BU HAL ÜLKEYİ NEREYE GÖTÜRÜYOR?! (III)

Dünden devamla sohbet serimizin üçüncü günündeyiz! Evet, “Bu hal-i durum, ülkeyi hiç kuşkusuz ki bu milleti nereye götürüyor” başlığı altındaki soruyu günlerdir irdeleyip, sorguluyorsak da ne yazık ki yanıt bulamıyoruz... Zira, meçhuller var... Lakin Batı dünyası bunu çok iyi biliyor… Çünkü “tezgâh onların” tezgâhı. Kirli, sinsi, zehirleyici ve de asimile edici bir tezgâh ve tuzaktır... Batı Dünyasının 1,5 asırdır devreye soktuğu, “İslam dünyasını yıkma projesidir!”

***

Tarih sayfalarını çevirdiğimizde, Siyonizm’in, Emperyalizmin ve Haçlıların hayata geçirdikleri projenin, İslam ülkeleri üzerinde nasıl da büyük yıkımlara neden olduğunu görüyoruz! Çünkü bu tuzağa düşen toplumlar, projenin uygulayıcılarına köle olmaktadırlar... Bu projenin tek gayesi ve ana hedefi, İslam dünyasında kardeşi kardeşe kırdırmak olduğu gibi, “asimilasyonla” inancından, değerlerinden, tarihinden, kültüründen ve medeniyetinden uzaklaştırmaktır, sırt çevirmelerini sağlamaktır…

***

Ki yaşanan hal orta yerdedir! İslam dünyasının hepsi bu kirli tuzağın içerisinde inim inim inlemektedir... İşte Ortadoğu’nun hali, işte İslam bayrağını taşıyan ülkelerin bilaistisna hepsinin hali... Büyük bir savaşın, kargaşanın, şiddetin ve terörün kıskacı içerisinde bulunuyor... Ölen de Allahû Ekber diyor, öldüren de Allahû Ekber diyor... Tüm bu kıyameti kopartan hadiselerin kimin nam-ı hesabına yapıldığına baktığımızda, tamamen Batı dünyasına “köle olmanın” ve de “onları daha bir zengin etmenin” gafletinde görüyoruz!

***

Biz, Batı dünyasının “teknolojisine” sarılıp, kendimizi geliştirmemiz gerekirken! Ne yazık ki, “sarılma yerine sarsılır” olduk… Çünkü, Batının teknolojisine, dijital gelişimine değil, tamamen “ahlakına, yaşam biçimine, kültürüne” odaklanıp kendi değerlerimizi geri plana attık… Toplumda yasaklanması gereken, toplumu ahlaki çürümüşlüğe sürükleyen gayriahlaki ne varsa hepsi, “Batılılaşma” adı altında, meşrulaştırıldı… Bu meşrulaştırılma da toplumu manen köle haline getirdi…

***

Toplumun geçmişe yönelik kültürü ve tarihi orta yerdedir. Kahraman ecdatların aktif faaliyetleri tarih sayfalarında altın harflerle yazılmıştır. Bunları kimse inkâr edemez. Amma velâkin cumhuriyetin kuruluşundan bugüne dek hep “yalan söyleyen tarihle” uyutulduk... Parlak ve makyajlı sözlerle aldatıldık... Nice isimler “kahraman olarak” gösterildi? Nice nesnelere kurtarıcı kimliği verildi? Ama heyhat bakıyor ve görüyorsun ki; “hiç de öyle bir şey değillermiş?”

***

Çünkü ne ülke insanına ne de coğrafyaya kazandırılan bir şey yok!.. Her şey solda sıfır misali... Ki solda sıfır olunca, hiçbir kıymet-i harbiyesi de kalmıyor… Türkiye dahil, İslam dünyasının hal-i pür melali, şu an böyle bir istikamette! Ne dedik, teknolojisi yok, harp silahları üretip dünyaya satabilecek bir silah fabrikasına bile sahip değiliz? Ülkeyi yönetenler de “gün oğlu siyasetiyle” her dönem, günlerini gün etmişlerdir… Ama topluma ve ülkeye bir şey verebilmiş değillerdir?

