HER ŞEYİN BAŞI CİDDİYET VE İNANÇTIR!? (V)

Sevgili okurlar…

Malumunuzdur; günlerdir burada icra etmiş olduğumuz sohbet fasıllarında işlediğimiz ana tema hiç kuşkusuz ki “İslam şiarıdır.” Çünkü mevcut çağ, yaşadıklarımız, ülkenin ve milletin hal-i pür melali, “İslam hakikatlerine nasıl da sırt dönüp gözümüzü kapattığımızı” bize haykırıyor... Hakikatler gizlenemez…

***

Evet, haftanın ilk günü olması münasebetiyle hafta sonu sizinle yapmış olduğumuz sohbet faslının devamı diyerek, söze girelim! Ne demiştik? Yaşamın her kademesi için ana kural, “ciddiyet ve inançtır…” Hele ki bunda İslam bayraktarlığı var ise “ihlas veya ihlaslı olmak” vazgeçilmez temel unsurdur… İster ibadet olsun, ister sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel faaliyetler ve yönetimler olsun “ihlas” denilen kavram, onun samimiyetinin tapusu gibidir…

***

Ne diyoruz? “İhlas” olmayan bir ibadet, ibadet değil, ki sayılamaz da... Bir önceki sohbetimizde de vurguladığımız gibi, Kur’an-ı Kerim’in birçok ayeti ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in Hadislerinin bize bildirdiği gerçek nettir… O da İslam’ın özünü ihlas, ubudiyet, inanç ve samimiyet ile ciddiyet oluşturmaktadır…

***

İhlas olmayan bir ibadet, teşbihte hata olmasın tuzsuz bir çorbaya benzer. Tuzsuz çorba içilmediği gibi, ihlas olmayan ibadet de ibadet değildir. Olsa olsa, kandırmacadan ibaret olur ya da riyakaranelik olur… Allah bizi ondan korusun, muhafaza eylesin diye dua ediyoruz.

***

Kur’an’ımız “Beyyine” suresinin 1. Ayetinde mealen bize şöyle buyuruyor;

“Kitap ehlinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.”

***

Yani, Allah tarafından, Peygamber tarafından açıklama gelmeden onlar küfürlerinden inatlarından vazgeçmezler. O geldikten sonra vazgeçmeleri lazım, İslam hidayetiyle hidayete girmeleri lazım.  Aksi takdirde imansız bir hal alır ki Allah korusun. Ne dünyası ne de ahireti olabilir.  Her şeyden mahrum kalır. Onun için en iyi vazife; Allah’a karşı kulluk vazifesinin yerine getirilmesidir.

***

Bakınız, Ayet-i celilenin manasında ifade edildiği gibi Kur’an beyanatı geldikten sonra hidayete girmeleri lazım. O gelmesine rağmen hidayete gelmeyenler için de vay hallerine diyeceğiz…

***

Diyoruz ki önderimiz Hz. Muhammed (S.A.V), rehberimiz de Kur’an’dır. Bu çizgiden ayrılmamamız gerekir. Ayrıldığımız takdirde her şeyden mahrum kalırız. Kurtuluş ve aydınlığa bizi taşıyacak tek meşale Kur’an meşalesidir. Kur’an meşalesinden ayrıldığımız takdirde, Allah korusun, zifiri karanlığa gömülürüz… Allah bu karanlık yerine Kur’an nuruyla bizim nurlanmamızı layık görsün. Bize Allah sahip çıksın. Velimiz Allah’tır. O, küfrün karanlığından, zulümatından bizi kurtarır, imanın nurlu meşalesine sokar, yönlendirir. Bu hal, herkese nasip olmaz. Allah bizlere nasip eylesin. 24 saatlik zamanımızı, günümüzü ibadetle, Kur’an’la, namazla, rüku ve secde ile geçirmeyi nasip eylesin bize.

***

Sevgili okurlar…

Bakınız, biz insan olarak bize mantık ilminde hayvan-ı natık denir. Yani konuşan bir hayvan. Ama mükellef, sorumlu bir hayvan. Amma velâkin diğer hayvanlardan farkımız, konuşkanlığımızdır, akıl ve beynimizdir. Bu itibarla insanı mükellef kılmıştır Cenab-ı Allah.

Aklını başına al, o yoldan ayrılma, onu Allah olarak kendine kabul et, kendini de Allah’a kul olarak kabul et. Yoksa başıboş bir iskeletten ibaret olursun ey insan.

***

Ki başıboş bir iskelet olunca “ke en lem yekûn” hiç olmamış gibi sayılırsın. Kaldı ki Allah’ın vermiş olduğu sorumluluktan da kendini kurtaramazsın. Birinci merhale kabirdir, berzah alemidir. Berzah aleminden sonra Mahkeme-i Kûbra var... Ne mutlu o insanlara ki o Mahkeme-i Kûbra’da beraat etsin ve cennet melekleri gibi cennete uçup dahil olsun…

***

Ama Allah korusun Ahsen-i Takvim’den ayrılıp Esfelis-Safiline giden bir insan da cehennemin en derin çukurunu boylar. Kur’an bunu bize vurgulamıştır. Bundan başka insanın hiçbir seçeneği yoktur.

Ya Ahsen-i Takvim’i hedefleyecek… Ki bu da en güzel yaşam halidir. İmanla, İslam’la, ibadetle yaşamını biçimlendirmedir… Ya da Esfelis-Safilin’e mahkûm olacak... Yani cehennemin en derin çukuruna yuvarlanıp gidecek... İnsanın bundan başka üçüncü bir yolu da yoktur, mümkün değildir.  Hem bu dünyada hem berzah aleminde, kabir aleminde illaki bu iki yol vardır…

***

Ya Ahsen-i Takvim olarak kalır Âlâ-yı illiyine gider. Ya da Esfelis-Safilin’e cehennemin en derin çukuruna yuvarlanıp gider. Allah, iman ve İslam’ı herkese nasip eylesin. Esfelis-Safilin çukurundan da iman edenleri kurtarsın…

***

Bu itibarla bizim direkt olarak takip ettiğimiz yol, en geniş ve dosdoğru olan Kur’an yoludur. O yoldan ayrılmamamız lazım. Buna da Cadde-i Kûbra-yı İslamiye denir. İslam’ın en geniş ve en doğru caddesi. Dedik ya, doğru yolda giden, Ahsen-i Takvim’e layık olur. Allah’ını tanır, ibadetini yapar... Helal ile haramı birbirinden ayırt etmeyi bilir… İslam ne diyorsa onu yapar. Bunun mükâfatı da ebedi dünyada “Mahkeme-i Kûbra” karşısında beraatını alıp cennetle nurlanır? Aksi taktirde Esfelis-Safilin çukurundan kendini kurtaramaz. O da en kötü yoldur zaten başka da bir şey diyemeyiz.

En derin saygı ve sevgilerimle.