu çıkıyor.

O vatandaşın arsaları üzerine adeta ipotek konuluyor, yüzde 50’si vatandaşın elinden alınıyor.

Arsanın kalan yüzde 50’si üzerine imar planı gerçekleştiriliyor.

Ama aylarca, senelerce sürdükten sonra bu iş ancak gerçekleştiriliyor.

Madalyonun diğer yüzüne baktığımız zaman da hani diyorlar ya “Görünen köy kılavuz istemez...”

Bu coğrafyamızda zorba ve ceberuti feodal yapının, birçok namuslu vatandaşın malları üzerine kurdukları hegemonyanın paralelinde tehdit, şantaj ve zorbalık kol geziyor.

Devletin arazilerinin, yani hazine malı olan arsaların üzerine konuyor, ev yapıyor, ağaç dikiyor ve bahçe yapıyor.

Devlet, TOKİ vasıtasıyla o arazileri ihale yoluyla sattığı halde, adam ihale yoluyla alamadığı veyahut girme şansını yakalayamadığı halde, vatandaşın devletten satın aldığı arazinin üzerine çörekleniyor..

Yasadışı, hukuksuzca!…

Ve çıkıp diyor ki; “bu arsanın zilyedi bana aittir…”

Sonra, yıllarca bunu sürdürüyor ve yetkili belediyelerden ve kaymakamlıklardan da ne yazık ki; "çıt" diye bir ses çıkmıyor.

İş orman kanuna dönüşüyor…

Mülk sahibi ile mülkün üzerine cebren konan insanlar arasında; "çatışma" çıkıyor…

Ki, nice nice cinayetler işleniyor, adamlar ölüyor…

Bir çok vaka var...

Ama, hiç kimsenin de umurunda değil…

Buna rağmen, sayın Cumhurbaşkanımız iyi niyetlerini besleyerek “ekonomide istikrar, hukukta reform, demokrasiyi yeniden şekillendiriyoruz” demedi sevindiricidir..

Elbette ki bunlar güzel şeyler.

Ancak fiiliyata dönüşmesi lazım...

Çünkü, uygulanmakta olan hal, Cumhurbaşkanının sözlerini sadece söylemde bırakıyor.

Yargı mercilerine bir bakın.

Antidemokratik hukuksuzlukların varlığı diz boyu.

“Git derdini, şikayetini Marko Paşa’ya anlat” misali.

Kimi kime şikâyet ediyorsun ki?

Şablonlaştırılmış kararlar, iş mahkemelerindeki çapulcu anlayışla “işçilerin hakkını savunuyorum” diyen nice avukatlar var.

Özellikle de Diyarbakır Barosuna bağlı öylesine avukatlar var ki işçinin paralarını zimmetine geçiriyor?..

İşçiye bir kuruş göstermiyor…

Hesap soran da yok!…

Duruşmaya, mahkemeye katılması gerekirken yazı yazıyor “covid-19 mazereti” beyanında bulunuyor.

Oysaki aslı astarı yok.

Oyalama taktiği..

Her ne kadar karşı tarafın avukatları “biz mazereti kabul etmiyoruz, dosyada herhangi bir rapor bulunmadığı için bu aldatmacadan ibarettir, mazeret değildir” diyor ise de...

Yargıçlarımız dosyada mazeret isteyen tarafın herhangi bir raporuna rastlanmamasına rağmen, mazereti kabul ediyor..

Ki gayesi, karşı taraf zaman kazansın.

Bunlar, yargıdaki mekanizmanın antidemokratik işleyişinde, deveden kulak bile değildir.

* * *

Sevgili dostlar...

Sonuç itibariyle; vatandaş “iki yönlü” bir kıskacın içerisinde kalıyor..

Ekonomiksel yaşamda olan çukur gibi pislikler gırtlağa dayandı!,…

Faizden, tefecilikten tutun da işin sürüncemeye bırakılmasına kadar, büyük fitnelerin meydana gelmesine neden olunuyor.?

Buna rağmen yaralı parmağa herhangi bir merhem kimse olmuyor, bulmuyor.

Herkes rahat koltukta oturup “vatandaşın canı çıksın” misaliyle yola çıkıyor.

Ki aynen de öyledir.

Esprili bir örnek getirmek istiyorum…

Mesela geçenlerde sosyal medyada, yazılı ve görsel medyalarımızda bir sahte rakının ortaya çıkmış olması sözü vardı.

Ve medyada bu dolaştırılıyordu.

“Şu kadar şişe sahte rakı yakalandı, şu kadar insan sahte rakıyı içerken öldü...”

Vaziyet, insanı güldüren mizahi bir durum…

Yani rakının hakikisi, sahtesi nasıl oluyor?

Rakının kendisi zaten necistir, pisliktir, hastalıklara da temel nedendir?.

Sahtesi nasıl olacak?

Zira Kur’an içkinin varlığını kabul etmiyor ve nerede kaldı ki sahtesini kabul etsin.

Bu da belediyelere ve kaymakamlıklara düşüyor ki bu tür kirli oyunlar oynanmasın.

Ama derdini kime anlatacaksın?..

En derin saygı ve sevgilerimle...