BİZDEN DOSTÇA UYARI!?

Evet, sevgili okurlar.

Bilindiği üzre Türkiye’mizdeki mevcut kangrenleşen problemlere eklenen yeni  problemler ülkeyi sorunlar yığınağına dönüştürürken, bir de ansızın tarihi ve kadim (!) müttefikimiz ve dostumuz (!?) olarak bildiğimiz ABD’den gelen “soykırım” yaftası eklendi...

ABD Başkanı Joe Biden büyük bir iftirada bulunarak, “katil bir Türkiye” olma yaftasıyla suçlamalarda bulundu..

Tarihi bir suçlama.

Bir kez daha ortaya çıkmış oldu ki; yüzyıldan beri müttefik olarak bildiğimiz haçlı emperyalizm hep aleyhimize çalışıyor...

Yani yüzümüze gülümseyen sinsi düşman!...

Yıllar yılı tatlı dille, güzel laflarla, baş okşamalarla, yalakalıklar yaparak, işlerini bu coğrafyada yürütmeye çalışmışlar...

Kuzu postu giymiş kurt misali..

Dışı dost, kalbi ve ruhu düşman!..

Zihinlerinde Türkiye ve İslam’a karşı kin, gayz, nefret vs. ne derseniz deyin mevcuttur.

Tüm bunların varlığı söz konusu iken ...

Denir ya, iki kere iki dört eder gerçeğiyle her şey uluorta cereyan ederken, ne hazindir ki “düşmanı” hep müttefik ve dost görme gibi, bir gaflet ve dalaletin içerisinde bulunmuşuzdur...

Vaziyete söylenecek söz çok, ama görülen lüzum üzerine mi diyelim…

***

Sevgili okurlar...

I. Dünya Savaşından sonra yenik düşen Osmanlının ortadan kaldırılışıyla 1915’te meydana gelen Türkiye’deki, özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki Ermeni isyan ve başkaldırışına “Ermeni Soykırımı-Katliamı” denilip duruluyor..

Böylece Türkiye yıllardan beri katil zanlısı olarak ilan edilmeye çalışılıyor...

Hala da devam ediliyor.

Burada amma velâkin kelimesini kullanmadan geçmek istemiyorum.

Her nedense bir türlü düşmanımızı düşman olarak göremedik veya görmek istemedik, ya da mutlak bir cehalet ve gaflet uykusuna kendimizi kaptırdık...

Böylesine düşmanlara hep müttefik dedik, dost dedik, kapılarında kapıkulu gibi bekledik...

Israrla, ısrarla “el pençe” durarak, bizi AB’ne alsınlar diye.

Ama o kapılar da bir türlü açılmadı.

Beri yandan iftira yaftaları, düzmeceleri de ortadan kaldırılmadı.

Yine de mevcut düzen, mevcut sistem, devrimci inkılâpçı anayasa ilkelerinden gelen bu tür hükümler pençesinden kendimizi kurtaramadık.

İllaki batı dünyası, ABD ve müttefik NATO ve Macron yani Fransa!

Peki, sormazlar mı?

Yahu Allah aşkına bu ne hal?

Adamlar bizi kabul etmiyor.

Etmemekle beraber bizim varlığımıza dolaylı yollarla da olsa göz dikmiş; suikastlarda bulunuyorlar...

Ne hikmetse, dün olduğu gibi bugün bile kimse yaşananların farkında değil, ya da farkında işine geldiği gibi, görmezlikten geliyor...

Her ne kadar, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidarı sürecinde, “birçok maskeler” düşürülmüşse de!...

Ama bir türlü; hakikatlere odaklanılmış değil...

Sinsilikler, içten pazarlıklar kadar, “saman altından su yürüten” faaliyetler de, yine de kendine göre mecra bulmuştur...

İşte, 2011’deki İstanbul Sözleşmesinin imzalanması...

Bu vahim, ucube ve dokumuza uygun olmayan “İstanbul sözleşmesini” bize kabul ettirdiler...

Peki, ettirildi de ne oldu?

Allah’ın her günü aileler arasında nerdeyse katliamlar yaşandı.

Nice yuvalar yıkıldı.

Toplumsal bir ahlaki çürümüşlüğün varlığını kimse inkâr edemez.

