İSLAMİ KİMLİK HÂKİMİYETİ Mİ YOKSA LAİKÇİ SİSTEMİN DAYATMASI MI? (II)

Evet, sevgili okurlar.

Dünkü başlığımız olan “İSLAMİ KİMLİK HÂKİMİYETİ Mİ YOKSA LAİKÇİ SİSTEMİN DAYATMASI MI?” ifadesini sohbetimizin bugünkü ikinci bölümünde de kullanıyoruz!!.

Gerçekten toplumun bugün şiddetle ihtiyaç duyduğu ana gerçek, yani kurtarıcı unsur; İslam dini midir, yoksa laikçilik dini midir?..

Yani ilahi tevhide dayanan, hakkı ve hakikati emreden, insanlığın arasında ortaçağ cahiliyetini ortadan kaldıran Hz. Muhammed (S.A.V)’in getirdiği sistemle mi toplumlar rahatlığa ve huzura kavuşur...

Mutluluğu, barışı ve kardeşliği burada mı sağlar?

Yoksa Frenk orijinli emperyalizmin İslam dünyasına sokmak istediği bir dinsizlik dini olan laiklik sistemi ile mi; bunlara kavuşur?

Hangisi?

İki zıt unsur birbiriyle karşılaştırıldığında; hiç kuşkusuz ki kalbi derinliklerinden almış olduğu iman şuuruyla hareket eden insanlar, birinci şıkkı tercih eder.

Yüce İslam dininin yüceliğine ve kaynağının Allah’tan gelen bir kurtarıcı nizam olduğuna inanır ve onunla yaşamak ister.

Diğeri ise ifade ettiğimiz gibi insan orijinli, hem de küfür dünyasından intikal eden yanlış bir kaynak ve insanları köleleştirmeye çalışan emperyalizm hegemonyasını toplumların üzerine dikte eden laikçilik dini?

Bu her iki zıt kavram bugün İslam dünyasında birbiriyle mücadele ederken yani hükmen çatışırken ne yazık ki birinci şıktan yana değil, ikinci şık olan Frenk orijinli laikçiliğin cenahı daha güçlü görünüyor.

İman ile küfrün çatışması İslam dünyasını ne yazık ki iman nokta-i nazarında, hep geri bırakmıştır.

Küfür sistemleri, küfür dünyasının adeta birer temsilcisi olarak İslam dünyasına galebe çalmışlardır...

İmanlı kitle ile imansız kitlenin, yani hak ile batılın cenahlarını net olarak birbirinden ayırt edebiliriz.

Eğer galibiyet İslam’a inanıp İslam’ı temsil eden kitlelerin elinde ise “o zaman İslam dünyasındaki bu hal nedendir?” diye kendimizi sorgulamamız gerekmez mi?

Elbette ki sorgulamalıyız...

Haçlı ve Siyonist anlayışların varlığı, hatta galibiyeti söz konusu ise yine İslam dünyası buna rağmen kendine dönüp geçmişini irdelemesi lazım..

“Bu ne haldir, içine düştük böyle?” diyerek, sorgulama yapmalı...

Bilimsel olarak tarihi gerçeklere baktığımız zaman İslam’ın temel hedefi laiklikle, laikçilerle, haçlılarla, Siyonistlerle kavga etmekten önce yüce İslam dininin hükümlerini Müslümanlar arasında icra edip İslam topluluklarını, yani yekvücut ümmeti ayakta tutan temel unsurları inşa etmesi gerekir..

Ahkâm-ı İslamiye, nitekim Müslümanlar arasında, hatta İslam dünyası içinde icra etme biçimidir..

İslam’ın ana kural ve kaideleri icra edildiği zaman, o İslami toplum hem azizdir, hem muhteremdir, hem temizdir, hem mutludur, hem de müreffeh bir yaşama sahiptir..

Hiçbir zaman bünyesinde kirlenmeyi, düşmana teslim olmayı, düşmanın egemenliğini ve hegemonyasını kendi içine alamaz, kabullenemez ve baş da eğemez.

Toplumun içerisinde İslam gerçekleri icra edildiği zaman, suçlara yer yoktur.

Suçlulara, teröre ve teröristlere yer kalmaz.

Hele hele sahtekârlığa, üçkâğıtçılığa, haram yemeye, faizden tut un da fuhuşa, uyuşturucuya, rüşvete, kumara ve aldatmacalara kadar, İslam’ın kabul etmediği tüm inhiraf ve bozgunculuğa kadar…

İslam gerçeği var olduğu müddetçe bunların hiçbiri varlık gösteremez, üreyemez, toplumsal huzursuzluk yaşanmaz, yaşatılamaz!

