Görüş Bildir

ADALET, HAYATIN TEMEL NİZAMIDIR!?

Evet, sevgili okurlar..

Dünkü sohbetimizde sizinle yapmış olduğumuz hasbıhalde, güncel olayları irdelerken, yazımıza başlık olarak şu ifadeyi kullanmıştık..

 “Milli istikamet, milli istikrar eşittir milli adalettir...”

Ve özetle şu yorumda bulunmuştuk..

“Devletlerin, insanların sosyal dengelerini koruma şekli ve istikameti, adaletin varlığıyla gerçekleşebilir.

Adalet, tüm varlıkların temel nizamıdır.”

Bugün de aynı paralelde, sohbetimizi koyulaştırmak istiyorum...

***

Bilindiği gibi kültürümüze mal olmuş Hz. Ömer’in (r.a) temel felsefesi durumunda olan, vecize bir söz var...

“El adlû esasûl mülki..”

Yani, “Adalet mülkün temelidir..”

Bu veciz söz, sohbetimize konu ettiğimiz hakikatleri “tescillendirdiği” gibi, sorunların çözümünde de yol göstericidir!...

İster birey..

İster toplum.

İster devlet..

Ve isterseniz yönetimleri elinde tutan otoriteler olsun...

“Varlık omurgaları” Adalet’e dayalıdır...

Eğer ki;

Bu görüşe sahip değilse, aksi istikamette yol yürüyorsa; “baki” olamaz...

Uzun ömürlü olmaz..

Adil hiç olamaz...

Kısacası hiçbir devlet, hiçbir hükümet, hiçbir ideoloji uzun ömürlü olamaz...

Zira toplum ona sahip çıkmaz.

Toplumun sahip çıkmadığı bir görüşün de geçerliliği mümkün değildir..

Velev ki toplum, hükümetlerin, siyasilerin ideolojilerine ters düşse bile hüküm onundur.

Siyasi ideolojiler, kamu vicdanını rahatlatmıyor.

Doyurucu değil.

Doyurucu olmamakla beraber, kaygan zemin üzerine kalıyor.

Hal-i durum böyle olunca da, kaygan zeminde yürümek imkânsız olduğu gibi, düşmek de kaçınılmazdır...

Bakınız, sevgili dostlar.

Yıllardan beri bu gazetede, bu sütunlarda, sosyal medyada hep yazıyoruz çiziyoruz.

“Ama kime anlatıyorsun?” sorusuna rağmen devam edeceğiz.

Gerçekten görünen odur ki bugünkü hayat şartları içerisinde iktidarların hükümranlığıyla yönetilen milletler, özellikle Türkiye’mizdeki olup bitenler irdelenirse; “vahim” kirlilikler gün yüzüne çıkar..

Bugünkü hükümeti ve iktidarı kast etmiyorum...

Ki iktidarlar “gelip geçicidir?”..

Benim kastım; mevcut sistemdir..

Yani, müesses nizamdır..

Çünkü bu müesses nizam, dün olduğu gibi bugün de ve hiçbir zaman bu milleti temsil etmemiştir...

Zaten temsil etme gibi bir nizama da sahip değildir..

Onun içindir ki ülke ve millet olarak hep kaygan zeminde yürümekteyiz...

Buzdağı gibi...

Hep erimeye mahkûmdur...

Nitekim, kamuoyunun her daim endişeli olması da bundandır..

Hasılı...

Toplumun, milletin, diğer bir deyimle ümmetin beklentilerine cevap vermiyor; mevcut müesses nizam.!

Toplumun beklentilerine cevap vermeyen bir siyaset, adil olmadığı gibi hukukun temel ilkeleriyle de uyuşmaz!..

Hep, ters düşer...

İllaki adlandırmak veyahut hedefleyip parmak basmak gerekiyorsa mevcut sistemin neresine el atarsanız atın, elinizde kalıyor..

Bu misalle yola çıkarsak…

Devletin çok önemli kurum ve kuruluşlarının bünyesindeki hantal çalışma stilinden tutun da, antidemokratik hukuk dışı uygulamalara kadar, yapılan incelemeler toplumsal görüş ve tespitlere göre elde edilen gerçek “yenir, yutulur” gibi değil.

Yıllardan beri bu siyaset, cumhursuz kurulan bir cumhuriyetin bünyesinde üreme göstermektedir!

Kelime itibariyle cumhuriyetçiliğin mana değeri bir türlü o kılıfa uymamıştır.

Cumhuriyet kelimesi, yapılan uygulamalar sonucunda yerini dolduramamıştır.

Hukukun üstünlüğü çok büyük bir boşluk içerisinde debelenip durmuştur...

Hele hele adalet kelimesi nerdeyse zulmün başına giydirilmiş bir alâmetifarikadır.

Gövdesi, heykeli ise her ne kadar adalet cübbesiyle donatılmışsa da içi boştur.

Zira organizeli suçların varlığı, hele hele toplumun bünyesindeki resmiyet altındaki işlenen suçlar alabildiğine yüksek!.

Ve işlenen suçların karşılığını görmeme hali gerçekten üzücüdür, düşündürücüdür.

Ne dersek diyelim.

Kime anlatırsak anlatalım bu halimizi.