Oysaki tüm dünya hukuk literatürlerinin ana ilkesine göre devletin varlık gerekçesi ve temel amacı, temel prensibi, olmazsa olmazı topluma güven sağlamasıdır.

Her yerde güven tesis edilmelidir...

Bu olmazsa devlet, kendi varlığını hükmen de olsa inkâr etmiş sayılır.

Çünkü temel felsefe ve ana ilke; toplumsal huzurdur, güvendir, mutluluktur.

Sonucunda, mutlu ve müreffeh bir toplumun varlığı söz konusu olur...

Nerdeyse nüfusu 83 milyona ulaşan bir ülke olarak ne hazindir ki, en ücra köşesinden tutun da, göbeğinde olan İstanbul’una kadar, payitahtına kadar beklenen ve aranılan huzur sağlanabilinmiş değil..

Huzur yok, güven yok, mutlu ve müreffeh bir Türkiye’nin varlığı ve gülen yüzü, söz konusu değil!?..

Peki, neden?

Bu soruya tek kelimeyle cevap verirsek, yanıtım şu...

İslamsızlıktır.

Nitekim Sekülarist ve Kemalist bir anlayışın hâkimiyeti, toplumsal bir dinden uzaklaştırma halinin deşifresidir.

Ecdadımızın insanlığa getirmiş oldukları medeniyetin çöküşüdür ve onu tanımama hali pür melalimizdir yaşadıklarımız!

* * *

Bakınız, sevgili dostlar.

Gelen giden iktidarlar…

Başta 19 yıldır iktidarda olan AK Partinin ana ilkesi ve temel felsefesi; müreffeh, huzurlu bir Türkiye’nin varlığıdır, mutluluğudur ve ekonomiksel sıkıntılardan tutun da ahlaki çöküntülere kadar bunlarla mücadele etme halidir.

Toplumun önemli kesimi de bu yönde düşünüyor.

Ama ne yazık ki heyhat!

“Görünen köy kılavuz istemez” misali yola çıkarsak, bu söylediklerimizin tam tersine iktidarı destekleyici bir şekilde inanarak kamu vicdanıyla paylaşırsak, inanın ağır vebal taşımış oluruz.

Zira hakkı ve hakkaniyeti görmezlikten gelmiş oluruz ki Allah korusun bu da çok büyük bir vebal teşkil eder...

Hem dünya için, hem ahiret için...

Ki toplumsal tehlikedir de..

AK Partinin varlığı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın devletin başında deneyimli bir devlet adamı olduğuna inanarak yola çıkarsak ki öyledir.

Ama ne yazık ki mevcut yaşam tarzı, hiç de sadra şifa verici değil...

Böylece bizi kanıtlamaz.

Gerek siyasal olsun, gerek sosyal olsun, gerek ekonomiksel olsun, gerek yatırımlara yönelik canlı bir Türkiye’nin varlığı olsun; hiçbir yönde sağlam bir zemine oturtturulmuş bir gerçeği yansıtmıyor...

Denir ya, Allah demiş “kulum doğru söyle.”

Nereye bakarsanız bakın, nereden bakarsanız bakın hal-i durum, dökülüyor.

Hele hele devletin önemli birçok kurum ve kuruluşlarına bakıldığında “neler olmuyor ki?

En güvendiğimiz il ve ilçeleri yöneten makamları ihraz eden bazı bürokratlar bazı önemli kişilerin yaşam tarzına bakıldığında; “vahim” bir durum arz ediyor...

Her ne kadar görünüm güzelse de!.

Resim mükemmeliyeti gösteriyorsa da…

Fiziksel görüntü o biçimse de!.

Ama gel gör ki iş ve işlemi, icraatı yani “iç dünyası” berbat...

Nitekim vatandaş “karşılaştığı” muamelelerden çok şikayetçi...

Günlük ekonomiksel sıkıntıdan çok şikâyetçi…

Huzursuzluktan çok şikâyetçi…

Mutlu ve müreffeh bir hali yaşayacağından ümitsiz…

Kamu vicdanına yerleşen gerçek budur.

Bu halin varlığı bilerek veya bilmeyerek mutlak bir hükmi bir seçim propagandasıdır.

Hem de muhalefet lehine yapılan hükmi ve manevi bir seçim propagandasıdır.

Sayın Cumhurbaşkanı bu görünen görüntüleri görmüyor mu?