Ama bunlar olmadığı takdirde, İslam’ın ana kural ve gerçekleri toplumun içinden kaldırılıp yok edilmeye çalışıldığı zaman İslam’ın zıddı olup, yani İslam’la ters düşen bir toplumun içine küfrün karanlığını yerleştiren dinsizlik dininden ibaret olan “laikçilik” mefhumunun icra edilmesi kaçınılmaz bir hal alır..

Nitekim hal-i durumumuz ortadadır.

Bugün aynısının yaşanmakta olduğunu kimse inkâr edemez.

Bunun içindir ki Frenk orijinli dinsizlik dini olan “laikçilik” İslam dünyasına yerleştirilip kökleştirildiği için bugün Cumhurbaşkanının, 550 yıllık İslam mirası olan Ayasofya’yı 86 yıl gibi geçici bir süreçte müze olarak hizmet verme halinden çıkarıp Cami olarak ibadete açmasını, içine sindiremeyenler var...

Satılmış, Frenk piyonlarının hazımsızlığı bundandır...

Nerede kaldı ki Kıbrıs’a dahi 1974’lü yıllarda Kıbrıs Fatihi (!) olarak kendini lanse eden Ecevit döneminde, Kıbrıs’a ihraç edilip yerleştirilen laikçilik anlayışı...

Onun içindir ki bir hafta önce Kıbrıs Anayasa Mahkemesi “Kur’an kurslarının varlığı laikliğe aykırıdır” diyerek kapatılmasına hükmetmiştir..

Eğer halkının yüzde 90’ı Müslüman olan Kıbrıs’ta böyle bir karar verilebiliyorsa, vay İslam dünyasının haline..!

Nitekim bugün Yunanistan, Türkiye’ye kafa tutuyor..

Libya’ya gitmemizi, sahip çıkmamızı kabullenmeyen Yunanistan ve diğer tüm haçlı dünyası, Türkiye’nin Küresel güç olmasını istemiyor...

Ne yazık ki Müslüman geçinen bazı İslam ülkeleri de o küfürlerine iştirak ediyorlar...

Bu da bize göre kıyamet alametlerinden birisidir.

Bu tezimizi ileri sürerken neye dayanarak bunları kaleme alıyoruz diye sorulacak olursa?…

Tarihi tecrübelerimizden aldığımız bilgilere dayanmaktadır...

Nerdeyse 19. asırdan tutun da günümüze dek İslam dünyasını istila eden müesses nizam, kirli düşünceler, insanlık dışı kültürel faaliyetler, değişik eğitim sistemleri, tamamıyla İslam dışı olan bu oluşumlar insanlığa zerre kadar yarar sağlayabilmiş değildir...

Huzur, refah ve mutluluk kazandırmadığı gibi tam tersine toplumların arasına düşmanlık nifakı sokmuştur.

Gençlik; mutlak bir cehalet girdabında tutularak, kendi hegemonyalarını enjekte ediyorlar...

Toplumdaki gençliğin nerdeyse yüzde 60’ı-70’i İslam dışı yaşamı tercih ediyor.

Eğer günümüzdeki gençlik, İslam dışı bir yaşam şeklini tercih ediyorsa, o zaman geri kalan azınlık ne yapabilecek ki?

Bu itibarla İslam’ın olmazsa olmazı durumunda olan toplumsal bir İslam maarifine, eğitim sistemine sarılıp, Avrupa’dan, Fransa’dan, Frenk illeti gibi içimize sokulmak istenen dinsizlik dini olan laikçiliğe karşı artık İslam mücadelesini fikri olarak meşru zeminde vermesi gerekiyor...

Aksi takdirde gençliğin yüzde 60’ı-70’i bu hali yaşıyorsa, maazallah birkaç sene sonra, geriye kalan yüzde 30’u da bulamayabiliriz...

Gerçekten geleceğimize yönelik bir kurtuluş çaresine başvurmamız gerekiyor.

Her Müslüman, izzetini ve şerefini koruma çaresi ve kurtuluş yolunu; İslam’dan gelen hukukun üstünlüğüne bağlayıp, sarılmalı,  düşmanın tüm parlak makyajlı kültürlerine de paydos demeli...

Bu hükmen ve manen bize göre vazgeçilmez bir manevi cihattır.

Aksi takdirde içimizden bölücülüğü, bölgeciliği, adam kayırmayı, rüşveti, fuhuşu, ahlak dışı insanlık şeref ve haysiyetine yakışmayan, hallerden kendimizi kurtaramayız...

Şuursuz, gayri ahlaki karaktere sahip insanlar, içimizde yer edinip, üreme göstermeye, devam ediyor…

Ve biz de böylesi bir yaşama mahkûm kalırız...

Onun için, İslam’ın ruhunu yaşamalı ve yaşatmalıyız..

Tek kurtuluş çaresi, reçetesi İslam’dır..

Geleceğimize, yarınlarımıza, neslimize odaklanmamız gerekir...

En derin saygı ve sevgilerimle.