İSLAM DÜNYASI VE SİYONİZM (VII)

Sevgili okurlar…

Bugünkü sohbetimizi, çağımızın en büyük âlimlerinden olan Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretlerinin, “Mektubat” isimli eserlerinden alıntılarla, ikmal etmek istiyorum.. O ki yaşamının her saniyesinde, aldığı her nefeste “İslam ümmeti” için mücadele veren bir âlim!

*

Dönemin, jakoben, vesayetçi, tekçi, laik ve seküler anlayışı tarafından, davasından sürekli alı konulmak istenildi… Zindanlara, sürgünlere, baskılara maruz bırakıldı… Ama, bir nefes zamanı dilimi kadar zerre-i miskal fikrinden, zihninden, ruhundan ve fiziki bedeninden “iman meşalesini” ırak tutmadı… Hep diri ve aydınlatıcı tuttu…

*

Birliğe, dirliğe, kardeşliğe büyük önem veren ve bunu kaleme aldığı her mektubatında haykıran Üstad, 22. Mektubunda, Müslümanların ittifakı da, birliği de, dirliği de, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde ve hükümlerinde, kamildir diyor.. Bu mektubu da iki faslı içermektedir.. Bakınız, İslam ümmetine Üstad Bediüzzaman Hazretleri nasıl da, ders-i ibret noktasında “ayetleri de” zikrederek, uyarmaktadır?

Birinci Mebhas..

Üstad burada, ehl-i imanı uhuvvete ve muhabbete davet eder.

Şöyle ki..

"Mü'minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin." Hucurat Sûresi, 49:10.

"Kötülüğe iyiliğin en güzeliyle karşılık ver. Bir de bakarsın, aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluvermiştir." Fussılet Sûresi, 41:34.

"Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlere gelince, Allah iyilik yapanları ve iyi kullukta bulunanları sever." Âl-i İmrân Sûresi, 3:134.

*

MÜ'MİNLERDE nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için öldürücü zehirdir. Şu hakikatin gayet çok vücuhundan altı vechini beyan ederiz.”

* * *

Toplumu çökerten ve kemiren “nifak ve şikak” denilen hastalığın bertaraf edilmesi için, Üstad Bediüzzaman, Kur’an’dan “tedavi reçetesi” sunuyor.. Bu öldürücü zehirden kurtulmak ve arınmak için, Hucurat suresinin 10. Ayeti, Fussilet suresinin 34. Ayetini ve Âl-i İmran Suresinin 134. Ayetini bize, hatırlatarak uyarıyor..

*

Bakınız, Mektubat isimli eserinin 22. Mektubunun Birinci Mebhasında, nasıl da bize sesleniyor…

“BİRİNCİ VECİH

Hakikat nazarında zulümdür.

Ey mü'mine kin ve adâvet besleyen insafsız adam! Nasıl ki, sen bir gemide veya bir hanede bulunsan, seninle beraber dokuz mâsum ile bir câni var. O gemiyi gark ve o haneyi ihrak etmeye çalışan bir adamın ne derece zulmettiğini bilirsin. Ve zalimliğini, semâvâta işittirecek derecede bağıracaksın. Hattâ birtek mâsum, dokuz câni olsa, yine o gemi hiçbir kanun-u adaletle batırılmaz.

*

Aynen öyle de sen, bir hane-i Rabbâniye ve bir sefine-i İlâhiye olan bir mü'minin vücudunda, iman ve İslâmiyet ve komşuluk gibi, dokuz değil, belki yirmi sıfat-ı mâsume varken, sana muzır olan ve hoşuna gitmeyen bir câni sıfatı yüzünden ona kin ve adâvet bağlamakla o hane-i mâneviye-i vücudun mânen gark ve ihrakına, tahrip ve batmasına teşebbüs veya arzu etmen, onun gibi şenî ve gaddar bir zulümdür.

*

İKİNCİ VECİH

Hem hikmet nazarında dahi zulümdür. Zira malûmdur ki, adâvet ve muhabbet, nur ve zulmet gibi zıttırlar. İkisi, mânâ-yı hakikîsinde olarak beraber cem' olamazlar.

Eğer muhabbet, kendi esbabının rüçhaniyetine göre bir kalbde hakikî bulunsa, o vakit adâvet mecazî olur, acımak suretine inkılâp eder. Evet, mü'min, kardeşini sever ve sevmeli. Fakat fenalığı için yalnız acır. Tahakkümle değil, belki lütufla ıslahına çalışır. Onun için, nass-ı hadîsle, "Üç günden fazla mü'min mü'mine küsüp kat-ı mükâleme etmeyecek."

*

Eğer esbab-ı adâvet galebe çalıp, adâvet, hakikatiyle bir kalbde bulunsa, o vakit muhabbet mecazî olur, tasannu ve temelluk suretine girer.

Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü'min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü nasıl ki sen âdi, küçük taşları Kâbeden daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud'dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık edersin. Aynen öyle de,

Kâbe hürmetinde olan iman ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok evsâf-ı İslâmiye, muhabbeti ve ittifakı istediği halde, mü'mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar hükmünde olan bazı kusurâtı iman ve İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa anlarsın.

*

Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulûbu ister, yani imanın birlikteliği kalplerin birlikteliğini ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder, toplumsal kardeşlik birlikteliğini ister. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostâne bir rabıta anlarsın; ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşâne bir alâka telâkki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin.

*

Halbuki imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esmâ-i İlâhiye adedince vahdet alâkaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var.

Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Malikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir—bir, bir, bine kadar bir, bir.

Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir—bir, bir, yüze kadar bir, bir.

Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir—ona kadar bir, bir.

*

Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları halde, şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu, kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse anlarsın.”

* * *

El hak.. Vaki mi başka bir söze gerek duyulsun… Sanmıyorum, asrımızın allamesi Bediüzzaman Said-i Nursi hazretleri gibi, fikriyle, zikriyle, yaşam biçimiyle, ve İslam ümmetine miras olarak bıraktığı Risale-i Nur Külliyatının muhtevasıyla, “İslam Davasına” ışık olsun…

*

Sevgili okurlar…

Hep ifade ediyorum. Ve etmeye de devam edeceğim.. “İnsanım” diyen herkes.. İman şuuruna sahip her ferdin; mutlaka ama mutlaka Bediüzzaman’ın bıraktığı “külliyata” sahip çıkması gerekir… Onu okumalı, öğrenmeli ve okutmalı.. Çünkü her satırı vücuda “sıhhat” veren, ruhunu da kalbini de “insani ve rahmani nurla ışıklandırıyor!”

En derin saygı ve sevgilerimle.