Görüyor da görmezlikten mi geliyor yoksa sabırla mı bekliyor?

Sohbetimize başlık olarak kullandığımız; “BİZDEN DOSTÇA UYARI!?” ifadesi sıradan bir ifade değildir.

Zira hani diyorlar ya;

“Dost acı söyler..”

Bizimkisi de böyle bir serzeniştir...

Türkiye genelinde olmasa dahi ki vardır.

Ama Güneydoğu Anadolu’da özellikle Diyarbakır’ımızda önemli bazı resmi kurumlarda, ister Valilikler olsun, ister bazı kaymakamlıklar olsun…

Yasama yani siyaset, yürütme yani idari merciler ve yargı…

Tümüyle olmamakla beraber elbette ki aynı kurumların ve aynı kuruluşların bünyesinde çok değerli zevat vardır.

İnkâr edilemez.

Memleketine, devletine, milletine bağlı ve canhiraşane çalışan yöneticilerimiz vardır.

Kaymakamlarımız vardır.

Vali ve Vali yardımcılarımız vardır.

Ama ağlabi (çoğunluk) hüküm bu saydıklarımız azınlıkta kalıyor.

Devlet dairelerinin birçoğunun hatta piyasadaki tarihi HDP tandanslı kimselerin devletin kilit noktalarında aktif bir şekilde faaliyet gösteriyor olmaları ayrı bir garabet!..

Ve tüm hayatıyla iktidar partisine yanlı olarak bilinenlerin birçoğu iktidarın lehine değil, iktidarın tam aleyhine halkı her gün biraz daha hükümetten, iktidardan soğutma faaliyetleri içerisindeler..

Hem de çok aktif bir şekilde çalışıyorlar.

Esnaf, tüccar, işadamları, işverenler…

Her ne ise ekonomiksel hayatlarıyla oynanıyor ve sakıncalı gözle bakılıyor...

Ama işini iş eden, hayatı boyunca PKK ve KCK çizgilerinden zerre kadar taviz vermeyen insanlar da ne yazık ki önemli bazı yerlerde işbaşında, sahipleniliyorlar...

Ve vatandaşı iktidardan soğutma hallerini yaşatıyorlar..

Bunu da buraya yazarken, rastgele yazmıyoruz.

Belge ve bilgiler mevcuttur elimizde.

Gerekirse isimlendirerek deşifre de edebiliriz.

Ama burada dostça uyarı olarak söylüyoruz.

Özellikle büyük devlet adamı Cumhurbaşkanımızın zat-ı devletlerine ithafen diyoruz ki;

Sayın Cumhurbaşkanımız!

Lütfen, her zaman söylüyoruz.

Bize inanıyorsunuz, inanmıyorsunuz, o ayrı mesele.

Ama görünen gerçek orta yerde…

Halk, her gün biraz daha büyük gruplar halinde iktidarınızdan uzaklaştırılmak isteniyor.

Varlığınız, çalışma şekliniz ve aktifliğiniz milletin gözünden düşürülmek isteniyor.

Özellikle bir de İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu’nun ne kadar değerli bir devlet adamı olduğunu gençliğinden beri biliyorum.

Deneyimli, tecrübeli bir bürokrat…

Milliyetçi, inancıyla yaşayan, saygıdeğer bir insan olduğundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Amma velâkin.

Bölgeye gönderdiği bazı zevatları yeniden gözden geçirmesi gerekiyor..

Çok yanlış işlemler yapılıyor.

Bunu da dostça bir uyarı olarak kabul buyurmalarını istiyorum.

Bir de gönül arzu ediyordu ki objektif, sağlam, inancına ve milliyetçiliğine bağlı kişileri denetlemek üzere bazı yerleri denetlemeye tabi tutsalar ne güzel olur?

İnanıyoruz ki bu söylediklerimiz tüm çıplaklığıyla ortaya çıkacaktır.

Bu sadece Diyarbakır’ımıza özel değil.

Bölgemizin, yani Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun hal-i pür melali orta yerdedir.

Hükmen ve zımnen gerçekleşen uygulamalarla, devlet imkânlarıyla HDP propagandası yapılıyor dersek, yerli yerinde bir ifadedir..

Bizden dost uyarısı!...

En derin saygı ve sevgilerimle.

HAYIRLI CUMALAR.