HER ŞEYİN BAŞI CİDDİYET VE İNANÇTIR!? (III)

Dünden devam diyoruz! Başlığımız yerini koruyor, çünkü aynı minval üzerine sohbetimizi derinleştirmek istiyorum... Çünkü “ciddiyet ve inanç” yaşamın tüm alanlarının ana şartlarını teşkil ediyor… Ki bu ilkeler, özellikle devlet yönetimlerinde tavizsizdir… Zerresinde ihtilaf vaki olursa, mevcudiyeti demek ki; “tehlikede ve tehdit” altındadır…

***

Ne diyoruz, siyaset kurumunun tüm içtimai faaliyetlerinde “ciddiyet ve inanç” noktasında çaba göstermesi gerekir… Eğer ki tam teşekküllü bunu yerine getirmez ise boşuna çaba göstermiş olur... Sorumlu olduğu halkın beklentisine cevap verememiş olacağı gibi, ümitleri ve hayalleri de suya düşer…

***

Bu itibarla diyorum ki ciddi, menfaatsiz, cebini doldurma anlayışından ırak icra edilen siyaset, her daim kalıcıdır... Toplumun güvenini kazandığı gibi; ülkesini ve milletini her daim büyütür, geliştirir, kazanımlar elde eder... Makam ve mevkiini sağlamlaştırma anlayışı dışında, pırıl pırıl bir imanla üstlendiği davayı yükseklere taşır…

***

İslam davasında, küfür, nifak ve irtidat yoktur! Ancak bunlardan herhangi birinin tezahür etmesi halinde, İslam davası ve ona inanmış Müslümanlar için gaflet ve dalalet kaçınılmaz hale gelir. Demek ki İslam ve onun davasını üstlenenler sıradan bir misyona sahip değildir… Denir ya az ve öz değildir...

***

Zira Âl-i İmrân suresinin 19. Ayeti açıktır…

“İnne-ddîne ‘inda(A)llâhi-l-islâm”

Yüce Yaradan bir hüküm olarak buyuruyor.

Şüphesiz ki “Allah katında din İslâm’dır.”

***

Bu itibarla daha önce de ifade ettiğimiz gibi rastgele “Ben Müslüman’ım” demekle bir yere varılmaz… Ve o kişi İslam davasını üstlenmiş olmuyor... Ne diyoruz; sözle öz aynı olmalıdır. Yani,  İslam’ın ana hakikatleri ve gerçeklerini tümüyle yaşatmak ve yaşamak gerekir.

***

İslam davası, her şeyden önce birey olsun, toplum olsun, yönetimler olsun, herkes için her şeyin başını çeken, varlık nedenidir. Hem fani dünya için, hem de ebedi dünya için, ciddi ve inançlı bir şekilde; İslam’ı yaşamak gerekir…

***

Ne yazık ki toplumsal olarak olsun, birey olsun, aileler olsun, bugünkü halimiz, yaşam şeklimiz özümüzü içermiyor... İslam’ın hakikatlerine uymamaktadır…Herkes de buna şahittir.

İsterseniz elimize mikrofonu alıp, çarşı pazara çıkalım, rastgele vatandaşa soralım?

“Gerçekten bu memleket, İslam memleketi midir?” Elbette ki “Evet” diyecekler. Peki, İslam memleketi ise ki öyledir, İslam’ın ana çizgilerini yaşıyor muyuz? Şeklen olsa da “Evet yaşıyoruz” denir ama sözde varsa da özde olmadığını görüyoruz…

***

Nerede fıkhi meseleler? Vaki mi, değil... Toplum onunla yaşamıyor ki. Şu halde o olmayınca, İslam fıkhı da demek ki ortadan kaldırılmıştır. Peki, Kur’an-ı Kerimi orijinal metniyle, ya da tefsiriyle toplumun kaçta kaçı okuyor, öğreniyor ve bunun dersini alıyor? Ya da ders görenimiz kaç kişi? O da bizim meçhulümüz.

***

Medrese âlimleri hariç ki onlar da ancak parmakla sayılır. Medresede okuyanlar hariç halk bundan oldukça uzaktır. Türkçe tercümeler de hakiki manayı ifade etmediği gibi Allah’ın kelamı da olamaz. Çünkü Allah’ın kelamı Kur’an’ın orijinal metnidir. Hz. Muhammed (S.A.V)’in kalbi üzerine vahiy olarak gelmiştir.

***

Bunun Türkçesi veyahut başka herhangi bir dili olmaz. Kur’an’ın dili Arapça olmakla birlikte Kelamullah’tır. Arapların da herhangi bir dil uydurarak Kur’an’ı tefsir etme hakları da yoktur.

***

Nitekim bakınız Bakara suresinin 23 ve 24. Ayetleri bize ne buyuruyor;

“23- Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).

24- Eğer, yapamazsanız -ki hiçbir zaman yapamayacaksınız- o hâlde yakıtı insanlarla taşlar olan ateşten sakının. O ateş kâfirler için hazırlanmıştır.”

***

Yani Kur’an’a iftira etmeyin.

Bu durumda İslam camiası olarak yapılması gereken gerçek, gençliğimizi Kur’an anlayışıyla yetiştirmemiz gerekir... Kur’an’ın orijinal metniyle tanıştırmak lazım. Öğretmek lazım. Aksi takdirde, her şey sözde kalır…

***

Diyorum ki İslam ülkesinin, Müslüman milletin yegâne kurtuluşu; Kur’an’ın orijinal metninin okunmasıyla ve manasını öğrenmesi, tefsirini okuması ve onunla amel ederek onunla oturup kalkmasıyla mümkündür! Toplumsal hayat bütünlüğü bununla ancak sağlanabilir.

***

Aksi takdirde hal-i âlem meydandadır, görüyoruz. Yüz yıldan beri biz bir arpa boyu kadar ilerlemedik. Teknolojimiz yok… Milli eğitim camiamız, İslam dışı bir öğretimle kalkıp oturuyor… Bize göre bu da çağdaş ilmi gerçeklere aykırıdır.  İlmin gerçek öğrenimi Kur’an’ı öğrenmekle olabilir.

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…