BU HAL MUHAL YA YENİ HAL YA DA İZMİHLAL!? (III)

Sevgili dostlar…

Dedik ya yaşanmakta olan hal, bu ülkenin ve bu milletin sırtlayıp, taşıyabildiği hal değildir... Zira her şeyden evvel toplumun inandığı bir akideye, bir dine, ilahi kitabımız olan Kuran-ı Kerim’in temel amacına hizmet etmiyor... Ana hedefleri taşımadığı gibi, zıddı istikamette yol alıyor… Yani ne millidir, ne yerlidir ve ne de dini muhtevaya sahiptir? Onun için de diyoruz ki; “Ya yeni hal, ya da izmihlal…”

***

Çözüm, çıkış ve şifa bulabileceğimiz reçetemiz belli! O da inandığımız, iman ettiğimiz ilahi kitabımız olan Kur’an-ı Kerim’dir… Bin dört yüz yıllık ömre sahip, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak inmiş olan bu ilahi kitap, 6236 Ayetten oluşturmaktadır... 114 sureyi içeriyor… Her kelimesi ve her cümlesi ebedi ile fani dünyayı büyük bir ittifakla, inci taneleri gibi tespit ederek, aktarmıştır…

***

Zira Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır… Cebrail-i Emin vasıtasıyla, Peygamberimizin kalbi üzerine vahiy yoluyla tevdi edilmiştir.. Hal bu iken inanmış bir millet olarak, yeryüzündeki tüm insanlığı nurlandıran Kur’an’a inanarak boyun eğmemiz gerekmez mi? Elbette ki gerekli…  Her ayetin, her surenin hükmünü birer emir olarak telakki edip, uymamız gerekir. İyiyi, güzeli, vicdani ve rahmani olanı uygulamalıyız. Kötüyü, çirkini, vicdani ve rahmani olmayanı da yasaklamalıyız, ondan uzak durmalıyız!

***

Bu duruş, sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel! Kısacası yaşamın her evresi için, bu hali ikmal etmeliyiz... İslam dinine mensup olan inanan ümmetin her ferdine düşen temel görev ve sorumluluktur... Herkes için vebal içermektedir, boynunun borcudur… Neye mal olursa olsun, bu bayrağı hiçbir zaman, indirmemesi gerekir… Ki canına mal olsa bile...

***

Eğer ki millet bu mukaddes kitabın emirlerine uymuyorsa, yasaklarından kendini uzak tutmuyorsa, akidesi kalmamışsa, demek ki “ümmet şiarını” kaybetmiştir... O ümmetin içerisindeki milletler, cemaatler, ırklar, toplumlar, aileler ve bireyler arasında “fersah fersah” bölünme, parçalanma, şiddet vardır… İşte bu hali, Kur’an hiçbir şekilde, kabul etmez! Peygamber Efendimiz ise hiç kabul etmez! Bu hal gösteriyor ki yanlış bir yoldayız?

***

Önceki yazılarımda da aktarmıştım.. Bir kez daha aktarıp, hafızaları tazelemek istiyorum... Maide suresinin 44, 45 ve 47. Ayetleri...

Bakınız ayetler, bize nasıl da sesleniyor?

Ayet 44… Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.

Ayet 45… Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.

Ayet 47… Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.”

***

Bakınız, Yüce yaradandan gelen bu ilahi emir ve uyarı, tüm insanlığa hitap ediyor… Ve de uyarıyor... Hele ki kainatın efendisi, son Peygamber Hz. Muhammed (S.A.V)’e inanan bir toplum olarak bizlerin, illaki bu ayetlere uymak zorunda olduğumuzu bilmemiz gerekir... Bu ayetlerin uyarılarına boyun eğmeliyiz, secdeye kapanmalıyız.

***

Nisa suresinin 65. Ayeti… Bu ayet-i kerime de, bizleri uyarıyor... Ve diyor ki; “Hayır! Rabbine andolsun ki onlar, aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olmazlar.”

***

Demek ki Kur’an’ın hükümlerine inanmak gerek ve uymak lazım. Sadece yüzeysel olarak “bu kutsal bir kitaptır” diyerek odaların başköşesine, ya da raflara kaldırmak ve duvarlara asmak muteber değildir. Salt, ölülerin üzerine ya da Cuma günleri okuyalım, mezarlıklarda okuyalım diye bakılmamalı, böyle düşünülmemeli… Kur’an böylesi bir anlayışın varlığı için inmemiştir.

***

Yapılması gereken açıktır.. Ona uymak lazım, onunla amel etmek lazım, onunla yaşamak lazım ve de onu okumak lazım! İnsanlığı dosdoğru yola sevk etmek, üstün bir hayat, inançlı bir yaşam ve hem ahretini hem de dünyasını kurtaracak şekilde misyonla yaşayıp o misyonu da aksiyona çevirmek temel görev ve sorumluluğumuzdur…

***

Her zaman söylüyoruz... Ki az önce değindiğim Nisa suresinin 65. Ayeti de bizi uyarıyor. Her zaman da dilimizin döndüğü, kalemimizin yazdığı kadarıyla söylemeye devam edeceğiz ve de uyaracağız… Ama ne yazık ki “kime söylersin?” misali bir hal-i durumun içerisindeyiz… Onun için de, ülke ve millet olarak sürekli “belalardan, badirelerden” kurtulamıyoruz?

***

 

Bakınız, Yasin suresinin 70. Ayeti…

Mealen şöyle buyuruyor;

“(Aklen ve fikren) diri olanları uyarması ve kâfirler hakkındaki o sözün (azabın) gerçekleşmesi için Kur’an’ı indirdik.”

***

Bakınız, Kur’an nasıl da bizi uyarıyor, nasıl bize sırat-ı müstakim yolunu gösteriyor ve bize önderlik yapıyor… Onun için, imansızlık ve küfrün çukurlu bataklığına düşmeyelim. Bizi ahiret azabından ve dünya musibetlerinden koruyan ve kollayan tek ilahi kudret Kur’an’dır…

 

***

Peki, bize ne oluyor da kulaklarımızı tıkarcasına Kur’an’ın sözünü dinlemiyoruz, okumuyoruz, hatta okumak da istemiyoruz... Vahim bir tembellik içerisinde, boş vermişliği yaşıyoruz? Sürekli nedamet çekiyoruz… Hem de şiddetli nedamet.  Lakin pişmanlığımıza rağmen “balık hafızasına” sahip bir akılla dönüp, dolaşıyoruz yine küfrün batağına bile bile kendimizi atıyoruz?

***

Netice itibariyle diyorum ki…

Mademki Kur’an aramızdadır... Mademki Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak gelmiştir… Mademki biz de iman etmişiz. O zaman yapmamız gereken, iman ettiğimiz Kur’an-ı Kerimin hükümleri doğrultusunda hayatımızı dizayn etmemiz gerekir... Peygamber efendimizin de rehberliğinde, yekûn şekilde iman şuurunu kalbimize yerleştirmemiz lazım ve onunla amel etmemiz lazım… Vicdanımıza ve beynimize yerleştirelim ki onunla ters düşmeyelim.

***

Aksi takdirde Kur’an bizi dergâhından atar… Toplum olarak derbeder oluruz… Küfür dünyasına, haçlı emperyalizme mahkûm olmaktan kendimizi kurtaramayız… Bizden söylemesi. Kur’an bu hususta bizi şiddetle uyarıyor ve hatırlatıyor; “Sırat-ı müstakim budur, bununla yürüyün” diyor.  İşte bundan dolayı da diyorum ki hal bu iken yaşadığımız hal iyi bir hal değildir?

En derin saygı ve sevgilerimle.