***

İcraatları, vesayet odaklı! Ancak baskıcı ve dayatmacı zorba bir halle milleti “değerlerinden” uzaklaştırmaktır... Maddi ve manevi yönde adeta sömürmektir... Halkın alın terinden dökülenleri acımasız bir şekilde, vergiler adı altında gasp eden iktidarlar, bu bütçeyle hayatlarını idame ediyorlar... Zevk-ü sefa içerisinde… Oysaki devletin işleyiş ruhunda “ekonomik kalkınma, gelişme ve büyüme” olmalıdır... Devlet öyle bir fırsat vermelidir ki millete teknolojiyi o biçim icra etmelidir... Yatırımları o biçim yapmalıdır… Ki herkes kendi gücü dahilinde bugünkü Avrupa teknolojisine karşı meydan okuyabilsin… Ama heyhat! Hiçbir şey yok.

***

ZENGİNLİKLERİMİZE SIRTIMIZI DÖNÜYORUZ?

Bakınız, sevgili dostlar.

Geçenlerde de yazmıştım. Duyumlarımıza göre Diyarbakır’ın Karacadağ eteklerinden tutun da Dicle Vadisine kadar... Bu bölge tamamen “petrol havzası...”  Dört beş bin metre yerin altında petrol denizi bulunuyor. Ama kimse bu yeraltındaki zenginliğe yanaşmıyor, çıkarmıyor, kafa yormuyor, mücadele etmiyor? Devlet milletle el ele verse, bu zenginliği gün yüzüne çıkarsa, ülke sosyal ve ekonomik yönde, Avrupa’nın çok üstünde bir refah seviyesine ulaşır… Ama efor sarf eden yok…

***

Demek anlaşılan budur ki devletin yönetimleriyle milletin maddi ve manevi güçleri aynı yörüngede yürümüyor. Ya da yürümesine izin verilmiyor... Her biri ayrı bir kulvarda. Siyasetin kirli kafası hep maceralar peşinde. Bu itibarla memleket de artık yavaş yavaş beklediklerinden ümit alamadığı için, sorgulama yapıyor? “Siyasi palavradır, kimseye inanmıyoruz?”  Çünkü gerçekten meydanda hiçbir şey yok.

***

Peki, bu millet daha ne zamana kadar devletle ters istikametlerde yürümeye devam edecek? Millet, devlete, iktidarlara, hükümetlere vergileriyle destek veriyor, yardım ediyor, elinden geleni yapıyor. Devletin başka bir geliri de yok zaten vergi dışında.  Millet diyor ki; “ben vergimi elbette ki devletime veriyorum, ama bu vergiler nereye gidiyor? Şahısların ceplerine mi gidiyor veyahut çok büyük teknolojik fabrikalara mı gidiyor veyahut yer altı zengin kaynakları arayışındaki masraflara mı gidiyor” diye soruyor? Bu düşüncesinde ve sorularında da haklı?

***

Ne gelen yanıt var? Ne de somuta eren bir eylem var... Hep yalan dolan. Bu itibarla memleketin istek ve arzuları, hükümetler ve iktidarlar ciddi olsunlar. Aldatma yollarıyla değil, kardeşçe yürümeleri lazım. Milletle devlet birbiriyle ters düşerek değil, birbirine sırt vermesi lazım, birbiriyle omuz omuza vererek yaşaması lazım. En iyisi siyaset alanında büyük bir ciddiyet ve dürüstlük gösterilmesi gerekiyor.

***

Ne yazık ki bunlar da görünmüyor... Söylediklerimiz de temenni olarak kalıyor… “Davulun sesi uzaktan hoş geliyor, ama içine girdiğin zaman oynayamıyorsan” demek ki hal-i perişanlığı seni harap kılmıştır… Nitekim, millet belirsizlikler içerisinde kıvranıp duruyor.

Allah encamımızı hayreyleye.

En derin saygı ve sevgilerimle.