İSLAM’SIZ BİR DÜNYADA SİYONİZM’İN HÂKİMİYETİ!?

Sevgili okurlar..

İnsanoğlunun kadim gerçeği “hak ile batılın çatışmasına” dayanmaktadır.. Ve bu savaş yer küresine beşerin intikaliyle, başlamıştır.. Tüm toplumlar için, yönetimler ve devletler için kamil olan hakkın galip gelmesidir... Eğer ki “hak galip gelirse” batıl kendiliğinden yıkılmaya mahkumdur… Ama “yenik düşerse” o zaman da batıl hâkimiyeti elde eder…

*

İkisinin imtizacında, “ne işbirliği, ne uyuşma, ne birlikte hareket etmek” yoktur… Olması da ne mümkündür? İman ile küfür, doğru ile yanlış, kötülük ile iyilik, sevgi ile nefret, muhabbet ile husumet bir olabilir mi? İnsanları ilme, irfana, düşünceye davet eden ilahi vahiy Kur’an-ı Kerim ile hahamların, papazların kendilerine özgü imal ettikleri batıl fikriyat bir olabilir mi?

*

Ya da Mü’min ile kafir, zalim ile mazlum, ahlaklı ile ahlaksız, salih ile eli kanlı, işgalci ile masum bir olabilir mi? Hiç ama hiç vahşet ile şefkatin kardeşliğinden, birlikte yaşamından söz edilebilinir mi? Maddeyi putlaştıran, çıkarını, menfaatini, gücünü elindeki silahla, insan kanından ve gözyaşından esas alan bir medeniyet ile şefkati, merhameti, sevgiyi, yardımlaşmayı, insanı insani değerlerle kabul eden İslam medeniyetiyle kıyaslanabilir mi?

*

İkisinin “ortak bir özelliği, işbirliği, dayanışması” vaki olabilir mi? Ne mümkün… Hiç, gece ile gündüz bir tutulabilinir mi? Ne dedik “hak geldiğinde batıl gider” eğer ki batıl galebe çalarsa o zaman da hak gider.. Gündüz geldiğinde gece, gece geldiğinde gündüz gider.. Mevzumuza misal edersek, karanlık varsa ışık yoktur, ışık varsa karanlık yoktur?

*

Özü itibariyle “hak ile batılın” ruhunda, Allah’a yakınlaşma tarzı ve adil terazideki ölçüdür… Eğer ki bu terazide ve ortaya konulan tarzda, “Allah sevgisi ve Allah’ın emir ve hükümleri” noktasında Kur’an-ı Kerim’in ışığında, Peygamber Efendimizin de rehberliğinde, “salih ameller” besleyerek yol yürüyorsak, demek ki “batılı alt” etmişizdir..

*

Yok eğer salih ameller yerine, zulmün, küfrün ve batılın hükümlerine biat edici isek, o zaman da “hakkı ve hakkaniyeti” yok etmiş oluruz.. Ne yazık ki bugün, “batıl yer küresinde” galebe çalmaktadır.. İslam dünyası ise “ezberci” bir fikriyatla, ne kalpte nur, ne bedeninde insani duruş, ne de vicdanında Kur’an hükümleri?.  Kendi kendini kandırıyor.. Kaldı ki kimseyi de inandıramıyor… İşte İslam dünyasının hal-i pür melali orta yerde!

 

*

Günlerdir yazıyoruz, çiziyoruz, söylüyoruz! Bir avuç Siyonist Yahudi’si İsrail, İslam coğrafyasının kalbinde, “Müslümanları soykırımdan” geçiriyor... Kadın, yaşlı, çocuk bebek, sivil gözetmeden, kurşundan geçiriyor... Bugün 3’üncü ayını nerdeyse bitirecek… Ki bu zulüm 70 yıldır o coğrafyada yaşanıyor… Ne sözde çağdaş medeni dünya ne de İslam dünyası yaşananlara karşı, “insani, vicdani ve rahmani” bir duruş sergilemiyor… Kafalar kuma gömülü şekilde “küfür, hakkı yok” ediyor…

*

Bakınız, bugün Cuma... Biz Müslümanlar için mübarek bir gün… Camiler dolup, taşacak, namaz kılınacak, dua edilecek, imam minbere çıkıp vaaz verecek… Tüm bunun ana membaı, “insani, vicdani, rahmani duyguların” üstün kılınmasına dairdir… Peki, bunları ikmal ederken, ne kadar samimi ve ihlaslı bir tutum içerisindeyiz!?. İşte asıl arıza burası.. İslam’ın gerçeklerine halisane sadakatle sımsıkı sarılmıyoruz… Ezberden, dostlar alışverişte görsün misali, göstermelik “Ben Müslüman’ım beş vakit namaz kılıyorum” demekle yetiniliyor?!

*

O beş vakit namaz kılarken vücudu ayakta veya başı secdede olmasına rağmen ne yazık ki kalbi ve ruhu dünyevi maceralar peşinde koşuyor. Ama ihlas olursa, Kur’an’da ifade edildiği gibi, “namaz, sahibini fitneden ve kötülüklerden alıkoyar.” İşte bu ihlas gerçeğiyle, ne kendisi, ne toplumu, ne devleti ne de yaşadığı coğrafyada batıl galebe çalmaz küfür üstünlük sağlayamaz?!

*

Eğer hakiki manada gerçekleştirilirse... Ki Allahû Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de belirttiği gibi; “(te)(s) inne-ssalâte tenhâ ‘ani-lfahşâ-i velmunker.”

“Namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…”

Yani, namaz kesinlikle sahibini en ağır kötülüklerden, yasaklanan her şeyden alıkoyar gerçeği vücut bulur. Demek ki burada bir tezat var… Eğer namazımız bizi günahlardan alıkoymuyorsa sadece “desinler” misali sözgelişi “riyakarane” bir görüntü söz konusu ise onun insana zerre-i miskal hayrı dokunmaz…

*

“İhlaslı ve imanlı” bir ruhla, bedenini onun fikriyatıyla kötülüklerden arındırıp, namazını kılan kişi, öncelikle kendini kötülüklerden arındırmıştır… Gelebilecek kötülüklere de iman şuuruyla ifa ettiği namazın oluşturduğu kalkanla karşı koyar… Abdestli bir vücut, secdeli bir baş kesinlikle sıhhatlidir… Uğur sahibidir, rızkına, malına, mülküne de bereket gelir…

*

Bu itibarla namaz kılmak, sıradan bir ibadet değildir. Günde beş vakit namaz, insanı mutlaka manevi yönde huzur-i ilahiye çıkarır. O da manevi bir miraçtır. Nasıl ki Peygamber Efendimiz (S.A.V) fiilen Miraca çıkmış, Müslüman da başını secdeye koyduğu an manen huzur-i ilahiye çıkmış demektir.  Namaz o kadar faziletlidir ki iki namaz arasında işlenen günah bile affolunur. Bu Hadis-i Şeriftir ve kesinlik kazanmıştır.

*

Bu itibarla Allah bizi de o ibadetleri kabul edilen insanlardan saysın. Bizi ihlas-ı Kur’an’iyeden uzak tutmasın. Eğer ihlastan uzak kalırsak Kur’an da bize sahip çıkmaz. Kur’an’ın bize sahip çıkmasını istiyorsak, bizi Allah’a yaklaştırmasını isteniyorsak beş vakit namazı, Allah’ın huzurunda ihlasla kılmak gerekir. İslam ümmetinin kendini “diri ve iri” görmek istiyorsa, birinci vazifesi, “ihlaslı” olmaktır..

En derin saygı ve sevgilerimle.

Hayırlı Cumalar…