Ne hazindir ki bazı kesimler için havanda su dövmenin ötesine gitmiyor..

Günlük yazılı medyanın sayfalarına, haberlerin başlıklarına bakıldığında, tüyler ürpertici olayların silsilesiyle karşılaşıyorsunuz....

Ve olayların temelinde; “güdümlü siyaset” çıkmaktadır...

Yıllardan beri yapılan siyaset, nasıl bir siyasettir?

Bir meçhuliyeti var...

Nasıl bu milleti temsil etmiş?

Adaletin ve hukukun üstünlüğüne inanan siyaset kervanı nerden geçmiştir?

Belli değil..

Çünkü izi yok.

Geçmişse de izi belli değil.

Hep batıya bağlı kalmıştır...

Tarihi düşmanlara müttefiklik etmiştir..

AB’nin kapısında 50 seneden beri kapıkulu gibi bekleme hali her şeyin tefsiridir..

O düşman kendisinin nerede olduğunu tespit etmekle beraber, ona göre davranıyor.

Ama bizimkiler ne yazık ki “dost kim, düşman kim?” diye bir şey hedeflememişlerdir.

Hedeflememekle beraber, tarifi de yapılmamış.

Tarifsiz olmakla beraber, hep dost ve müttefik olarak inanıp bel bağlanmıştır..

Dedik ya;

Eninde sonunda bir baktık ki havanda su dövmüşüz.

Sıfıra sıfır elde bir şey yok.

* * *

Bakınız, sevgili okurlar.

Dünkü Yeni Şafak Gazetesinin manşetinde şöyle bir haber vardı..

“NATO hiçbir zaman Yanımızda Olmadı

KÂĞITTAN MÜTTEFİK”

“Türkiye, Afganistan’dan Kosova’ya birçok bölgede aktif destek verdiği NATO’yu ihtiyaç duyduğunda yanında göremedi. Hatta Ankara ile Atina arasındaki ihtilaflarda Türkiye’nin karşısında yer aldı. Birçok NATO ülkesi terör örgütü PKK’ya destek veriyor, FETÖ’ye ev sahipliği yapıyor.”

Haberin devamı şöyle;

“Türkiye’nin NATO serüveni Kore Savaşı’nda ABD’nin yanında yer aldıktan sonra 1952’de başladı. Ancak 1962’deki Küba füze krizinde ABD, Rusya ile anlaştıktan sonra Çiğli Hava Üssü’ndeki Jüpiter füzelerini çekip Türkiye’yi savunmasız bıraktı. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda NATO ülkelerinin silah ambargosuna uğradık.”

Özetlemek gerekirse durumumuz bu.

Ama bu da bir gerçektir ki sözün özü ve kısası şudur ki yıllardan beri yapılan siyaset, çoğulcu demokratik parlamenter sistemine dayalı siyaset olmakla beraber, son zamanlarda Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştı.

Yani “söz tek bir ağızdan çıksın” manasını taşıyor.

Ama ne yazık ki bir türlü hedefimizi çizemedik, istiklalimizi sağlayamadık.

İstiklalimiz hiç ama hiç belli değil.

Zira 70 iple bağlıyız.

Hem de NATO adı altında düşmanların ipine bağlıyız.

Yapılan bunca harcama, verilen onca emeğe rağmen bir türlü bağımsızlığını yakalayamadı bu ülke!.

***

Bir de dünkü Diyarbakır SÖZ Gazetesinin manşetine bakalım.

“YAZILIMIN AÇIĞIYLA VURGUN YAPTILAR”

“Diyarbakır'da Banka ATM'sinin yazılımındaki açığı fark edip, 625 bin liralık vurgun gerçekleştirdiler. Hatayı keşfedenlerin 4 inşaat işçisi olduğu belirlenirken, banka yazılımını güncelledi.”

Haber aynen şöyle devam ediyor;

“Olay, geçen hafta, kent merkezinde ATM'lerin bulunduğu caddede meydana geldi. Bankanın 2 ATM'sine para saymaya gelen görevliler, 1'inin haznesindeki parada eksik olduğunu fark etti. Diğer ATM'de yapılan incelemede de aynı eksik olduğunu anlayan çalışanlar, şüphe üzerine inceleme başlattı.”

Evet, 625 bin liralık vurgun.

Dile kolay.

“Başka bankaların kartları ile para çekildiği sırada 'iptal' tuşuna basıldığı, para verme ünitesine yapılan bu müdahale sonucu hesapta para eksilmemesine rağmen ATM'den çıkan tutarın ele geçirildiği tespit edildi. Banka görevlileri, yazılımdaki bu açıkla 10 günde 625 bin 440 TL'lik işlem yapıldığını tespit etti.”

İşte buyurun sevgili okurlar.

Buna gülelim mi ağlayalım mı?

Hani adalet mülkün temeliydi?

Hani demokrasi vardı?

Hani devletin müeyyide durumundaki caydırıcı bir hukuk devletinin varlığı söz konusuydu?

Ama bakıyorsun ki oldukça dökülüyor.

Döküldükçe de dökülüyor.

Sonuç nereye gidiyor bilemiyoruz?

Devamı yarın.

En derin saygı ve sevgilerimle.

 


Bu Makale 3436 kere okunmuştur.